Basını Kim Boğuyor?
Bekir Çoşkun olayı ile ortalık çalkalandı. Yakında bu haber de ‘solacak’! Sonra ‘adı bilinen’ bir başka yazarın işini kaybetmesiyle yeniden alevlenecek, ve sonunda ‘kalem katliamları’ ‘vaka-i adiye’ haline gelecek !
4. KUVVET, BASIN, 40’lı yıllarda da 50’lerde de büyük baskı görmüştür. 60’larda biraz nefes almış, 71 darbesiyle en şiddetli şekilde susturulmuştur. 80 darbesiyle basın özgürlüğü kavramı, yerini ‘sahiplerinin sesleri’nin özgürlüğüne bırakmıştır.
Sonraki dönemde Necip Hablemitoğlu, Uğur Mumcu gibi ABD İsrail, CIA, Pkk, mafya, mason bağlantılarına burnunu sokan gazeteciler infaz edilmişlerdir.
1990’larda özel televizyonculuk, Atlantik ötesinin emri ve kasa gücüyle başlatılmış, küresel denetimde, post modern bir basın gücü yaratılmıştır. Bu güç 4. kuvvete tüm ağırlığını koymuştur. Bab-ı ali gazeteciliği bitmiş, gökdelen gazeteciliği başlamıştır. Bu güçün içinde gazeteci’den daha fazla, okyanus ötesindeki ‘enstitülere’ bağlı ‘aydınlar’ vardır.
Soros gazeteciliği
Bu tip basının sahneye çıktığı ilk yıllar, aynı zamanda, Amerika’nın ‘demokrasi projesi’nin hedef ülkelerde yol aldığı yıllardır. Sovyetler çökertilmiş, Gusinski, Soros vasıtasıyla basın karteli olarak Rus toplumuna sahte haber servisine başlamıştır.
Yugoslavya’da B92 ve benzer CIA maşaları, OTPOR gibi ABD menşeili STK’larla beraber bölünme ve yokolma projesinin hoparlörü olmuşlardır.
Gerçek gazeteciler, sorgulayan, milli çıkarları gözeten, haberin dibine inenler susturulmuş, işsiz bırakılmışlardır.. Yerlerine post modern , küresel ve yerel iktidara gömülü (embedded) gazeteciler gelmiştir. Çoğunun istihbarat örgütleriyle ‘yakın’ ilişkileri, ABD AB büyükelçilikleri nezdinde itibarları, Bilderberg toplantıları davet listesinde adları vardır. Amerikan silah şirketlerinin dergilerine de, Avrupa Birliği organlarının matbuatına da, Pentagon danışmanlarının sitelerine de, CFR’nin Foreign Relations gibi çok özel yayınlarına da yazabilir olmuşlardır.
Yüksek aylık gelirleri yanısıra, Okyanus ve Edirne ötesinden fonlanmışlardır. Karen Fogg’un E-postalları adlı kitapta, isimleri ve yazışmaları mevcuttur. Yılmaz Dikbaş 2000 adedinin fonlandığını ve ‘workshoplandığını’ yazmış, belgelemiştir.
2002’den bu yana özel televizyonlarda, ve parlak gazetelerde köşeleri kapmışlardır. Batıyla ilişkileri ölçüsünde gökdelenlerin zirvelerine, ekranların başköşelerine yükselmişlerdir. Ne de olsa topluma şekil verme işiyle uğraşmaktadırlar..
1983’de ABD ‘Demokrasi projesini’ açıklarken, medyanın ve eğitim kurumlarının ASLİ rol üstleneceğinden bahsetmiştir. ABD’yi yöneten ve dünyayı yönetmeye soyunan küresel çete, dünyayı işgali MEDYA yardımı ile yapacağını açıklamıştır. Dünyanın bir çok ülkesinde öncelikle bağımsız basın yayın ele geçirilmiş, yönlendirici unsurlar okyanus ötesinden atanmıştır. Bugün Türkiye’deki bir çok televizyonun başında Amerikalı ‘atanmışlar’ vardır..
CNN Turk, NTV kurulurken, örnek niteliğindeydiler ve ‘Dışardan’ kontrollü oluşturulmuşlardır.
2002’ye kadar tam olarak ‘el atılamamış’ olan TRT, 2004 itibariyle kurcalanmaya başlanmış, önce bir kaos yaratılmış, daha sonra inanılmaz ‘atamalarla’ şekillendirilmiştir.
Ekranda Hüseyin Çelik. Bekir Çoşkun’un işine son verilişiyle ilgili konuşmasına boş boş bakıyorum: Bırakın iktidarın gazete yönetimini aramasını, bir telkinde bile bulunulmamışmış…
TRT’deki işime son verildiğinde, programımla ilgili olarak Meclise verilen bir soru önergesine Bülent Arınç’ın cevabı geldi aklıma.
‘Programın doğal süresi tamamlandığı için’ bitirildiğini söylemişti. Oysa benim TRT’nin 2. adamının ağzından duyduğum cümle şöyleydi:
‘Ahh Banu hanım, ne yapalım, İsveç, Amerikan, İsrail büyükelçilikleri çok baskı yaptı. Sizden ayrılmaya mecbur kaldık!’
Birçok kişi dışardan ve çok uzaklardan müdahale ile işini kaybetmiştir. 2008 itibariyle, TRT’nin direnç noktaları tümüyle kırılmış, kadrolar tamamen el değiştirmiş, batılı danışmanlar ve büyükelçilik görevlileri basında söz sahibi olmuşlardır.
İşin acı yanı, maddi ve manevi zarara uğramış gazetecilerin haklarını savunmakla yükümlü kurum Türkiye Gazeteciler Cemiyeti de bu süreçte üzerine düşeni yapamamıştır. Bekir Çoşkun olayından sonra onların da seslerini çıkarmaya başladıklarını görmek çok sevindirici.
Ben o desteği alamamıştım. TGC Yönetim kuruluna başvurmuş ve desteklerini rica etmiş, cevaben beni ‘destekleyemeyeceklerini’ duymuştum.. Nedenini sorduğumda, ‘Her işinden atılan gazeteci için açıklama yapamayız ki!’ demişlerdi.
Sağolsunlar ikinci isteğimi yerine getirdiler ve basın açıklamam için Burhan Felek salonunu bana verdiler. Basın toplantısı sırasında, Arslan Bulut ve rahmetli Kemal Çapraz, iktidarın basın politikasını eleştiren konuşmalar yapınca içeri dalan TGC yönetim kurulundan kıdemli bir meslekdaş, sert bir dille salonu boşaltmamızı istemişti.
Şimdi geldikleri noktada, gazetecilere sahip çıkma kararlarını kutluyorum. Ama Türkiye’de ‘değişim’ ve ‘Dönüşüm’ projesine hız veren küresel çetenin bilincine varmalarını ve bu bilinçle davranmalarını da diliyorum.
Çünkü 4. kuvvetin amiral gemisi TGC, British Council’la, Konrad Adenauer vakfıyla, ve benzer istihbari kuruluşların yardım ve işbirliğiyle korkarım, Türkiye’nin gazetecilerine el uzatamaz konumda kalacak ve dolaylı olarak onları attıranların yanında mevzilenmiş olacaktır..
Bekir Çoşkun’a, ve işlerini haksız yere kaybeden, kalemleri susturulan yüzlerce gazeteciye ‘Bu da geçer!’ diyorum.
Kıvrılıp bükülmeden, başka ülkelerin gazetecisi olmadan, kendi meslekdaşlarını harcamadan dik duruş gösteren, gerçeğin uğruna parasız yaşamayı yeğleyen, bu ülkenin gerçek gazetecileri önünde saygıyla eğiliyorum
Genç meslekdaşlarım, mücadele esas şimdi başlıyor..
Bizi yok etmeye , susturmaya çalışanların maskelerinin altına bakalım. Küresel güçlerin kolları sarılmış 4. kuvvete. Nefessiz bırakana kadar sıkıyor…
Bu sarmaşığın kollarını keskin kalemler kesecek, ve Hasan Tahsin torunları nefes almaya ve yazmaya devam edecek!
Banu AVAR, 24 Eylül 2010
http://www.banuavar.com.tr/?pg=articles&id=65
Elmek: banuavar@superonline.com