Banu Avar’a Soruyorum: Hangi Demokrasi?Henüz lisedeyken güncel konulara merak sarmam ile dolaylı yoldan tanıştığım isimlerden biridir Banu Avar. O dönem ki 2009 yerel seçimlerinin hemen sonrasıydı, Atatürkçü Düşünce Derneği’nin (ADD) Gemlik şubesinde bir araya geldiğimiz arkadaşlarla Avar’ın hazırladığı belgeselleri izlerdik. Hayat boyu sürecek öğrenme aşamasının başka bir boyutuydu bizim için. Tabi ki gençliğimizin heyecanı ve ülkemiz için yararlı bir şeyler yapmak arzusunu da taşıyorduk halen olduğu gibi.
Televizyonlarda izlediğimiz günlük safsataların aksine, Avar’ın hazırladığı yarım saat yahut kırk beş dakikalık belgeseller bizlerin, özellikle de gençlerin nasıl da uyuşturulduğunu açıkça anlatıyordu. Bu belgesellerden birinin beynime kazınan kapanış konuşması ise bırakın bir dakika durmayı, günlerce uykusuz düşünmemize sebep olacak nitelikteydi.
Şöyle diyordu usta gazeteci:
“Ekmek kavgası biraz rahatlamak, kimin ne yemek yapıp nasıl azarlandığını izlemek, bol bol dedikodu dinlemek dertlerden biraz olsun bizi uzaklaştırmaz mı? Ya da hangi kutudan kaç para çıkacağını, kimin hayatının kurtulacağını izlemek… Hangi emekli beyin nasıl bir malvarlığıyla evlilik yarışına girdiğini izlemek biraz olsun beynimizdeki uğultuya son vermez mi? Bol Hıristiyan soslu bir film, kanlı bir gerilim. Satanistler ve hayaletler. Sonrasında gece biter… Sabah size gösterilmeyen haberlerde Rusya’nın çevre ülkelerle yaptığı ortak savunma antlaşması vardır. Kırgızistan’da Amerikan üssü kapatılmıştır. Biz doğumuzda olan biteni bilemeyiz. Basın yayın organları batıya endekslidir. Ama doğuda önemli gelişmeler var! Hem de bütün dünyanın düzensizliğine çare olacak kadar büyük gelişmeler…”İzlediğimiz bu belgeseller bizleri biraz daha farklı düşünmeye sevk ediyordu. Dolayısıyla biraz merak biraz ilgi ve bolca heves ile okuma, araştırma safhasına geçmiştik.
Banu Avar’la gerçek anlamda tanışmam ise geçtiğimiz yıl düzenlenen Bursa Tüyap Kitap Fuarı’nda oldu. İlgi öyle yoğundu ki imza sırasının bana gelmesi neredeyse bir saati bulmuştu.
Geçtiğimiz Cumartesi günü (3 Aralık) ise ADD Darıca Şubesi ve Kocaeli Yüksek Öğrenim Derneği’nin(KYÖD) ortaklaşa düzenlediği bir panelde hem Banu Avar’ı canlı dinleme hem de sorularımı yöneltme fırsatı buldum. Salon tamamen doluydu. Gençlerin ilgisi ise oldukça yoğundu.
Araçlarım hazırdı. Ses kayıt cihazım, fotoğraf makinem şarj edilmiş ve kaydı bekliyordu.
Avar’ın en son yayınlanan kitabının ismi
“Kaçın, Demokrasi Geliyor!” Ben de ilk sorumu bu yönde doğrulttum. Belirgin bir kavram kargaşası yaşadığımız şu günlerde bir demokrasi rüzgârıdır esiyordu. Peki, neydi demokrasi? Yenilir miydi, içilir miydi? Ne işe yarardı, gelip nasıl sistemlere yerleşirdi?
Avar öncelikle şunu anlamak gerektiğini söyledi.
“Hangi demokrasi? Cumhuriyetin öngördüğü bir özyönetim mi, yoksa piyasa demokrasisi yani orman kanunu mu?” ve ekledi, “Bugün küreselleşme adı altında Türkiye -batıya peşkeş demokrasisi- yaşıyor. Cumhuriyetin tüm kurumları dağıtılarak ve özelleşerek -piyasa demokrasisine- geçiş öngörülüyor.”
“Cumhuriyet tam anlamıyla tesis edilmeden demokrasi olmaz. Önce bunu bilmeliyiz. Çünkü cumhuriyet egemenliğin krallıktan padişahlıktan, soylulardan alınıp halka aktarılışıdır. Demokrasi ancak bu temelde ilerleyebilir. Cumhuriyetsiz bir demokrasi olamaz. Ama bugün cumhuriyet yok edilip yerine piyasa demokrasisi getirilmek istenmekte.”
“Bu anlamda demokrasi, güçsüzün güçlü karşısında örgütlenme özgürlüğüdür ki piyasa demokrasisi bunu engellemekle yükümlüdür. Zaten demokrat olarak adlandırılan batı ülkelerinin çoğu cumhuriyet bile değildir. Çoğu hala krallıkla yönetilmektedir. Söz ettikleri piyasa demokrasisi ise güçsüzü değil güçlüyü korumakta, gücüne güç katmaktadır.”Evet, Avrupa’da hâlâ krallar, kraliçeler ve prensesler saraylarında yaşıyorlar. Bunu kim inkâr edebilir. Cumhurbaşkanımız bile daha geçenlerde İngiltere kraliçesine misafir olmadı mı? Ama orası batı. Kadim uygarlık(!) İş İngilizlerin tabiriyle Orta Doğu’ya gelince zalim diktatörler alaşağı edilmek zorunda! Üstelik Facebook ve Twitter darbeleriyle. Bu sosyal medya kanallarında örgütlenen muhaliflerin Araplara baharı getirdiğini söyleniyor bize. Araplar 21. Yüzyılda demokrasiye kavuştuklarına inanıyorlar. Yoksa gelen kara kış mı diye soruyorum Banu Hanım’a.
“Ben -Arap Baharı- adı verilen hareketin bir kan harekâtı olduğunu daha başında Ocak 2011’de yazdım. Martta 2011 KAN YILI adlı belgeseli yaptım ve Eylülde KAÇIN DEMOKRASİ GELİYOR! adlı kitabı yayınladım. Gelen demokrasi değil, en koyusundan bir faşizmdir.”Öyle ki, batı artık faşizmi bile ithal ediyordu. Petrol coğrafyasına hâkim olmanın yolu da tam buradan geçiyordu…
Avar, gazetecilik yaşamı boyunca tam 82 ülke gezmiş ve notlarını okuyucuları, izleyicileri ile paylaşmıştı. Muhakkak ki gezdiği bu ülkelere ithal edilen demokrasi kılıfındaki batı etkisinin bir yansıması olacaktı. Konuya bu noktaya getirdiğimde gayet açık konuşmaya başlıyor Banu Hanım:
“Etkileri ortada… Demokrasi, özelleştirme ve küreselleşme ile geliyor. Cumhuriyetin tüm kurumlarını yok ederek yerine serbest piyasanın acımasız ve bölücü kurallarını koyuyor. Ulus devleti parçalamak istiyor. 1950’den beri sözde demokrasi yaşıyoruz Nerede olduğumuz ortada. Bugün geldiğimiz noktada, tüm zenginliklerimiz batıya peşkeş çekildi, Avrupa Birliği emriyle çalışanlarımız kenara itildi, sendikalar dağıtılıyor; öğretmenimiz, öğrencimiz, doktorumuz batı demokrasisinin emri ve kumandası altına giriyor. Demokrasi adına ülkeden parçalar koparılmak için gayret gösteriliyor. Demokrasi adına iç savaş kışkırtılıyor…”Dayanamayıp soruyorum. Planları hep aynı mı işliyor? Böl ve yut…
“Evet.” Diyor,
“Onların yöntemi bu…”Peki, halk bunun yeterince farkında mı? Yoksa bir şekilde algılaması etkileniyor mu diyorum. Cevap aslında hepimizin bir parçası haline geldiği popüler kültür girdabında saklı.
“Halk bunun farkına varırsa tezgah yürümez. Basın, televizyon, sinema, moda, müzik sanayi, bilgisayar oyunları o nedenle var.” Diyor Banu Avar. Özellikle televizyon programlarının zihnimizdeki uyarıcılığına dikkat çekiyor. Programların yurt dışından alındığını belirttikten sonra hedefin ise kadın beyni olduğunu söylüyor. Çünkü kadın hem eşine hem de çocuğuna ister istemez etki etmekte. Sonuçta –çocuğum koleje gitsin başka bir şey istemem- veyahut -hep daha iyisini satın almak istiyorum- diyen kadın cinsinin ortaya çıktığını dile getiriyor.
Öte yandan ortalama halk ise medyanın esiri oluyor. Sabahleyin kalkıyor, akşama kadar aynı şeyleri izliyor. Hep aynı şeyleri izlediği için ise bir süre sonra düşünemez hale geliyor ve karmaşık şeyleri anlamıyor.
Türkiye çok mu farklı peki? Basın görevini layığıyla yerine getiriyor mu yoksa bir tiyatro mu oynanıyor diye sormak istiyorum.
“Benim durumuma bak. Her yerde ambargoluyum. Ne gazeteler var yazacak ne televizyon çalışacak. Silivri’de tutuklu basın mensuplarına bir de ekrandakilere bak. Piyasa demokrasisinin askeri konuşabiliyor sadece.”Henüz demokrasinin anlamını kavrayamamışken ileri seviyesine geçtiğimizin söylenmesine ise sadece gülüyor Banu Avar, acı acı gülüyor…
Sonrasında politikacılar hakkındaki düşüncelerini soruyorum. Halkın görüşlerini yansıtıyorlar mı?
“Gazi Paşa’nın ölümünden beri yoksulu, çalışan halkı, esnafı, öğrenciyi, işçiyi temsil eden hiç kimse gelmedi.”Ya muhalefet dediğimde
“bir muhalefet görmüyorum.” şeklinde yanıtlıyor sorumu.
Muhalif belediyelere yapılan operasyonları sorduğumda ise
“belediyelerin siyasette çok önemli olduğunu, başarılı belediye başkanlarının mutlaka cezalandırılması gerektiğini” dile getiriyor.
“bu işin bir tarafı, diğer tarafında kim bilir nasıl pazarlıklar vardır…”Pazarlıklar, oyunlar, tiyatrolar, anlatılanlar ve anlatılmayanlar. Anlamak istemediklerimiz. Sohbetimiz boyunca bir şeylerin gerçekten farkında olduğumuzun ama hep bir noktada eksik kaldığımızın farkına varıyorum. O da bir araya gelmek. Bizleri, samimi dindarları, yurtseverleri, gerçek milliyetçileri birbirimizden uzaklaştıran; Türk-Kürt, Alevi-Sünni, şu bu diye ayıran bir düşünce sistemi hâkim olduğu sürece ne yazık ki bu kukla oyununun oynanmaya devam edeceğini biliyoruz. Peki, ne olmalı, ne yapmalı? Yoksa yalnız mıyız diyorum Banu Hanım’a.
“Ben kesinlikle biliyorum ki, 74 milyonun büyük çoğunluğu bizim gibi bu millet ve bu vatanın aşığıdır ve haktan, hukuktan yanadır. Adaletle yönetilmek ister aynı zamanda bu kukla tiyatrosundan bıkmış yorulmuştur. İsyandadır…”Duygularıma tercüman oluyor bir bakıma. Üzerimizdeki miskinliğin bizi rüzgârın karşısında çaresiz bıraktığını, Türk milletinin bir türlü –adam olmayacağını- söyleyenlere inatla çalışmamız, mücadele etmemiz gerektiği konusunda bir kez daha fikir birliği yapıyoruz.
Sohbetimizin sonunda Banu Hanım biz gençlere birkaç kitap ismi öneriyor.
“Attila İlhan’ın Hangi Atatürk adlı kitabını ve Bir Millet Uyanıyor serisinin ilk kitabını mutlaka okuyun.” diyor.
“Ayrıca Sinan Meydan’ın Cumhuriyet Tarihi Yalanları I ve II’nin de okunması gerekiyor. Tüm bunların yanında Mehmet Emin Değer hocanın Oltadaki Balık Türkiye adlı kitabı adeta bir üniversitedir. Türkiye’nin nasıl bu hale geldiğini, nereye çekilmek istendiğini açık bir dille anlatır. Ben her ay bir kez, tekrar okuyorum ve sürekli notlar alıyorum. Kitap artık param parça bir hale geldi.”Salondan ayrılırken, benimle birlikte o salonda olan tahminimce yedi yüz, yedi yüz elli kişiyi düşünüyorum. Onların da bizimle birlikte özümsedikleri o ışıktan bir parça alıp evlerine götürmelerini, çevrelerine dağıtmalarını diliyorum. Umarım…
Mustafa Emre ÖZGEN, 6 Aralık 2011