BAKIŞ/GÖRÜŞ/GÖRÜNÜŞ (XII)
Plan ve Kalkınma
Ekonomik kalkınma terimi de büyük ölçüde ‘planlama’ya bağlıdır.
Nitekim Sovyetlerde bu 1920’li yıllarda uygulamaya konulurken, ABD’de de 1940-50 arasındaki ‘büyüme’ tartışmaları sonucunda gelmiştir.
Kuşkusuz ‘Batı’nın azgelişmiş ülkeleri ‘kalkındırması’ sorunu tamamen ayrı bir ‘konu’ olup, İngiltere’nin Hindistan’ı kalkındırmasına değin geri götürülebilir.
Bir ‘ülke’nin kalkınması ise, ‘plansız’ olamayacağı gibi, plancıların sosyal bilimlerin (insan bilimleri de denilebilir) kendi içlerinde bulup geliştirdikleri ‘ekonomik ve sosyal yasalar’a dayanmadığı sürece, yapıldığı sanılan ‘plan’larla da başarılamaz.
Sovyet deneyiminde Lenin’in “boş, çocukça (scolaire) ve bürokratik” olmak yerine, “rejimin pratik sorunlarına çözüm bulucu politika” girişimi, “Kuram/eylem tartışması” için ilk ağızda ‘anlamlı’ olsa da, ‘ekonomi bilimi’ açısından yetersizdir.
Tam da bu nedenle NEP’in ne bir ‘kalkınma sratejisi’ olabilmiş ne de herhangi bir stratejiyi uygulayabilecek araçlar geliştirilebilmiştir.
Şimdi ‘sözde’ Atatürkçüler’in tüylerini diken diken edecek noktaya gelmiş bulunuyoruz.
Başta İzmir İktisat Kongresi olmak üzere 1930’ların ‘ekonomi politikaları’yla Sovyetlerdeki NEP politikaları arasında olağanüstü bir benzerlik vardır.
Ve her ikisi de ‘ekonomik enkaz’ı kaldırmak ya da yangından sonraki ‘soğutma çalışmaları’ kapsamında değerlendirilmelidir.
Mustafa Kemal “Kaç milyonerimiz var?” diye soruyordu örneğin.
O günlerde yoktu, ama şimdilerde var.
O zaman şu sorunun yanıtını aramamız gerekmektadir.
Bu milyonerler, ‘ekonomik, politik, doğal ve toplumsal dengeyi giderek bozmaktan öte ne işe yaramışlardır’, ‘yaramaktadırlar’ ve ‘yarabileceklerdir’?
Bu soruya olumlu yanıt verebilecek bir tek ‘aklı başında insan’ bulmak zordur, ama başta sözde ‘ekonomistler’ olmak üzere toplumun ezici çoğunluğu vardır.
İşte bu yazı dizimizde açmaya çalıştığımız, doğal, insanî ve düşünsel olguların ‘görünüş’leri ile onlara ‘bakış’ ve ‘görüş geliştirme’nin önemi burada ortaya çıkmaktadır.
Marksizm’in M’si
Nilolaï Boukharine (1888-1938) et Evgueni Preobrajenski (1886-1937) gibi marksistler, Sovyetler’in kuruluş aşamasında ‘Marksist Kuram’ı savunanların başında geliyorlardı.
Şu koşulla ki, ‘marksist kuram’ sadece ve ancak ‘kapitalist toplum’un çözümlemesi olarak ele alınmalıdır.
Gerek Boukharine’in Komünizmin ABC’si (1919) ve gerekse Preobrajenski’nin ‘Yeni Ekonomi’sine (1922) göre, tarım, Kamu İktisadî Kuruluşları, plan ve sosyalizme geçiş gibi ekonomik ve toplumsal ilişkilerin bütünü üzerinde ama bunlar arasındaki uyumu gözeten bir ‘politik otorite’nin olması gerekmektedir.
Mademki sanayinin finansmanı tüm ülkeler ve bütün zamanlar için tarımdan elde edilecek kaynaklarla sağlanmaktadır, o zaman sosyalist ilk birikim için de aynı kaynağa başvurulacaktır.
Ne var ki, ‘üretim ilişkileri’ her ülkenin gelişme düzeyi, emek gücü ve teknolojik yapısı tarafından belirlenmektedir. Yani, ekonomik sistemi yönetecek ‘yasa’lar sözkonusu ülkenin tarihsel gelişimine derinden bağlıdırlar. O zaman
- herhangi bir toplumun özelliklerini belirlemede, üretim yöntemlerinin ekonomik ve ekonomi-dışı etmenler üzerindeki önceliğine bakılacaktır
- toplumsal olgular, her türlü bireysel eylem, istek ve tercihlere öncelenecektir
- Ve her türlü ekonomik yasa (ya da ilke) ölümsüz değil ‘geçici’dir.
Böylece, Sovyetlerin ilk iki on yıllık döneminde, iki düşünce okulu’nun ortaya çıktığını görüyoruz:
Biri, Parti’nin önceliğini savunan ‘kurucular’ (constructivistes); diğeri ‘yasa’ların önceliğini savunup bireyin ve Parti’nin eylemlerini sınırlayan ‘kuramcılar’.
Preobrajenski’ye göre, sosyalizme geçiş sürecinde hem ‘kapitalist’ ve hem de ‘sosyalist’ ‘Değer Yasası’ birlikte bulunmaktadırlar. Ancak sosyalist ekonomide, ekonomik kuramın para, fiyat, ücret, kâr, faiz vb geleneksel kategorileri’ne gerek yoktur.
Bu kategorieler ‘plan’ içinde eritilebilirler.
Yani hem var ve hem de yokturlar. Planda yer alırlar ama karşılıkları ‘piyasa’ tarafından belirlenmez.
Demek ki ‘ekonomi politikası’ diye bir şeye gerek yoktur. Plan mühendislerine gereksinme vardır.
Alexandre Bogdanov (1873-1928)’a göre ise, ‘tarihsel yasa’ların üzerinde bir de ‘genel yasalar’ vardır ki, ‘üretim ve değişim yasaları’ bu gruba girerler. Yani tarihsel-toplumsal çerçeveye sokulamazlar. Bunları bulup ortya çıkarmak da ‘plancı’ların işidir.
Böylece plancı olarak bir başka ‘toplum mühendisliği’ tanımına ulaşmış olmaktayız.
Biri ‘piyasa’nın evrensel ve bütün zamanlar için geçereli ‘yasaları’na göre davranan ‘toplum mühendisliği’, diğeri ‘toplumun gereksinmeleri’ni, hatta tarihsel ve toplumsal bir çerçeveye sokmadan araştıran ve planlayan bir ‘toplum mühendisliği’.
Ne ihtiyaç ne değil? bulacak.
Ne kadar ‘tereyağı’ ne kadar ‘top’? hesaplayacak.
Aya mı Marsa mı gidilecek? bilecek.
Ve öncelikle ortalıkta dolanan ‘ekonomist’leri inşaatta harç karmaya gönderecek. Çünkü orada çok daha verimli olacaklarını öngörecek.
O nedenle Preobrajenski, bu yeni disiplinin ‘Ekonomi Politik’ yerine ‘toplumsal teknik’ (technologie social) olarak adlandırılmasını öngörmüş ama ne yazık ki kendisinin Stalin tarafından boynunun vurulacağını öngörememiştir.
1929 yılında ilk beş yıllık kalkınma planı hazırlandığında, Walrasçı ‘genel denge’ temelinde bir ‘plan’a geçilecek ama aynı zamanda ‘kuramsız plan’a da geçilmiş olacaktır.
Çünkü ‘ekonomik kuram’, ‘istatistik’ ve ‘ekonomi politikaları’ arasında bir ‘uyumlu birlik’ten çok ‘genel denge’yi gözeten bir ‘mühendislik çabası’na girişilecektir.
Demek ki, plan plan demek ve hatta bir plan yapmakla, belki ‘ekonomik denge’yi tutturmak mümkün olsa da, ‘toplumsal denge’yi tutturmak mümkün olmayabilmektedir.
‘Piyasa’ mı ‘plan’ mı sorusuna, kuşkusuz ‘plan’ denilebilse de ‘nasıl bir plan’ sorusunu yanıtlamak kolay olmamaktadır.
O nedenle ‘Planlama sistemi’ diyelim, kurum ve kuruluşlarıyla, hem bütüncül ve hem de ‘yöntemsel’ (méthodologique) olacaktır.
Buradaki ‘yöntem’, ‘teknik’ değil ‘açıklayıcı bir başvuru epistémolojisi’ (épistémologie référentielle explicative) anlamındadır.
Demek ki, ‘Kuram’ (ekonomik), istatistik (teknik) ve politika (politik) birliği sağlanmadan yapılacak bir ‘plan’ da, plan değil ‘temcit’ pilavı olmanın ötesine geçmeyecektir.
(Sürecek)
Habip Hamza Erdem