BAŞKANLIK SİSTEMİNİ İLK “O” İSTEMİŞTİBaşbakan Erdoğan 14 Mart 2003’te ilk kez başkanlık sisteminden söz ettiği demecinden bu yana belli aralıklarla bunu ülke gündemine getiriyor.
Başkanlık sistemi tartışmalarının iki boyutu var. Bunlardan birincisi
Türkiye gibi parlamenter demokrasi ile yönetilen bir ülke için bir “rejim değişikliği” (anayasal değişimle birlikte) anlamına gelmesi, ikincisi ise başkanlık sisteminin yönetsel uzantısı olarak “federalizmi” beraberinde getirmesidir. Türkiye için başkanlık sisteminin iki ciddi mahzuru vardır. Bunlardan birincisi demokratik tecrübenin/olgunluğun eksikliği ile tarihten gelen tek adam kültürünün hala yerleşikliğini korumasından kaynaklanan yüksek bir “dikta ihtimalini” içinde barındırmasıdır. İkinci tehdit ise az önce sözünü ettiğimiz federalizm planları karşısında üniter yapının ortadan kaldırılmasıdır.
Şimdi gelin bu tezlerimizi yakın geçmişte yaşanan başkanlık sistemi tartışmalarından bazı ibretlik noktaları anımsayarak tarihsel bir düzleme yerleştirelim…
İLK OLARAK ÖZAL Bu günlerde sıklıkla ifade edildiği üzere, başkanlık sistemini Türkiye’nin gündemine ilk getiren Özal olmuştur. Özal’ın Başbakanlık Müsteşarlığını yapan Hasan Celal Güzel’in deyişiyle “başkanlık sistemini en çok isteyen Özal’dır”. (Radikal, 22 Nisan 2004) 80’lerin ikinci yarısından itibaren Özal’ın hedefi anayasada başkanlık sistemine ilişkin köklü değişiklikler yaparak-gerekirse referanduma giderek-rejim değişiminin yolunu açmaktı. (Milliyet, 19 Ekim 1987)
Özal 83 sonrası süreçte Türkiye’nin idaresini tek elden yürütmeye alışmıştı. Ancak daha fazla yetki sahibi ve rakipsiz olmalıydı(!) Gerçek düşüncesi bu olmasa 1987’de yasaklı liderlerin siyasi yasaklarının kaldırılması amacıyla düzenlenen halkoylamasında hayır kampanyasının başını çekmez, demokratik hakların kullanımının önüne set çekmeye çalışmazdı!
1987 referandumu ve ardından gelen 1989 yerel seçimlerindeki mağlubiyetler Özal’ı siyaseten sıkıntıya sokuyordu. Aynı dönemde ısrarla gündemde tuttuğu başkanlık sistemi tartışmalarında kendisine çeşitli cephelerden, ANAP içinden bile yoğun tepkiler yükselmekteydi…
Örneğin 25 Şubat 1989’da Milliyet’ten Şamil Tayyar’a konuşan ANAP Genel Başkan Yardımcısı Oltan Sungurlu “bugün için böyle bir şeye gerek yok” diyordu. (Milliyet, 25 Şubat 1989)
1983-1987 yılları arasında TBMM Başkanlığı yapan ANAP Trabzon Milletvekili Necmettin Karaduman ise “başkanlık sistemi bizde hiç söz konusu değilken cumhurbaşkanının benzeri bir tutum içine girmesi her yönden sakıncalıdır. Ülkeyi tehlikeli siyasal gelişmelerle karşı karşıya bırakması kaçınılmazdır” şeklinde demeç veriyordu. (Milliyet, 20 Ekim 1989)
Kendi kurduğu partiden gelen itirazlara rağmen Özal başkanlık sisteminin gündemde kalmasında o kadar ısrarcıydı ki hiç geleneğinde olmamasına rağmen o günlerde bir iftar yemeği organize eden TÜSİAD’ın yalnızca Özal’ı davet edip, Başbakan Akbulut’u es geçmesi basında patronlar kulübünün başkanlık sistemine onay verdiği şeklinde yorumlanıyordu. (Milliyet, 12 Nisan 1990)
BAYKAL ÖZAL’I ELEŞTİRİYORAynı günlerde Trabzon’da bir basın toplantısı düzenleyen SHP Genel Sekreteri Deniz Baykal ise başkanlık özlemi sebebiyle Özal’ı ülkeyi anayasal krize sokmakla suçluyordu:
“Bu bir garabettir. Özal başkanlık sistemine doğru gayret sarf ediyor. Ülkeyi oraya sürüklüyor. Oysa bizde bu sistem yoktur. Bizde parlamenter sistem, meclisin üstünlüğü sistemi vardır. Şimdi parlamento yetkilerini hükümete, hükümet de cumhurbaşkanına devretmiş durumdadır. O da her işe karışıyor. İcranın anayasal yetkisi kalmamıştır. Özal’ın bu girişimleri rejim değişikliği zorlamasıdır”. (Milliyet, 22 Mayıs 1990)
Özal tüm muhalif seslere “gerekirse halk oylamasına giderim” diyerek meydan okuyordu. Bu da karşı cepheden Özal diktatörlüğüne doğru gidildiği seslerinin iyice yükselmesine yol açıyordu…
DYP lideri Süleyman Demirel ise başkanlık sistemine kökten karşı çıkıyordu: “Biz başkanlık sistemine şiddetle karşı çıkarız. ABD dışında başkanlık sisteminin yürütülebildiği bir başka ülke yoktur. Güney Amerika ülkelerinde hep darbeyle yürütülmüştür. Türkiye’nin şartlarına buna uygun değildir”. (Fikret Bila, Milliyet, 27 Mart 1991) Çok değil beş yıl sonra bu defa başkanlık sistemini Demirel gündeme getirecekti…
Ankara kulislerinde ise muhalefet liderleri gibi Başbakan Yılmaz’ın da başkanlık sistemine şiddetle karşı olduğu konuşuluyordu. Başbakanlık ile Çankaya Köşkü arasında gözle görülür bir çekişme vardı o günlerde. Cumhurbaşkanı Özal seçimler öncesindeki söyleminin aksine partiye ve hükümete müdahale ediyor, kararnameleri dahi imzalamıyordu. Dolayısıyla Özal’ı tek adama çevirecek olan bir sisteme O’nu frenlemek isteyen Başbakan Yılmaz’ın onay vermeyeceği kapalı kapılar ardında konuşuluyordu. (Milliyet, 5 Ağustos 1991)
Başkanlık sistemine sert bir şekilde karşı çıkan bir kişi daha vardı o dönemde:
Refah Partisi MKYK üyesi Recep Tayyip Erdoğan(!) Erdoğan’a göre başkanlık sistemi “Amerikan emperyalizminin bir tavsiyesi idi. Bir özentinin sonucuydu” (Birgün, 20 Nisan 2010)
Muhtelif çevrelerin görüşlerini okuduğumuzda görüyoruz ki esas mesele Özal’ın otoriter bir tek adam yönetimine gitmesinin “kuvvetle muhtemel” olmasıydı.
Aslına bakarsanız böyle düşünenler çok da haksız sayılmazdı.
Niye mi?
1987’de siyasal yasakların kalkmasına hayır kampanyasını yürüterek açıkça antidemokratik tavır takınmaktan çekinmeyen Özal değil miydi?
1989 yerel seçimlerinden birkaç gün önce televizyon ekranlarından ANAP’lı adaylara oy vermeyecek yöre halkına merkezi yönetimin hizmet götürmeyeceğini ilan ederek şantaj yapan aynı Özal değil miydi?
Yine aynı Özal değil miydi muhalefet partilerinden seçilecek yerel yöneticileri koltuğunda eli kolu bağlı, iş yapamaz insanlar olarak gösteren ilanları sayfa sayfa gazetelerde yayımlatan? (Bkz. Milliyet Gazetesi, 23 Mart 1989)
Demokratik bilinçten bu denli uzak olan Özal’ın başkanlık sistemi bir dikta rejimine gitmesi kaçınılmaz gözüküyordu!
Bu madalyonun bir yüzüydü…
FEDERALİZMDiğer yüzü ise federalizm idi. Biliyorsunuz, “Federalizm tartışılmalıdır” diyen Özal’ın kendisiydi…
Özal’a yakınlığı ile bilinen Cengiz Çandar O’nun zihninde yer alanları bakın nasıl anlatıyor: “Tabii, Özal'ın eyalet sistemine ilişkin tasavvuru, büyük ölçüde, kafasındaki başkanlık sistemine geçişle irtibatlıydı. Turgut Özal, ABD'ye benzer bir başkanlık sistemine geçilmesi eğilimindeydi. Başkanlık sistemiyle yönetilecek bir Türkiye'nin idari yapı olarak eyalet sistemine sahip bulunması da anlaşılır olacaktı. (…) Türkiye'nin vilayetlerden oluşan birkaç eyaletle yönetilmesinin doğru olacağı kanısındaydı. Örneğin İç Anadolu eyaleti, Akdeniz eyaleti, Doğu Karadeniz eyaleti gibi isimler olabilir. Diyarbakır da çevresindeki illerden oluşan bir eyaletin merkezi olabilir”. (Referans, 4 Mart 2007)
Görüldüğü gibi Özal’ın kafasında açık bir federal yapı/eyaletler sistemi vardı. Bu da en yakınındaki Çandar’ın ifadesiyle “başkanlık sistemine geçişle irtibatlıydı”. Tıpkı bugün olduğu gibi…Değerli okurlar, tarihi gerçekler Türkiye’yi başkanlık sistemine sokmak isteyen Özal ve diğerlerinin demokratik bilinç ve yetkinlikten uzak oluşlarını açık bir şekilde gözler önüne sermektedir. Bu bakımdan rejim değişikliği yoluyla diktatörlüğe gidileceği yönünde itiraz seslendirenlerin haksız olduğunu söylemek mümkün değildir…
“Anayasayı bir kere delmekle bir şey olmaz” diyebilen Özal ile 23 Nisan’da başbakanlık koltuğuna oturan temsili küçük başbakana “Yetki artık senin. İster asarsın, ister kesersin. Her şey sende” diyen Erdoğan arasında demokratik şuur yoksunluğu açısından bir fark var mıdır?
Çandar’ın anlatımıyla, Türkiye’yi eyaletlere bölme planı yapan Özal ile “Türkiye Türklerindir tezi yanlıştır. Kürtler için Osmanlı eyaletler sistemi gibi bir şey yapılabilir” (1993) diyen Erdoğan arasında Türkiye Cumhuriyeti’nin üniter yapısını tehlikeye atmak bakımından bir fark var mıdır? (Birgün, 20 Nisan 2010)
Değerli okurlar,
Esas mesele ne demokratikleşme ne de rejim değişikliğidir!
Yıllardır kâh perde arkasından yürütülen kâh Atlantik kıyılarından/okyanus ötesinden birilerine dikte edilen proje Atatürk cumhuriyetinin tasfiyesini müteakiben Türkiye Cumhuriyeti’nin önce eyaletlere bölünmesi sonra da parçalanmasıdır!
Kısacası, zarfa değil mazrufa bakmak gerekiyor…
Ali BİLGENOĞLUOdatv.com / 20.09.10
‘Başkanlık sistemi’yle birlikte ‘federasyon’
‘Başkanlık sistemi’yle birlikte ‘federasyon’ tartışılacak
Referandumun hemen arkasından ‘başkanlık sistemi’ için düğmeye basıldığı anlaşıldı. Bunun hemen arkasından BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş “Yapılacak yeni anayasada ‘demokratik özerklik’ ifadesinin yazılmasının gerekmediğini” söyledi ama aynı açıklamada “bölge yönetimi tarifinin eklenmesini istediklerini, bu bölge yönetiminin yetkileri, seçim usulleri, vs’nin yasa ile belirleneceğini” de söyledi.
Farklı konular gibi görünse de hepsi birbirine bağlı çünkü... BDP’nin ‘boykot ediyor’ gibi görünüp ‘Evet’e destek vermesi, AKP’nin büyük ihtimalle yine tek başına hazırlayacağı yeni anayasa, başkanlık sistemi, bunların hepsi birbirine sıkı sıkıya bağlı konular...
BDP’nin Evet desteği (boykot dense de Güneydoğu illerinde yüzde 90’lara varan Evet oyları ve tüm bölgenin haritada Evet gösterilmesini hatırlayalım) yeni anayasada ‘değiştirilemez maddeler’in değiştirilmesini ummasıdır ki adeta bunun sözünün verildiğini anlatan açıklamalar, köşe yazıları görüldü. Örneğin Öcalan “Referandumdan sonra size bir hafta-on gün zaman tanıyoruz” benzeri bir konuşma yaptı. Köşe yazılarında, TV konuşmalarında “değiştirilemez maddelerin değiştirileceği” dillendirildi.
Başkanlık Sistemi denilen sistemin ise ‘federal devletlere bölünme’ olmadan başarıya ulaşması mümkün değil. Nitekim Latin Amerika örneklerinin tamamında başarısız olduğu ve çoğunda darbelerle sonuçlandığı biliniyor. Neredeyse tek başarılı örneğin (birçok ülkede uygulanıyor denmesine rağmen) Amerika Birleşik Devletleri olmasının nedeni, adından da anlaşıldığı gibi ABD’nin küçük devletlerin birleşmesi ile oluşması. Bizde eyalet denen (gerçekte ise) devletler ve vali denen (gerçekte) başkanlardan oluşmuş.
Bu nedenle, aslından başkanlık rejiminde ‘yürütme’ yani hükümet-başbakan-bakanlar kurulu’nun, bunun yanında cumhurbaşkanının tüm yetkilerini tek başına üstünde toplayan başkanın diktatöre dönüşme ihtimali ortadan kalkıyor. Yani başkan yetkilerini Kongre’de bulunan diğer devlet başkanlarıyla paylaşıyor, onların onayını almadan karar veremiyor.
Bunun üstüne bir de bizdeki aşırı kutuplaşmaya karşılık ABD’de görüşleri birbirinden çok farklı olmayan, siyasi uzlaşma sağlayabilen sadece iki partinin ve tarafsız güçlü bir yargının oluşunu ekleyin. Başkanın diktatör kesilmesi neredeyse imkânsız.
ABD’de ve Avrupa ülkelerinde parlamenterleri millet seçiyor, Türkiye’de lider seçiyor. ABD’de izin verilmez ama Türkiye’de başkan aynen başbakanın olduğu gibi partisini de temsil edecek, artan tüm yetkileriyle birlikte mecliste kendi seçtiği çoğunluğa hâkim olacak ve parti çıkarına kararlar verebilecektir.
Federasyon olmadığı takdirde üniter yapıda başkan; ‘ABD başkanının gücünün en az 5-10 katına’ sahip olacaktır. Bu nedenle... Başkanlık sistemi netlik kazandığı gün Türkiye’nin federatif yapıya geçmesi tartışılmaya başlanacaktır zira ikisi birbirine bağlıdır.
Zaten Demirtaş’ın “Bölge yönetimi yetkileri, seçim usulleri vs.” sözü daha önce Öcalan’ın söylediği “kendi meclisi, kendi sağlık-eğitim sistemi, kendi ordusu olan özerk bölge” tarifinden farklı değildir.
Bence şimdiden tartışmaya başlayın. Çok yakında!
16.09.10
http://haber.gazetevatan.com/Haber/329098/1/GundemRuhat MENGİ