Temcit pilavı gibi ısıtılıp yine önümüze sürüldü: Turban!
Yıllardır bıktırası, kısır bir tartışmadır gidiyor.
Takiye misâli, artık oyalayıcı yanıltma da ülke gündeminin gediklisi oldu - sanki bütün sorunlar çözülmüş de iş bir turbana kalmış gibi.
Sorunlardan yalnızca birkaçı: Tarım ile hayvancılığı vuran iç göç. Bu nedenle cılızlaşan kõyler, gecekondulaşıp köyleşen kentler. Dolayısıyla işsizlik. Sonucunda hızla yaygınlaşan fakirlik ve beraberinde artan suç oranı. Hâlâ gelir dağılımındaki korkunç adâletsizlik. Unutulan, daha doğrusu unutturulan yolsuzluklar. Ve daha neler de nelerin üstüne üstlük, ülkenin bûtütünlüğüne göz dikenlerin taşeronu PKK! Şimdi de, ABD‘nin bir füze kalkanı oldubittisi.. Bakalım bu sefer de „one minute“ denilebilecek mi?
Aman efendim ne gam? Halk oylamasından „evet!“ çıkıp da yaklaşan seçimler için vize alınmadı mı?
O hâlde en azından „evet!!“ tercihine verilen %58’i oranındaki oyu daha şimdiden peylemek lazım.
Atarsın ya da attırırsın bir yandaşınla ortaya bir turban lâfı, girer oyalama taktiği devreye. Ondan sonra dinle her kafadan sonu gelmez polemiği.
Akıl ve bilimi yaşam biçimi yapmış ülkelerin durmaksızın ilerledikleri, dahası, uzaylıların ışık hızındaki “ufo”’larıyla artık sık sık gelerek âdeta arka bahçeleri yaptıkları bilimsel biçimde saptanmış dünyamızda ısrarla hâlâ mı turban, Beyler?
Peki ama niye?
Onların dediklerine göre dinimiz emrediyormuş!
Yaaa!? Gerçekten de öyle mi acaba?
İslâm’ın ilk ve son yegâne başvuru kaynağı olan yüce Kur’anı Kerim’in iki Sûre’sinde, Nur Sûresi ile Ahzap Sûresi’nde Türkçe anlamıyla buyurulur ki:
- - Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar; namus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kısımları müstesna olmak üzere, zinetlerini teşhir etmesinler. Baş örtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler. (...) Gizlemekte oldukları zinetleri anlaşılsın diye, ayaklarını yere vurmasınlar (Dikkâtleri üzerine çekecek tarzda yürümesinler). [Nur 24/31, TC Diyânet İşleri Başkanlığı ve Elmalılı Mahammed Hamdi Yazır’ın çevirileri]
- - Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle, bedenlerini örtecek elbiselerini giysinler. (...) [Ahzap 33/59, TC Diyanet İşleri Başkanlığı]
- - Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına sõyle, dış elbiselerinden (cilbablarından) üzerlerini sıkıca örtsünler! (...) [Ahzap 33/59, Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır].
Kur’anın yukarıda aktarılanlardan başka Tûrkçe çevirileri de var. Ama hepsinde de anlam aynı, kimi sözcük az farklı! Söz konusu çevirilerde kullanılan dört kavramı, „ziynet“‘i, „baş örtüsü“‘nü, „yakaların üzeri“‘ni ve „göğüs yırtmacı“‘nı burada açıklığa kavuşturmak yararlı olur:
Ziynet, süslenmek için kıymetli taşlar, altın, gümüş gibi mücevher ve takı eşyasını ifâde ettiği kadar saç, boyun, göğüsler ve kalça gibi kadının dirimsel (biyolojik), yaradılıştan “doğal süsü” anlamına da gelir. Baş örtüsü kadınların saçlarını örtmek için kullandıkları örtü, yani günümüzdeki eşarptır. Yakaların üzeri, bir giyside boynun altını çeviren bölüm demektir. Göğüs yırtmacı ise kadınlarda boynun altından göğüslerin başladığı noktaya kadar olan açıklıktır.
Sıkma baş da denilen türbandan âyetlerde söz yok! Kimi kullanan onu nasıl bağlıyor, altına ne koyuyorsa, kafasının üst arkası yukarıya doğru uzuyor ve eski Mısır’daki firavunların baş kabını çağrıştırıyor. Saç ve kafa derisi gün be gün saatlarca hava almadığından çok da sağlıksız! İleride tıbbî sonucu ne olur? Bilinmez! Hele bir de, tarikatına göre bej, gri ve lacivert renkte birer üniforma hâline gelmiş, neredeyse yerleri süpüren kışın o sakil sözde mantoyu, yazın sıcağında da terleten o rüküş pardösüyü bu acayip biçimli kafaya ekleyin. Görûnûm hiç mi hiç hoş değil! Kesinlikle çirkin ve itici! Oysa kadını, dişiye õzgü görünüm özellikleriyle Allah yaratmadı mı! Bu gerçek yadsınabilir mi? O hâlde kadına karşı niye hâlâ cahiliyye dönemindeki Araplar’ın bu ilkel ve yakışıksız kıskançlığını çağrıştıran güvensizlik?! Yoksa “ille de türban” diyen erkeklerin mi özgüvenleri yok?
Hayır, bu acaip kıyafeti din emretmiyor. Kur’an’da baş örtüsünden sõz ediliyor. Ninemiz, anamız, bacımız Tûrk kadını da, en yakın atamız Oğuz Tûrkleri’nin 10. yûzyıldan başlayarak peyderpey İslâmiyet’e geçmelerinden bu yana baş örtûsûnû Orta Asya’dan Anadolu’ya kadar bol, beyaz ve yeleç (hava alan) bir tûlbent hâlinde kullanagelmiştir. Uygur Türkü Muhammed Nakkaş Mehmed Siyah Kalem’in böyle beyaz bir baş örtüsü altından çıkarttığı iri göğsüyle çocuğunu emziren ana resmine bakınız - 15. yüzyıl ile tarihlendiriliyor! Peki ama onlar da Müslüman değiller miydi?
Çeşitli ulus, din ve mezhepleri barındırmış Osmanlı toplumunun konar-göçer kökenli Türk kesiminde kadın, Oğuz töresi gereğince erkek ile birlikte hareket etmiş, kararlara, toylara, törenlere, hâttâ savaşa katılmştır. Erkek ile eşittir!Barış zamanında başı ferah ve rahatından beyaz tõlbentli, yüzü açıktır. Osmanlı’nın 16.yüzyılda halifeliği üzerine alıp Hicaz’dan Istanbul’a taşımasıyla örtünmenin toplumda yavaş yavaş yaygınlaştığı görülür. Ve Osmanlı Devleti 17. yüzyıl sonundan itibâren geriledikçe, Arap yarımadasındaki misyoner katolik rahibelerin saygınlık telkin eden giyiminden basitleştirilerek Arap ve İran kültür çevrimine ucuz da olduğu için uyarlanan kara çarşafa Tanzimat (1839) ve Meşrutiyet (1876) dönemlerinde -hangi akla hizmetse- yasa ile resmiyet kazandırılmıştır. Şimdiye kadar ancak 4000 küsûr yılı bilimsel olarak saptanabilmişnış kültür tarihimiz ile 1047 yıllık İslâm geçmişimizde bu iki tarih, 1839 ve 1876, daha dün kadar yeni!
Sonrasında kadın gitgide eve kapatılmış, giyim kuşamı, toplumda kendisinden beklenen davranış biçimi ve erkeklerle sosyal ilişki konularında baskı, babaerkil düzen yanlısı erkek marifetiyle artmıştır. Ta ki –ışıklar içinde yatsın- biricik Ulu Őnder Atatürk, eseri Türkiye Cumhuriyeti ile birlikte erkeğin kulluk derecesindeki hizmetkârlığından kurtardığı kadını eşit vatandaş düzeyine yükseltip haklarına, kimlik, kişilik ve özgürlüğüne kavuşturuncaya kadar!
Dert din değil! Dert, ezbere dinden ötesini bilmeyen cahillerin hazmedemedikleri lâik Türkiye Cumhuriyeti’dir!
Adamlar (E = mc2 )‘yi buldular, üstelik kanıtladılar da! Yetmedi, atom çekirdeğini parçalandılar, aya gidip geldiler. Daha da ilerilere gidebilmek için uzaya ûs kuruyor, dünyada da yaşam biçimini kökünden değiştirecek nanoteknolojiyi geliştiriyorlar – hızla!
Heyhat! Ya biz nelerle uğraşıyoruz? Bu kafayla bir de üstelik Avrupa Birliği ha?
Gülerler adama; el altından gülüyorlar da!
Beş yıl önce, 2005’te, Brüksel’in baskısıyla TCK’dan geri çekilen zorlama zinâ maddesinde olduğu gibi…
Bari Türkiye gülünç duruma düşürülmesin. Çünkü dünyada, „referansımız“ dedikleri İslam’ı değil laik ve sosyal bir hukuk devleti olarak devraldıkları Türkiye Cumhuriyeti’ni temsil ediyorlar. Yoksa öyle değil mi?
Türban ve tesettür dedikleri: Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu.
E. Fuat TEKÇE, 23 Ekim 2010 - Güncel Meydan