BAŞINDA TORBASI EKSİK

BAŞINDA TORBASI EKSİK

İletigönderen Feza Tiryaki » Cum Ara 03, 2021 16:27

BAŞINDA TORBASI EKSİK

Hep, geriye dönebileceğimizi, elbet bir gün düzelebileceğimizi düşlerdim. Öyle bir “yaygara yetmiş” ki çevremiz, öyle başıbozuk dolu ki ortalık, bundan sonra eski normal günlerimize dönmemiz olası gözükmüyor.

Önceleri, bu iktidardan önce, üniversitelerimiz ülke gündemine karışırdı, aydınlar olana bitene kayıtsız kalamazlardı. Yandaşlık yine olsa da bu kadar açıktan yapılamazdı. Öğrenciler çevrelerine duyarlıydılar. Ortaöğretim ilköğretim Atatürk ilkelerine göreydi. İyi kötü sendikalar vardı, çalışanın sesiydiler.

Aile toplumun temeliydi. Kale gibi sağlamdılar. Boşanmalar zordu. Zina yasaktı, cezası ağırdı. En önemlisi, “Andımız” okunurdu okullarımızda. Ordumuz yüzyılların bin yılların geleneğinden gelen okullarda yetişirdi. Genelkurmay başkanlarını ezbere bilirdik. Gericiliğe karışmışlar ordudan atılırdı. Devlet okulları okuldu. Anadolu Lisesi adlı ayrımcı eğitim, yabancı dil düşkünlüğü, özenti, her yanı bu derece sarmamıştı. Kitaplar parasızdı. Dersler Atatürk ilkeleri gözetilerek işlenirdi. Sözleşmeli öğretmenlik yoktu, öğretmenler, memurları koruyan memur yasasıyla kendilerini güvende hissederlerdi, kimse keyfi atama yapamazdı, işten alma öyle kolay değildi, yüz kızartıcı bir suç işlemeyenin yeri ölene kadar onundu, memur demek yaşam güvencesi demekti. Bu gün işten at, yarın işe al rezilliği duyulmamıştı henüz, memurluğun bir töresi yasası vardı. Saygınlığı vardı. Güvencesi vardı.

Şimdi öyle mi ya?

Her yanı özel okullar sardı. Özel dershaneler… Paralı okullar. Parayla eğitim öğretim. Toplum ayrıştırıldı. Türban kamuya sokuldu (2013). En çok da herkese eşit mesafede durması gereken yargıya yakışmadı. Öğretmene hiç yakışmadı.

Kız öğrenciler türbanlandı. Okullara Peygamberin Hayatı Dersi, seçmeli Kuran kursu dersi girdi. Dersler bilimden koparıldı, vicdanda kalması gereken din, sömürüye açıldı, kullanıldı…

Televizyonlar, dizileriyle, gündüz kuşağı kadın yayınlarıyla toplumu yozlaştırdılar, geleneksel kültürümüzden uzaklaştık, arsızlaştırıldık. Utanma kalktı. Yabancı yaşamları örnek aldık, daha çok açıldık, daha çok kapandık. İki zıt kutup oluştu toplumda. Kadınlara saldırı arttı. Kadınlar kızlar aileden koptular… Aldatma, yolsuzluk, hırsızlık aldı başını gitti…

Toplumumuzdaki yozlaşmaları gördükçe aklıma hep o fıkra geliyor. Sekreter fıkrası. Güdülerine yenik erkek. Utanmazlık. Gösteriş!

Batı’da doğum günleri çok önemlidir, mutlaka kutlanır. Fıkra Batı'dan:

Doğum gününde, sabah, işadamına ailesi soğuk davranır. Görünüşte adamın doğum gününü unutmuşlardır. Karısı öyle, çocukları öyle… Kimse doğum gününü kutlamaz, hatırladığını belli etmez.

Adam işe gider, arkadaşları da tek söz etmezler doğum gününden, canı iyice sıkılır ama o ne? Sekreteri doğum gününü unutmamıştır, kutlar kendisini, iş çıkışı bir de üstelik gelin bir yerde bir şeyler yiyelim bu günü kutlayalım demez mi? Adam delirir sevinçten. Yemek dönüşü sekreterin onu evine kahve içmeye çağırması… Artık işadamını tutmayın, aklı başından gitmiştir. Neyse sekreterin evine giderler, sekreter der ki, ben şimdi yan odaya geçiyorum, sen de biraz sonra ardımdan gel.

Odada adamı bir sürpriz beklemektedir. Tüm iş arkadaşları, karısı, çocukları, akrabaları oradadır, ellerinde mumlar, ışıltılı çakmaklı kibritler hep bir ağızdan “İyi ki doğdun” şarkısı söylenmekte, muhteşem bir pasta ortadaki masayı süslemektedir.

Şimdi ne var bunda, ne güzel sürpriz diyeceksiniz. Fıkrayı bilenler de acı acı güleceklerdir.

Adam yan odaya geçtiğinde onu böyle güzel bir sürpriz beklemektedir ama adamın ayağında yalnızca çorapları vardır, çırılçıplaktır.

Şimdi bu fıkraya gülebildiniz mi? Yoksa içiniz mi acıdı insanlığın gösteriş merakına, bu uğurda düşülen gülünç - çirkin durumlara, aldatmanın bu kadar kolay olmasına, sevgisizliğe, her şeyin ama her şeyin gösteriş üzerine kurulmasına…

Bu fıkradaki durum gibi halimiz. Duygularımızı yitirdik. Yapaylık sardı dört bir yanı.

İki yıl önce, böyle kutlamalı bir gazete haberi çok konuşulmuştu.

Nisan 2019’da, Çorlu’daki bir özel okuldan bu tür bir gösteriş haberi yayılmıştı ortalığa. Okulun iç mekânı, katlarda toplaşanlar görülüyordu aşağıdan. Her yan öğrenci, havada balonlar, konfetiler, bağırış çığırış… Binanın ışıklarıyla aydınlanıyor ortalık, yer altındayız sanki, gün ışığı girmiyor içeriye. Cehenneme düşülmüş gibi, çocuklar yukarlarda üst üste toplaşmış, aşağıya bakıyorlar.

Aşağıda sürpriz yapılan öğretmen. Sekiz ay aradan sonra okula ilk geldiği günün sürpriziymiş bu. Kanseri yenmiş okuluna geri dönmüşmüş, tüm okul bu anı kutluyormuş.

Ne sakince bir salonda, ne öğretmenler odasında toplanılmış, ne sakin sakin güzel sözler edilmiş, ne bir müzik dinletisi düzenlenmiş. Varsa yoksa şamata, gürültü, habercilere dönük gösteriş! Kolay mı televizyonlara çıkacaklar, okulun adından söz edilecek. Resmi gösterilecek, çok katlı beton yığınının. Patron, hepsinden çok memnun olmalı…

İki yıl önce bu koparılan gürültüyü, öğretmenin oradaki durumunu görünce üzülmüştüm. Bizim okullarımız bu halde mi? Biz ne olduk böyle? Küçük Amerika böyle mi olunuyor demiştim. Hem sekiz ayda kanseri yendi denir mi birine? Sonra güreş mi bu, biri yenecek? Hastalık atlatılır, geçirilir… Hem hastalık tekrarlarsa bu yapılan ters tepmez mi? Neden bir sakinleşmiyoruz, duygularımızı güzel sözlerle anlatmıyoruz.

Sonra sormuştum kendime, neden, akılla, gönülle kutlamıyoruz kutlanacak anları? Eskiden duygularımızı kağıda dökerdik. Resimle anlatırdık. Çiçekleri dile getirirdik… Sazımız sözümüz yeterdi içimizdekini söylemeye… Nereden yakalandık bu gösteriş merakına? Okullara kadar girdi yapaylık. Bireylikten robotluğa geçtik…

Aradan iki yıl geçmiş. Gazetelerde, geçenlerde, yine aynı haber, bu kez değişiği: “M. Öğretmen bu kez kansere yenildi.” Ölüm haberi veriliyor. İki yıl önceki kutlamadan da söz ediliyor.

Örnek alınması gereken devletin haber kanalı (TRT) ise bunu yapan, diyecek söz kalır mı? Balık baştan kokmuş: “Kanseri Yenen Muharrem Öğretmen Okulda Böyle Karşılanmıştı.(eski videoyu yeniden koymuşlar) Acı haber geldi. Muharrem öğretmen kansere yenik düştü.”

O gereksiz, vakitsiz yapılan şamatadan, okul reklamı kokan şımarıklıktan dolayı üzülen mahcup olan acaba olmuş mudur? Zaten o gösteri sonrası öğretmenleri de şımarıklığa dikkat çekmişti: “… mesajlarıyla, resimleriyle, şımarık görüntüleriyle destek olan bütün öğrencilerime... Teşekkür ediyorum, sizleri çok seviyorum…"

Hemen bir iki gün sonra, bunun benzeri bir olay daha. Bu kez bir bayan öğretmen evinin camında. Anaokulu öğretmeniymiş. İki aylık kanser tedavisini başarıyla geçirmiş, kanseri yenmiş. Evinin önüne bir dolu yetişkin öğrenci getirilmiş. Hepsi çığlık çığlığa, eller uzanmış havaya parmaklar sallanıyor, şarkı gibi bir şeyler söyleniyor. “ Senden daha güzel, senden daha güzel…”

Öğretmen, üçüncü katın penceresinde. Bir elinde balonlar, başı bir bezle örtülü gibi gözüküyor. Üstünde tişört. Bir resim, ev içinden çekilmiş, öğretmen, çorap benzeri pantolonuyla, ev haliyle, yalınayak odaların önünde.

Yine okulunun adı, kişi adı, yaptıranın adı. Bir iş adamının reklamı, hasta bir eğitimci üzerinden, eğitimci kullanılarak veriliyor. Ne çocuklar öğretmene uyuyor, anaokulu öğrencisi falan değiller, ne görüntüler öğretmene yakışıyor, ne o çıkarılan şamata o yaştaki öğrencilere yakışıyor…
Aksaray’dan da böyle yeni bir haber var. Öğretmenleri sekiz aydır kanser tedavisi görüyormuş, yine öğretmenleri camda, yanında tarikat usulü türbanlı eşi. Öğrencilerin öğretmenleriyle buraya gelişleri sınıftan çıkmalarından başlanarak, otobüsten inişlerine kadar filme çekilmiş. Belgesel çevrilmiş gibi. Evin içi de gösteriliyor, açık salon kapısından koltuk kanepe… Gelenler kapıda, hasta öğretmen dışında herkes maskeli. Öğrenciler, dışarıda, kirli pis bir sokaktalar. Karşıda inşaatı yarım bir beton blok. Çirkin kentleşme örneği. Öğretmenin okulunun adı: Abdülhamit Fen lisesi.(Şaşırmayın artık böyle. Cumhuriyetin bildiğimiz simge adları çoktandır okullara ad olarak verilmiyor.) Adı yanlış yazmışım, ikinci kez habere bakınca gördüm: “Abdülhamid Han Fen Lisesi” olacaktı.

Evinde ölen öğretmenin cesedinin beş yıl sonra bulunması… Olay geçen haftadan, Bodrum’dan. Ailesiz, arkadaşsız bir emekli öğretmen. Yaş, altmış sekiz imiş. Beş yıl içinde, devlet katından da, elektrik su idaresinden de olsun aranmamış. Arabasını yıllar önce kapısından çekmişler, belediyeden de aranmamış. Yakının yoksa sen de yoksun misali.

Bayburt’tan, bu acı haber de. Altı yıl önce meslekten atılan, sonrasında bunalıma giren bir öğretmenin baraj gölünde cesedi bulunmuş.

*
Duygularımız köreldi, geriye o fıkradaki gibi yaşamı gösterişe odaklanan, utanmayı unutan insanlık kalıyor…

Yine Müge Anlı ne diyordu son yayınlarından birinde, çocuğu yaşında bir genç adama kanan, evlilik vaadiyle dolandırılan, iki evini satıp parasını kaptıran koskoca kadına, Safiye’ye; “Oğlun kaç yaşında? “Yirmi beş.” “Bu yirmi dokuz yaşında. Biraz dişini sıksan…”

O kadıncağız biraz dişini sıksa (!) nasıl oğlu yaşındaki birini bulacaksa, bizler de biraz dişimizi sıksak, tüm örf ve adetlerimizi unutacağız. Ar damarımız iyice çatlayacak. Küçük Amerika olup çıkacağız…

Arlanmadan televizyona çıkan Safiye Hanım’a, oğlu için, “Nasıl kandırdı seni, senin hiç aklın yok mu diye soran baba kadar bile değiliz. Soru sormayı unuttuk.

Bizi kandıran kandırana… Oyununa katan katana…

Eskiden başında torbası eksik derlerdi insanlığını yitirenlere…

Böyle gidersek, bu kadar gösterişe düşersek, utanmayı unutur, her işimiz reklama, yayına, alkışa dönük olursa, bu tür yayınlara dur diyen olmazsa, okulları böyle özelleştirir parayla okul adı satmayı sürdürürsek… Ülkemizin şirket gibi yönetilmesini böyle seyredersek…

*
“Kimseyi görmedim ben / Senden daha güzel/ Kimseyi tanımadım ben/ Senden daha özel” “Kimselere de bakmadım”
“Sana nerden rastladım?/Oldum derbeder / Kendimi sana sakladım/ Senden daha güzel”

Öğretmene böyle sesleniliyor…

Bu şarkı, öğretmenler gününün yeni şarkısı, modası imiş meğer. İlkokul çocukları bile oynayarak okuyorlar. Öğretmenleri de dizlerini kırarak katılıyorlar onlara. Şenlik gırla gidiyor. Bilgi ağını açıp bakın yüzlerce belki binlerce bu şarkıyla kutlama kaydı konmuş. Öğretmenler Günü denilince Türk Dil Devrimi akla bile gelmemiş.

Duman adlı popçu okurmuş bu şarkıyı. Öğretmenlere hele bir kadın öğretmene bu sözlerle seslenilir mi? “Kimselere bakmadım” ne demek? Her yanımızdan sahtelik, gösteriş, duygusuzluk akıyor…

Eski şarkılarımız, eskinin öğretmenlere söylenen anlamlı dizeleri, çocuksu sözleri bir bir mazi oluyor… Okullarımızın adları gibi her yanımız her şeyimiz değiştiriliyor…

Feza Tiryaki 2 Aralık 2021
Ek:
https://www.trthaber.com/.../muharrem-o ... -kansere...
https://www.trthaber.com/.../kocaelide- ... tedavisi...
https://www.youtube.com/watch?v=yEUk--F9L3s
Kullanıcı küçük betizi
Feza Tiryaki
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 998
Kayıt: Sal Kas 09, 2010 14:12

Şu dizine dön: Feza TİRYAKİ

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x