BAKIŞ/GÖRÜŞ/GÖRÜNÜŞ (XXV)
Halep-Musul ve Peder Jean
Gumilev‘in Moğol dönemine ilişkin kitabı (V poiskax vymyšlennogo carstva) Papaz Jan (Prêtre Jean) mitolojisini de içermekte ve hatta şöyle demektedir: “Denilebilir ki, Rusya’da yeniden doğan Bizans İmparatorluğu değil, daha çok Orta-Asya’daki nestoriyenlerin varlığını sürdüremeyen Papaz Jan’ın İmparatorluk hayalidir”.
Kaldı ki, Gumilev Orta-Asya’daki göçerlerin dörtte üçünün nestoriyen Hristiyan olduğunu ileri sürecektir (Черная легенда..., р. 53 ve 310)
İşte bu ‘Papaz Jan Miti’, Batı düşünür ve tarihçileri için, Doğu’luların doğuluklarını keşfetmeden önceki bir mitoloji olup; günümüz Halep-Musul sorunuyla da ilişkisi kurulabilir.
Türkiye’de son dönemlerde artık çığırından çıkan sapkın tarihçilik [(ve o arada sapkın dincilik (*)] girişimlerinden ayrı olarak, Papaz Jan mitolojisi hakkında kısa bir anımsatma yapılabilir.
Selçuklular ve Zengid Hanedanı
Melikşah (1055-1092) döneminde Halep Atabeyi Ak Sungur’un oğlu Imad ed-Din Zengi (1087-1146), 1127 yılında Musul atabeyi ertesi yıl da Halep atabeyi olunca, bu iki kenti birleştirerek Zengid hahedanını kurar.
Oysa aynı dönemde Urfa (Edesse) Kontluğu, merkezi Urfa olup Karasu ve Murat nehirlerinin birleşleşek Fırat’ı oluşturdukları Keban’dan, doğu sınırları Palu, Diyarbakır ve Mardin’e değin genişlemiştir.
Zengi, 1144 yılında Urfa’yı (Edesse) alarak, kontluğun tüm topraklarına hükmetmeye koyulmuştur ki, Selçuklu Hükümdarı tarafından engellenmiş ve 1146 yılında kendi adamlarınca öldürülmüştür.
Zengi’nin ölümü üzerine oğullarından Nureddin Halep’in Seyfeddin Gazi de Musul’un yönetimine geçmiştir.
Urfa’nın ikinci kez alınması da ikinci Haçlı Seferi’nin yapılmasının nedeni olacaktır.
Ne var ki, aynı dönemde Bizans İmparatoru Manuel 1.ci Komnen’e, Peder Jan adına bir mektup geldiği söylenir. Öyle ki Peder Jan, kendisini Hindistan İmparatoru olarak tanıtmakta; gerek Zengid Hanedanının ilerlemesi gerekse Selahaddin Eyyubî’nin Kudüs’ü alması (1187) karşısında ilerleyen müslümanlığı durdurmak için bir Hristiyan bağlaşıklığı aramaktadır.
Oysa aynı dönemde Mogol İmparatorluğu’nun varlığı Doğu’da bir ‘Hristiyan varlığı’na olanak tanımamaktadır.
Benzer biçimde, Türklerin İstanbul’u alması (1453) ise, bu kez Etiyopya’da yeni bir Papaz Jan mitolojisinin doğmasına yol açacaktır.
Yani Papaz Jan, doğrudan bir mitoloji olup, yazdığı söylenen mektuplar da, gerçekçi olmaktan çok ‘ütopik’ olup, Doğu’yu olduğundan zengin ve ileri göstermektedir.
Batı’daki kargaşaya karşın Doğu’lu halkların uyum içinde yaşadıklarından tutun da, 72 kraldan (6x12, ki bunlar da gizemli rakamlardır) oluşan ülkede, bir kralın bir günlük harcamasının Bizans İmparatoru’nun bir yıllık harcamasına denk olduğuna kadar abartılar, bir yanda cüceler diğer yanda olağanüstü yaratıklar (Devler, canavarlar, kartal başlı aslanlar-griffons) anlatılmaktadır.
Öte yandan Papaz Jan’ın hem dünyasal (temporel-regnum) ve hem de ruhsal (sprituel-sacerdortium) güçleri birlikte taşıdığı ileri sürülmektedir.
Bu da, Ortaçağ Batısı için olağanüstü çekici görülmekte ve daha sonraki dönemlerde çözülmesi gereken bir ‘sorun’ olmadan önce ulaşılamaması bakımından bir ‘sorun’ oluşturacaktır.
Gumilev’ci yaklaşımın değerlendirilmesi
Gumilev’in görüşleri günümüze uygulanmak istenirse; Büyük Rusya açısından Türk ve Mogollar Rusların dostları, İngiliz, Fransız ve Almanlar ise düşmanları olarak görülebilir.
Gumilev’e göre ‘kötülük’ tarih boyunca ‘Batı’dan gelmiştir.
Böylece, bir tür ‘Irkçılık’ yaptığı söylenebilir. Ancak, Gumilevci görüşler, günümüz Avrasyacılığı içinde sadece bir ‘kol’ olabilir.
Her ne kadar A.Dugin tarafından savunuluyor görünüyorsa da, A. S. Panarin ve E. Bagramov, Gumilevci ‘kültüralizm’e uzak durmaktadırlar.
Bir başka ilginç nokta da, Gumilev’in, kendi tarihsel çavrimlerine göre, Moğolları Avrupa uluslarına göre 300 yıl genç görmesidir.
Oysa Rus’lara ‘Devletçilik’ (étaticitté)’i öğreten Mogollar olmuştur.
Ancak Altınordu’luların müslümanlığı benimsemeleriyle birlikte (1312) Ruslar ve genel anlamıyla Türkîk halklar arasındaki uyum da bozulmuştur.
(Sürecek)
Habip Hamza Erdem
(*) Şu son İstanbul saldırısından sonra, Kurtulmuş (kamp değiştirerek kurtuluşu seçen) Numan, terör karşısında, bütün dünyanın iki yüzlü olduğunu söyleyerek; özde kendilerinin de iki yüzlü olduklarını dillendirmiş olmaktadır. Türkiye’de benim bildiğim 250 televizyon kanalından 200’ü hergün 24 saat, köktendinciliğin âlâsını yapmaktadır. O arada sokaktaki işsizden, tüm memur, uzman ve akademisyenlere kadar, önemli bir halk kesimine, benzer bir ‘passionarité’yle yüklenmiş bulunmaktadır. Rus Büyükleçisini öldüren polis, daha çok kısa bir süre öncesine değin, kendi halinde saf bir köylü çocuğu idi. ‘Püskürtülmüş darbeci’ subaylar da öyle olabilirler. Bu bağlamda, duygusal olarak herkes herşeyi söyleyebilir, olur olmaz zırvalarla geçiştirilmeye çalışılabilir. Ancak ‘gerçek’ şu ya da bu biçimde, görüngü olay (phénomène) biçiminde hep karşımızdadır: Ona bakmakla yetinmeyip görmeye çalışmak ise çoğunlukla kişinin ‘Âli menfaati’ne bağldır.