BAKIŞ-GÖRÜŞ-GÖRÜNÜŞ (XX)
“Damarlarından determinizm akmayan insan özgür değildir” Troubetzkoy
Corsi ve Ricorsi
İtalya’da Dante’ler, Machialvel’ler ve Giambattista Vico (1668-1744)’ların ‘İnsan Bilimleri’nin temellerini attıkları söylenebilir (1).
Vico’ya göre, insanlık tarihi şu üç ‘çevrim’e göre evrilmektedir:
- Tanrılar Çağı: Dinlerin, ailenin ve kimi temel toplumsal kurumların ortaya çıktığı ‘dinsel dönem’
- Kahramanlar Çağı: Egemen sınıflar ve soyluluğun ortaya çıktığı dönem
- İnsanlık Çağı: İnsanların hak ve adalet için ayaklandıkları ve dolayısıyla toplumların parçalandıkları dönem.
Bu anlayışın özelliği, ‘çevrim kuramı’na öncülük etmesidir: Corsi ve Ricorsi.
Ne ki, bir ‘ulus’ fetih ya da herhangi bir başka nedenle yıkılacak olursa, ileri toplumların başladığı yerden değil, ama sıfırdan başlanacaktır (2).
Bu ‘Üç Çevrim’li uygarlık tarihi yaklaşımını 19.yy’ın ikinci yarısında bir başka Rus düşünürde bulacağız: Konstantin Nikolaeviç Leontiev (1831-1891)
Ancak, K.N. Leontiev’i, yine görüşlerine başvurduğumuz ekonomist Wassily Leontief (1906-1973)’le karıştırmamak gerekir.
Konstantin Leontief 1864-1873 yılları arasında Edirne, Belgrad, Tulça, Yanina ve Selanik konsolosluklarında bulunduktan sonra İstanbul Büyükelçiliği de yapan bir diplomat olmanın yanısıra edebiyatçı ve düşünürdür.
Öyle ki ‘Avrupamerkezcilik’ önyargısına ilk karşı çıkanlardan biri olduğu gibi, ölümünden yirmialtı yıl sonra gelecek olan Sovyet Devrimi’ni de öngürmüş olmasıyla bilinir.
Anımsanacağı üzere, Danilevski (bkz Bakış/Görüş VI) de Avrupamerkezciliğe karşı çıkıyor ve başlıca on ‘tarihsel kültürel tip’ gruplandırıyordu: 1° Mısır, 2° Çin, 3° Asur-Babilon-Fenike (Kaldeen ya da eski semitik), 4° Hint, 5° İran, 6° Yahudi, 7° Grek, 8° Romen, 9° Yeni semitik ya da Arap ve 10° Romano-cermen ya da Européen.
O arada gelişmesi kesintiye uğra(tıl)mış Meksika ve Peru tarihsel-kültürel ‘tip’lerinin yanısıra 1° Hun, 2° Moğol ve 3° Türk tarihsel-kültürel ‘tip’lerini de saymış ancak bu sonuncular için ‘negatif’ nitelikli olduklarını ileri sürmüştü.
K.N. Leontiev’e göre, bu ‘tarihsel-kültürel tip’ler canlı organizmalar gibidirler. Başlangıçta belli belirsiz bir ayırımdan giderek zengin bir karmaşıklığa dönüşürler (multiformes) ve daha sonra yeniden başlangıçtaki yalın karışıma dönerler.
Yani, ilkel, kabilesel ve feodal çocukluk dönemi’ni, yeniden-doğuşcu (renaissanciste) bir olgunluk dönemi izler ve çöküşü hazırlayan bir yaşlılık dönemi’yle sonlanırlar.
Bizanscılık ve Slav Dünyası (Byzantinisme et monde slave -1875) başlıklı çalışmasında, K.N.Leontiev, Rusya’nın başını çektiği yeni bir doğu-slav uygarlığı yaratılabileceğini ileri sürer (3). Bu yeni uygarlığın, Batı modernitesinin bilinciyle ama Bizans’ın dinsel ve politik değerleri üzerinde yükselebileceğine işaret ederek, bir ölçüde Danilevski’den ayrılır.
Avrupamerkezciliğine karşı ama Batı değerlerine bağlıdır denilebilir.
K. Leontief’e göre Ulus’u Tanrı’nın yaratmış olduğunu ileri sürmek bir yanılsama (illusion)dır.
“İdeolojik ve Devletsel sistem yoksa halk (plemja) da yoktur” (4).
Hele ulusu kan bağına bağlamanın kesinlikle bilimle ilişkisi olamaz. Çünkü tüm büyük ulusların kanları karışıktır.
Demek ki, Slavizm ya da panslavizm ne kanbağına ve ne de ‘kafa yapı’sına dayanılarak savunulamaz.
Nitekim Avrupa’yı kafatasçılık tehlikesi sardığında (1930’lar), başlangıçta küçümsenen ve bir tehlike olarak görülen ‘Turancılık’ akımı ‘bilimsel’ olarak kabul görecektir.
Ne var ki, bu konuda bilimi aşan ‘aşırılık’lar, İkinci Dünya Savaşı ertesi yeniden ‘tehlike’ olarak ortaya çıkabilecektir.
Salt bu kısa ‘çevrim’ tarihi bile, hem ‘çevrimsel yaklaşım’ın verimliliğini ve hem de ‘bilimsel yaklaşım’ın devingenliği (oluşum) açıklama gücünün büyüklüğünü göstermesi bakımından iyi bir örnek oluşturmaktadır.
(Sürecek)
Habip Hamza Erdem
__________
(1) G.Vico’nun 1725 yılında yazıp yirmi yıl sonra yeniden yayımladığı çalışmasının başlığı Ulusların ortak doğasına ilişkin bir bilimin ilkeleri’dir: (Principes d'une science nouvelle relative à la nature commune des nations).
(2) Tıpkı AKP’nin Türkiye’yi sıfırdan başlatmak istemesi gibi. Açıktır ki, bugün Türkiye’de hüküm süren AKP zihniyeti, Türkiye’yi insanlığın ‘barbarlık aşaması’na götürmenin mücadelesini vermekte ve önemli oranda aşama kaydetmektedir. Bu ‘yeni barbarlık’, hızlı trende elektronik seccade ile namaz kılmayı barbarlıktan çıkış olarak görebilir. Ancak, gericidir, tutucudur ve yıkıcıdır; Türkiye’yi ve orada tüm insanlığı, çok daha derin bunalımlara sürüklemenin hazırlığındadır. Bu ‘sapkın ideoloji’, ulusal değil uluslararası, dinsel değil politik ve ussal değil bilimdışıdır.
(3) 19.yy ikinci yarısında başlayan ‘Slavcılık’ akımının 20. yy başında öncül ‘Avrasyacılık’ akımına dönüştüğü söylenebilir. O arada ‘Slav dilleri’nin Tatar ve Moğol dillerine yakın oluduğu tezleri de ileri sürülecektir. Nitekim, ‘Turan’ sözcüğünün Kuzey Asya (Finlandiya) dillerinde de bulunduğu ve özde iki ana dil grubunun olduğu benimsenecektir: Fin-Uygur ve Türk-Moğol. Demek ki, Slavcılık ‘alansal’ (espace) değil kültürel bir birlik olarak düşünülebilecektir. Herderci ‘Halkın Ruhu’ (Volkgeist) terimi de ‘Doğa’ya değil ama ‘Kültür’e ilişkin değil midir ?
(4) Eğer, “İdeolojik ve Devletsel sistem yoksa halk (plemja) da yoktur” deniliyorsa, “ideolojik ve Devletsel sistem ‘nasıl’sa halk da öyle olacaktır” denilebilir. K. Leont’ev, Vizantizm i slavjanstvo [Byzantinisme et monde slave] (1875), in : Vostok, Rossija i slavjanstvo. Filosofskaja i političeskaja publicistika [L’Orient, la Russie et le monde slave. Essais philosophiques et politiques], Moscou, 1996, p. 108’den aktaran Marlène Laruelle, « Regards sur la réception du racialisme allemand chez les panslavistes et les eurasistes russes », Revue germanique internationale, http://rgi.revues.org/122.
Yeri gelmişken ‘Ulus Devlet’ diyenlerin tam bir illüzyyon içinde olduklarını anımsatalım. Hatta hallüsinasyon. Bu olgunun doğru kavranışı ve dolayısıyla doğru dillendirilişi ‘Devlet-Ulus’ olmalıdır.