Başbakan'ı Adam Sananlardan Biri Benim, İşte Kanıtı…
Sayın Başbakanım,
Yüreğimiz şehitlerimizin acısıyla dolu her gün, içimden derdimi size dökmek geldi ve yazdım.
Sayın Başbakanım,
Ben neler yaşamadım ki; vatan sağ olsun deyip oğlunu askere gönderen ana ve babalara, sözünü tutamayıp, evlat diye al bayrağa sarılı tabutu gönderen ben.
‘'Devletim'' deyip güven sağlayan, zorda kalınca koyuna kuzuya yaylaları haram eden ben. Toprağa bile hasret bıraktım insanları ben. Dayanamadılar, göç ettiler birer birer.
Çoluk çocuğu alıp dağa çıkaran, onları katil yapan teröristlere engel olamadım ben.
Irak'ta yuvalandılar, ben seyrettim. İran besledi, ben seyrettim. Karış karış her patikayı sözde gümrük dediler, kestiler, haraç aldılar ben gene seyrettim. Bilemedim, kaçak terörü finanse eder. Gaflete düştüm, bilemedim. Dost bildiklerim, sırtımdan vurdu, terörü desteklediler göremedim.
Avrupa'da sıla hasreti çeken gurbetçileri haraca bağladılar, özgürlük dediler bölücü yayın yaptılar, bir katili bile teslim etmediler, anlayamadım. Elli bin can aldılar. Diyemedim insan hakkı, sizin bu yaptığınız değil. Kendi yurttaşımın hakkını bile arayamadım. Sürüklendim, bana oynanan oyunu göremedim.
Devlet sizin yanınızda, dedim ama kaçtım. DEP, HEP ve ona benzerler, zorla topladı evlatlarımı meydanlara, ben seyrettim, sanki yabancı, sanki el gibi. Bölücülük yapanlar şimdi oldu elçi, bir gider Barzani'ye, bir Talabani'ye. Bizim işimiz kimseden sorulmamıştır, diyemedim. Gaflet uykusundayım mıdır nedir, terörle mücadele kararlılığını bile gösteremedim ben. Ne iç politika kaldı ne de dış; karıştı birbirine. Ne sevdiğim belli oldu ne de sevmediğim. Gidecek yerim yok benim, herkesi aldattım, terk ettim. Yalnız bıraktım onları, çaresiz. Bilmem ki, cennet mi benim yerim yoksa cehennem mi! Ne dediysem yıllar önce, hepsi yalan oldu şimdi. Beni ateşe atsa haksız mı zebani! Şimdi çıkıp Barzani'den, Talabani'den, kılık değiştirir gibi isim değiştiren DEP'ten, Zana'dan medet umuyorum. Bir İmralı'ya gitmediğim kaldı aman dilemek için.
Duyar gibi oluyorum şehitleri, hesap soran tek tek. Aradan geçti yıllar ama hala ağlıyor analar, her geçen gün artarak. Peki, bunun hesabını kim verecek!
Aşkın vardı Konur vadisi kartalı! Şimdi Aktütün güneyinde bir tepenin adı oldu, aldı bizden yüreğimizi! Ardından Numan geliyor, sarışın yeşil gözlü, Yeşilbayırlı Numan. Şimdi köyün mezarlığında bir avuç toprak, nur içinde! Ya Alan Karakolu'nda şehit olan 18 asker! Ya Aktütün'dekiler, ya Ketina Boğazındakiler! Ya Van, Hakkari, Şırnak'ta kanları yerde kalanlar. Peki ya Bingöl'de, kurşuna dizilen masum, silahsız otuz üç asker! Tümü birden, koyun koyuna, elleri kenetlenmiş:
‘'Asil Türk Milleti'nin namus ve şerefini, vatanın bölünmez bütünlüğünü, sorumluluk bölgemizdeki hudut taşları arasında korumakla görevliyiz. Vatan ve Millet uğruna seve seve can vermeye hazırız. Komutanım!''
Onlar verdiği sözü tuttu; seve seve canlarını verdiler. Ama ben tutamadım! Yüreğim dayanmıyor, daha ne sayayım. Acımı anlatamıyorum; melekler uçuyor gökyüzünde, bakışlar hüzünlü, yürek hüzünlü, gönül hüzünlü. Yetmez mi canım Anadolu'ya bunca şehit kanı! Kime ne diyeyim, ne söyleyeyim…
Şehitlikte rütbe olmaz ama kimin kim olduğunu bilmemiz gerek. Al bayrağa sarılı cenazeleri kaldırılmaya başladık birer birer, önce asker. Ardından polis sonra öğretmen, ardından korucular yetmedi kadın, kız, çoluk çocuk, uğurladık gökyüzüne. Ben Ankara'dayım, verdiğimiz canların acısıyla dolu her gün, törenlere katılıyorum yüreğim param parça. İçimde kızgınlık, içimde öfke, nasıl olur bu nasıl, diyorum kendi kendime. Belki de tam o sıralar tanıştık, o koyu renk ve de ütülü elbiseli, koyu renk gözlüklülerle. Her gün geliyorlardı törenlere hiç aksatmadan ve gidiyorlardı. Kimsenin aklına gelmedi sormak: Başka işleri yok mu bunların diye? Soruyorum şimdi kendi kendime, ihanet nedir diye?
Aldatmak mı? Yok, yok bundan öte bir şey. Ülkesini satmak mı? Ülke nasıl satılır, mal değil ki o. Bizim için ülke, sadece sınırları belli kara parçası değil! Bir başka anlamı var ülkenin, bunu sözlükler yazmaz; tarihimiz, kültürümüz, sevincimiz, üzüntümüz, varlığımız. Ülke bir başka bizim için, ülkülerimizin yaşadığı, yaşandığı, yaşatıldığı yer ülke.
Peki ya göçler ne oldu, peki ya göç edenler? Onları ne arayan oldu ne de soran! Sanır mısınız ki onlar sebepsiz göç ettiler, bıraktılar yuvalarını, havayı, suyu, toprağı. Onları kaderine terk ettik biz ve sormadık bile! Çok göç oldu çok! Bilmem ki, bizim bin sene önce Orta Asya'dan Anadolu'ya yaptığımız göç bu göçe benzer mi? Göç deyip geçmeyin bir başka şey bu; acı dolu, gözyaşı dolu, hasret dolu. Toprağı terk etmek kolay mı? Ağacı, çiçeği, suyu, havayı terk etmek kolay mı? Zor ama çok zor, düşünce gücü bile yetmez anlamaya bunu...
Şimdi bize sık sık televizyonlarda gösteriyorlar; doğuda direniş, başkaldırı, isyan hazırlığı! İnanınız bana yok öyle bir şey, ben çoğunu tanıyorum onların Şemdinli'den, Van'dan, Hakkari'den. Bir zamanlar beraber savaştık PKK'ya karşı onlarla, onlar bu onlar, bizim bildiklerimiz. Şimdi ne mi oldu onlara?
Önce Felemez Ayranlı'dan, sonra Sabri ağa Konur'dan, ardından Ormancık köylüleri. Derken, Şıh Reşit de dayanamadı, Horyürek çekildi sınırdan. Bunları Üzümkıran izledi hani o kahraman, cesur insanlar, kışlık yiyeceği bile olmayan. Dereyanı'ndan Şakir de dayanamadı, terk etti o güzelim Konur Çayı'nı, çekildi Aktütün'e askere yakın olmak için. Ya o güzelim Van! Güneyde kimse kalmadı ki! Kimse sormadı onlara aç mısınız tok musunuz diye? Onlar da bir şey istemedi ki zaten, sessizce göçtüler evlerinden, ağaçlarından, sularından, canlarından. Bayrağımızı bile indirdik Cepkenli'den, gözyaşlı, gönül yaşlı. Astsubayım ağladı, yeni yaptığı kara fırını sökerken, o milletin gözyaşıydı ama bilemedik. Bilemedik ki; bu can bizim can, bu ağaç bizim, bu bayrak bizim, bu toprak bizim…
Ya kaçırılan çocuklar, onlara ne oldu? Bilemedik hallerini, koruyamadık, arayıp sormadık bile.
Benim ki bir tahmin; devran hızla dönmeye başladı o zaman, mertlik bozuldu. Göçlerle çatışmalar ve şehitler bir arada anılmaya başladı. Çatışmalar tamam; anında raporlar, hızlı takip, takviyeler, geniş çaplı operasyonlar. Şehitler tamam; tören hazır, törene katılacaklar hazır, zaten hep hazırlar!
Tabi ya, insanı insan olarak görmez, çıkarmazsak karanlıktan aydınlığa, reisi bilip aşireti bilmez, Ertuğrul Gazi'ye verilen öğüdü bile inkar edersek, olacağı budur: Ey Oğul! İnsanı yaşat ki, yaşayasın!!
Tabi ya, köyünde, toprağında yaşama hakkı vermezsek insanlara, ederse göç haliniz nicedir diye sormazsak, birkaç oy uğruna dere yataklarına yerleştirir, elektriği suyu verir, yağmur yağınca da ‘' yağmur yağdı böyle oldu'' dersek, olacağı budur!
Tabi ya, çoluk çocuk kaçılırken koruyamazsak, peşinden gitmeyip aksine arayıp sormazsak, olacağı budur!
Tabi ya, hududumuzu koruyamazsak, kaçağı önlemezsek, İran besler, Irak besler, Avrupa besler de biz seyredersek, olacağı budur; karga bu, onlar besler ama göz bizimdir! Ama yine de biz bunu görmez Zana'dan, Ahmet'ten, Barzani'den ve hatta İmralı'dan ve şimdi de Avrupa'dan medet umarsak olacağı budur! Allahtan, binlerce yıllık köklü bir tarihimiz var da yıkamıyorlar bizi, sakal misali, kesiyorlar ama daha gür çıkıyor…
Benim derdim şehitlerim. Benim derdim ülkem, bayrağım, vatanım. Benim derdim atalarım, bakamıyorum yüzlerine. Geçen elli yıl ömürden oldu avuç içinde bir buz, göz göre göre eriyor, engel olamıyorum. Kahrediyor beni, göz göre gidiyor tüm değerler, sahip olmakla gurur duyduğumuz. Hep soruyorum kendime, bu biz miyiz, diye? Acı olanı, bu biziz, aynaya bakıp da gördüğümüz, biz. Daha da kızıyorum, öfkeyle kendi kendime soruyorum, insan tarihine ihanet eder mi hiç!
Sayın Başbakanım,
Malumlarınız üzere, terörle mücadele kararlılık işi. Demokratik sistemde yasal çerçevenin çizilmesi işi. Ama düşünüyorum ki, bunlar bizde yok! Biz Türk Milletiyiz, biriz ve beraberiz ama kararlı olması gerekenler, Kürt sorunu var deyip İmralı'nın siyasi kanadına cesaret veriyorlar, diye düşünüyorum. Üstüne üstlük Kürtçe yayın, Kürtçe dergi, gazete. Daha yokluktan Türkçe öğrenememiş halkımıza Kürtçe öğretmenin hem de Türk Devleti içinde, anlamı nedir diye düşünürüm. Bir yandan Kürtçe gündeme getirilirken, Türk Devletindeki Türklere, Türkiyeli demek, Türk olmaktan gocunmayanlar kendine Türk diyebilir demek, acaba ne demek diye düşünürüm.
Terörle mücadele ede duralım, irtica cenahında ne olup bittiğinden haberimiz yok. Acaba tarikatlar, vakıflar vasıtasıyla fakir öğrencileri yurtlara alıp, biz okuturuz deyip, Atatürkçü beyinler, fikri hür, vicdanı hür beyinler yıkanıyor mu diye de, düşünmekten kendimi alamıyor ve korkuyorum. Korkum; demokratik, laik bir hukuk Devleti olan Atatürkçü Türkiye Cumhuriyeti'nin insana olan saygısı ve tanıdığı hakların kötü niyetle kullanılmasıdır!
Siz büyüğümüzsünüz, elbette, saydıklarımın gelecek için bir tehlike arz edip etmeyeceğini en iyi siz bilirsiniz. Ama derdimizi size söylemezsek kime söyleyeceğiz, Sayın Başbakanım.
Son üç yıldır AB ile yatıp kalkıyoruz. Her gün bir yasa değişiyor; ne değişiyor, niye değişiyor bilmiyoruz. Milli servetimiz özelleştirme adı altında satılıyor; kim alıyor, niye alıyor, bilmiyoruz. AB diyorlar, CMK çıkıyor; suç arttı, suçlu arttı, evden çıkamaz olduk. Polisimizin, Jandarmamızın elini kolunu bağladık ama böyle bir uygulamayı biz AB'de bile görmedik. Aklımıza Denetleme Kurulları geliyor, referandum geliyor, Atatürk'ün Bursa Nutku geliyor, işler iyi gitmediğinde halkın sağduyusuna güvenmek gerek, diyor ve tevekkül ediyoruz.
Bizim halimiz budur, Sayın Başbakanım. Korkarız, terörle mücadele deyip, asıl teröristler meydanlarda boy gösterirken dağlarla mücadele etmiş olmaktan! Korkarız, Atatürk'ün laik Cumhuriyeti'nin başına bir şey gelmesinden! Korkarız, yalnız ve çaresiz kalmaktan, yokluk içinde yoksulluk içinde.
Bizim büyüklerimizin, Türk Milleti'nin büyüklerinin alacağı her kararın gene Türk Milleti'nin mutluluk, huzur ve güvenliği için olacağından hiç şüphemiz yoktur. Saygılarımla arz ederim.
O8.08.2006
Erdal Sarızeybek
Türk Milleti'nin bir evladı
Erdal SARIZEYBEK, 4 Ocak 2011