Başka açılardan Suriyeli sığınmacılar sorunu - Ümit ÖZDAĞ -31 Aralık 2018

Genel & Güncel Konular

Başka açılardan Suriyeli sığınmacılar sorunu - Ümit ÖZDAĞ -31 Aralık 2018

İletigönderen İlteriş Kağan » Pzr Kas 14, 2021 6:00

Suriyeli sığınmacıların Türkiye için oluşturduğu ağır tehdidi Sayın Meral Akşener dışında gündemde tutan siyasi lider ve İYİ Parti dışında siyasi parti yok. Emperyalizm ve bilinçsiz AKP rejimi Suriyeli sığınmacıların Türkiye'de kalmasını istiyor. Böyle bir şeyin gerçekleşmesi Türk devleti ve milletinin başına gelebilecek en büyük felakete yol açacak. İYİ Parti, emperyalist bir projeyi tarihe gömme mücadelesi veriyor.

Sığınmacılar ve mülteciler denilince üzerinde durulması gereken olgulardan birisi de bu konu üzerinde çalışan sivil toplum örgütleridir. Bu örgütler sürekli olarak "sığınmacılar geldikleri ülkede kalırlar, geri döndürmeye çalışmak boşuna çabadır" şeklinde bir tezi işliyorlar. Öncelikli olarak şunun altı çizilmelidir ki, bu STÖ'ler mültecilerin ve sığınmacıların varlıkları ile sermaye oluşturmakta, proje yapmakta ve para kazanmaktadırlar. Ellerini ovuşturup bu projelerden elde edecekleri gelirlere odaklı STK'lar, müteahhitler, danışmanlar var. Suriyeli çocuklar için yapılacak 100 okulun ihalesini alınca, parayı aralarında nasıl bölüşüp, hangi model BMW, nerede villa alacağını konuşan müteahhitlerin ses kayıtları internette yayınlandı.

Batı ısrarla almıyor...

Bu STÖ'lerin büyük bir bölümünün Batı tarafından finanse edildiği göz önünde tutulmalıdır. Batı ısrarla almadığı Suriyelilerin Türkiye'de kalması için çalışmaktadır. Çünkü Batı da bilmektedir ki, Türkiye'nin içinde oluşacak güçlü bir Arap milliyetçiliği Türkiye'ye karşı kullanılabilecek büyük bir baskı aracı olacaktır. Bundan dolayı, örneğin AB'nin Türkiye'de desteklediği projelerin hepsi Suriyelilerin Türkiye'ye entegrasyonu projeleridir. Hiç geri dönüş üzerinde çalışılmamıştır. Oysa birçok Suriyeli, ülkesine dönmek istemektedir. En kötü tahminlerde Suriyelilerin yarısının geri dönmek istediği ifade edilmektedir. Eğer, Türk devleti Suriyelilerin geri dönmesi için gereken şartları oluşturursa çok kısa zamanda bu oran %95'lere çıkacaktır. Suriyelilerin çok önemli bir bölümünün bireysel iradesi bile yoktur. Özetle, anne-babaları döndüğü zaman onlar da dönecektir. Türkiye'de yaşayan 0-4 yaş grubundaki Suriyeli sayısı 552 bindir. Suriye hükümeti de Rusya ile iş birliği yaparak bu insanların Suriye'ye dönmesi için çalışmaktadır.

Öte yandan Türk Milletinin çok büyük bir bölümü, sağduyusuyla, bütün medya kaynaklarından yanıltıcı bilgi aktarılmasına rağmen Suriyeli sığınmacıların oluşturduğu tehdidin büyüklüğünü hissetmişlerdir. Bilgi Üniversitesi tarafından yapılan "Kutuplaşan Türkiye" adlı araştırmada seçmenlerin %84-85'inin Suriyelilerin ülkelerine dönmesini istediğini görüyoruz. Bu oran, İYİ Parti seçmeninde %97, MHP seçmeninde %95, CHP seçmeninde %94 ve AKP seçmeninde %84 civarındadır. Türk Milletinin üzerinde uzlaştığı tek şey, Suriyelilerin Türkiye'den gitmesidir. Başka hiçbir konu üzerinde bu kadar büyük bir uzlaşma yoktur. İYİ Parti, Suriyeli sığınmacılar vatanlarına dönsün derken, bu aslında Türk Milletinin talebidir.

Erdoğan neden Suriyelileri Türkiye'de tutmak istiyor?

Emperyalizmin Suriyeli sığınmacıların Türkiye'de kalmasını istemesinin iki nedeni vardır. Birincisi, Suriye'nin kuzeyinde kurulması hedeflenen PKK'istan için coğrafya oluşturmak amacı ile etnik temizlik gerçekleştirmektir. İkincisi için ise önümüzdeki on yıllarda Türkiye'de çıkarılması hedeflenen iç savaş için Suriyeli Araplar aracılığı ile etnik sosyoloji oluşturmaktır.

Emperyalizm Suriyeli sığınmacıların Türkiye'de kalmasını bu nedenlerle isterken Erdoğan da Suriyeli sığınmacılara vatandaşlık vererek Türkiye'de kalmalarını sağlamak istemektedir. Erdoğan, Suriyelilere Türk vatandaşlığı verme hedefini zamana yayarak Türk halkının tepkilerini kontrol altına alarak vermeyi hedeflemektedir. Çünkü Erdoğan da bilmektedir ki, Türk halkı Suriyeli sığınmacıların ülkelerine dönmelerini istemektedir. Bundan dolayı Erdoğan konuyu zamana yayarak, bazen "Suriyelileri geri yollayacağız" söylemleri ile tepkileri azaltarak hedefine doğru ilerlemektedir. Erdoğan bazen "Suriyelilere vatandaşlık müjdesi" vermekte bazen "Afrin'de ele geçirilecek yerlere Suriyeli sığınmacıların yerleştirileceğini" ifade ederek Türk halkının tepkilerini azaltmaya çalışmaktadır.

Vatandaşın aklına hakaret

Erdoğan'ın Suriyelilere vatandaşlık vermek istemesinin birkaç nedeni vardır. İlk akla gelen neden Suriyelilerin vereceği oylar ile iktidarını güvence altına almayı hedeflemesidir. Bu doğru olmakla beraber tali nedendir.

Erdoğan'ın asıl amacı; Türk devletinin demografik yapısını değiştirerek millet kimliği yerine ümmet kimliğine dayanan yeni bir sosyoloji yaratmaktır. Erdoğan bu sosyoloji üzerinde amaçladığı hilafet rejiminin daha rahat oturacağını düşünüyor.

Yavaş yavaş alıştırma diye adlandırabileceğimiz bir strateji çerçevesinde AKP ileri gelenleri Türk halkını Suriyelilere vatandaşlık verilmesine ikna etmek için vatandaşın aklına hakaret eden gerekçeler bulmaktadırlar. Örneğin Şeref Malkoç, 15 Ocak 2017'de "Ne kadar teşvik edersek edelim Suriyelilerin %80'i kalacak" açıklamasını yapmaktadır. Aslında AKP istememekte ancak gelenler geri dönmedikleri için sanki çaresiz kalmaktadır. Şeref Malkoç, 8 Eylül 2018'de ise "Büyük devlet olmak için büyük nüfusa ihtiyaç var. Suriyeliler Türkiye için büyük fırsata dönüşebilir" diyerek, Suriyeli nüfusu ile Türkiye'nin büyük devlet olacağı gibi bir komikliğe imza atmaktadır.

Eski tarım bakanı Eşref Fakibaba ise, "Biz, Suriyelilere biraz destek verirsek Türkiye'nin sulanabilir arazileri ile her şeyi yapabiliriz. Ben bunu yüzde yüz ile de çalıştırabilsem benim işsizlik oranım bitecek. Şu an 3.5 milyon bizim Suriye'den gelen misafirlerimiz var, kendileri gitse biz onları göndermeyeceğiz, bizim ihtiyacımız var" diyerek, yok ettikleri Türk tarımını Suriyeliler ile ayağa kaldıracağını iddia edebilmektedir.

Özetle, Erdoğan ve AKP propaganda mekanizması Türk halkının büyük bölümünün Suriyelilere vatandaşlık verilmesine karşı çıkmalarına rağmen halkı psikolojik olarak hazırlamaya çalışıyorlar. Öte yandan devlet kurumları da Suriyelilere vatandaşlık verilmesi çalışmalarını yoğunlaştırıyorlar.

"Mahir Eller Projesi"!..

İstanbul'da bir ilçe Millî Eğitim Müdürlüğü'nün resmî yazısında şöyle denilmektedir: "İstanbul Millî Eğitim Müdürlüğü'nün himayelerinde 'MEKTEP' projesi, İstanbul'da ağırladığımız, yakın gelecekte yurttaşlarımız olacak mültecilerin örf, adet ve geleneklerinin yakından tanınması, ilgi, istek ve ihtiyaçları doğrultusunda, eğitim etkinliklerinin düzenlenmesi, karşılıklı kültür alışverişinde bulunarak sosyalleşmelerini, yaşanan travmaların en aza indirgenmesini, toplumsal entegrasyonlarını, kültürümüzü ve dilimizi öğrenen yabancı uyruklu öğrencilerimiz ve velilerimizin başka ülkelere iltica ettikleri durumlarda bile birer kültür elçimiz olmasını da sağlamak amacı ile hazırlanmış, okul, veli ve öğrenci merkezli bir değerler eğitim projesidir." Bu proje ile amaç çok açık bir şekilde ABD'nin, AB'nin, Soros'un, IMF'nin istediği gibi Suriyelileri Türkiye'de kalıcı hale getirmektir. Suriyelilere yakın zamanda vatandaşlık verilmesinin planlanmakta olduğu bu resmî belgeden anlaşılmaktadır.

Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) ve Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV) eliyle başlatılan, AB tarafından desteklenen "Mahir Eller Projesi" de Suriyelilerin Türkiye'de kalmasının teşviki politikasına çok güzel bir örnek teşkil etmektedir. Sığınmacı başına yaklaşık işletmelere 1.000 TL'lik bir ek ödeme yapılacak.

İstanbul Arel Üniversitesi'nde Norveç Hükümeti tarafından desteklenen 31 Ekim 2018 tarihinde "Suriyeli Kadınları Güçlendirme" adıyla amacı, "Türkiye'de yaşayan Suriyeli göçmen kadınların kadın hakları, mülteci kadın hakları, toplumsal cinsiyet ve toplumsal cinsiyete dayalı şiddet, kadın sağlığı başlıklarında düzenlenecek çalıştaylarla toplumsal farkındalığın artırılarak bilinçlenmenin sağlanması" şeklinde ifade ediliyor. Bu tür örneklerin sayısını artırabiliriz. Özetle, AKP, Suriyelilere vatandaşlık verme yolunda çalışmalarını hızla sürdürüyor.

Erdoğan'ın millî bilinci yıkarak yerine ümmet bilinci ve ümmet sosyolojisi inşa etme rüyası sadece hayaldir. Erdoğan bu hayalinin sonunda bir ne yazık ki böyle giderse ülkemizi etnik cehenneme dönüştürecek bir zemini elleriyle oluşturmaktadır.
Aklı Başında Bir Toplum Her 5 Yılda bir Meclisi Ve Yönetimi yenileyen Toplumlardır.
Bir hamalın yükü geçicidir; fakat sahtekâr bir politikacının yükü kalıcıdır çünkü onun dolandırıcılıklarının muazzam yükünü her daim akılsız toplumlar taşımaktadır.
Üçkâğıtçı politikacılar tarafından sürekli olarak kandırılan, tekrar tekrar aldatılan bir millet için hangi sıfat kullanılabilir? Şaşkın? Çok hafif! Ahmak? Yeterli değil! Beyinsiz? Evet, işte tam da sıfat budur! Aptal kalabalıklar, sahtekâr politikacıların en büyük servetidir!
Kullanıcı küçük betizi
İlteriş Kağan
Üye
Üye
 
İletiler: 2100
Kayıt: Cmt Şub 08, 2020 18:53

Yeni yılda ekonomik kriz -Ümit ÖZDAĞ - 7 Ocak 2019

İletigönderen İlteriş Kağan » Pzr Kas 14, 2021 6:02

Türkiye 1923'ten buyana en ağır krizi yaşıyor. Yaşanan kriz dörtlü kriz diye adlandırılabilir. Tek adama dayalı AKP rejimine geçişin neden olduğu devlet krizi. Erdoğan'ın ayrıştırma ve düşmanlaştırma politikalarının sonucunda ortaya çıkan millî birlik krizi. 3.8 kayıtlı, 1.5 kayıtsız, 5.2 milyon Suriyeli sığınmacının neden olduğu Suriyeliler krizi. Ve ekonomik kriz. 2019 yılının hemen başında 24 Haziran seçimleri sonrasında oluşan AKP rejiminin ekonomi politikalarının iflası ettiği görünüyor.

Bu iflasın temelinde 2002'den beri sürdürülmekte olan BETON-İSRAF ve SOYGUN üçgeni var. Türk ekonomisi bu Bermuda Şeytan Üçgeni'nin içinde en ağır krizini yaşıyor. Krizin geldiği çok açıktı. Önlemlerin 2018 başında hızla alınması gerekiyordu ancak Erdoğan, İYİ Parti'nin yükselişini gördüğü için krizi seçimlerin sonrasında yaşanması amacı ile seçimleri erkene aldı. Ve seçim sonrasında AKP rejiminin kurulması ile kriz daha da ağırlaşarak başladı.

2018 içinde 20 Temmuz-1 Kasım arası sadece 100 günde;

1- TL, faiz yolu ile %100 değer kaybetti. Piyasa faizi %10'lardan %20'lere çıktı. Ticari krediler de %15'lerden % 45'e çıktı,

2- TL, döviz karşısında değer kaybetti. Dolar kuru 3,60'dan, 7,20'ye çıkıp yıl sonunda 5,40'a geriledi. TL değer kaybı, %45'e ulaştı.

3- TL'nin satın alma gücü düştü. Resmî rakamlara göre enflasyon tüketici de %8'lerden %24'e ve üretici enflasyonu ise %45'lere ulaştı.

Oysa, yaşanan gerçek enflasyon %100'ün üzerinde. Kimse halkı kandırmaya kalkmasın, elektrik, su, doğal gaz, tüm gıda ve tarım ürünlerinde fiyat artışını yaşayarak gördük. 2019 başında yaşanan %10'luk indirim ise fiyatı %100 artmış bir malın fiyatının %10 düşmesidir.

Yukarıda saydığım TL'nin değerini belirleyen üç değişken arasındaki ekonomik denge bozuldu. Artık Türkiye'de "sıkı para politikası" yok. Damat beyin "Kafana göre takıl" ekonomi politikası var.

Gayrimenkul balonu patladı

Yurt içindeki ekonomi göstergeleri arasında dengenin bozulması ise aşağıdaki etkileri ve sonuçları yarattı.

1- 457 milyar dolar kamu ve özel sektör borcu ile aşırı borçlu bir ekonomimiz var. Özel sektörde gayrimenkul balonu patladı. İnşaat sektörü firmaları banka kredilerini ödeyemez hale geldiler. İflas ve peşinden konkordato ilanları furyası başladı. Cumhuriyet tarihinin en büyük reel sektör krizinin tam ortasındayız.

2- Banka batık kredilerinde aşırı artış, bankacılığı vurdu. 2,5 trilyon TL toplam kredilerin içinde karşılığının kötü kredi riski 300 milyar TL seviyesinde. Cumhuriyet tarihinin en büyük finans krizi ile karşı karşıyayız. İki önemli ekonomik faaliyet alanında birden kriz çıkarmayı başarmış durumdasınız.

3- Türk özel sektörünün döviz borcu 220 milyar dolar. Döviz açık pozisyonu yani kasadaki döviz miktarı da -210 milyar dolar. Kısaca firmaların döviz borcunu ödeyecek dövizi yok ve kur riskine açık olarak ayakta durmaya çalışan bir özel sektör varlığını işaret ediyor.

Erdoğan'ın seçimlerden önce Türkiye'nin 2023'te ilk 10 ekonomi içine gireceğini iddia ediyordu Erdoğan'ın bu vaadinden 6 ay sonra Cumhuriyet tarihinin en büyük ekonomik çöküşünü yaşadık.

24 Haziran 2018 seçimlerden hemen sonra oluşturulan ve tek kişiden oluşan ekonomi yönetimi ki, o da damat bey, ekonomi, maliye ve hazine yönetimi ve varlık yönetimi şirketinin başına getirildi. Damat beyin okuduğu ekonomik tedbirler paketinin neler olduğunu tarih şırası ile hatırlayalım.

1- İlk 100 gün acil eylem planı, 20 Temmuz 2018,

2- Orta Vadeli Ekonomi planı (3 yıllık plan) yeni adıyla yeni ekonomi planı (YEP) 21 Eylül 2018,

3- 2019 Bütçe Kanunu ve hedefleri ile TCMB'nin açıkladığı, 2019 para politikası hedefleri açıklandı.

Tüm bunlar 20 Aralık 2018'de tamamlandı ve 24 Aralık 2018'de ikinci 100 günlük acil eylem planı birden devreye alındı. Hem de nereden harcanacağı belli olmayan 24 milyar TL kaynak ile acilen duyuruldu.

Başarılı gibi gösterilmeye çalışılan birinci 100 günlük acil eylem planı fiyasko ile sonuçlandı. İlk 100 günde ülkenin parası resmen pul oldu. Faiz, enflasyon ve kurlar patladı. Cumhuriyet tarihinde ilk defa bu boyutta bir kriz yaşanıyor. Hem finans kesimi hem reel kesim zor durumda.

Dünyanın en riskli 2. ülkesiyiz

Öte yandan Türkiye'nin kredi notu yurt dışı kredi derecelendirme kuruluşlarında en az bir kademe düşerek hâlâ yatırım yapılabilecek ülke fakat en yüksek riskli sınıfına düştü.

Bu kademenin bir altı, yatırım yapılamaz alan. İkinci ölçüt olan CDS de denilen kredi temerrüt oranı yani yurt dışından borç bulma, yatırımcı bulma imkânımızı belirleyen ve hatta paranın maliyetini belirleyen oran, Ağustos-Eylül 2018'de 160 puandan(2018 yılbaşı) 540 puana çıktı. CDS 540 demek, Türkiye'nin Ağustos 2018'de borç verenler ve yatırımcılar açısından dünyanın en riskli 2. ülkesi olması demekti.

AKP rejiminin yaptığı programların tutarsızlığı da ayyuka çıktı. Yeni ekonomi planı ile 2019 bütçe hedefleri neden farklı? Eylül 2018 ile Aralık 2018 arasında ne oldu da en basitinden bütçe açığı hedefi bile değiştirildi? Kısacası YEP şimdiden hedef saptırdı.

Diğer taraftan Merkez Bankası tarihinde ilk defa enflasyon hedefinde iktidar ile mutabakata vardığını açıkladı. Fakat 2019 tahmini enflasyonu %5 olacakmış ve tahmini 8 defa revize edecekmiş.

Tüm dünya, tüm araştırmacılar, tüm yerli yabancı ekonomistler 2019'da Türkiye'de ekonomik büyümenin negatif olacağını yani ekonominin küçülteceğini tahmin ediyor.

2018'de + %3,2 büyümüş olacağı tahmin edilen Türkiye için 2019 tahminleri -%0,5 ile -%1,5 arasında değişiyor. Bütün dünya AKP rejimini uyarıyor. Onlar da aslında ne olacağını görüyor, biliyor ama AKP'nin tercihi yerel seçimlere kadar halkı uyutmak olduğu için hâlâ inatla bu zor durum ile gerçek mücadele yapılmıyor.

Şimdi AKP rejimine soralım "31 Mart 2019 yerel seçimleri yapıldı, bitti" sıra ekonomiye geldi. Aşağıdaki soruları cevaplama günü geldiğinde nasıl cevap vereceksiniz? Suçu yine dış güçlere mi atacaksınız?

1- Finans kesimini mi kurtaracaksınız? Reel sektörü mü? Karar verin.

2- Bunu hangi kaynakla yapacaksınız? Yoksa Katar'dan mı gelecek para hayali mi var yine.

3- Para bulmanız gerekiyor. IMF'ye mi gideceksiniz?

4- Türk Telekom gibi özelleştirme batakları ne olacak?

5- Yap-İşlet-Devret diğer adı ile Yap-İşlet-Soy modeli ile 224 projedeki batağa giden işler ve dövize bağlı fahiş ödemeler ne olacak?

6- Türk ekonomisi bu kadar zordayken vergi tahsilatının da zorlaşacağını ekonomi fakültesi 1. sınıf öğrencisi çözdü de siz ne zaman anlarsınız?

7- Suriyeli sığınmacılara harcadığınız 40 milyar doların bu krizi tetikleyen en büyük unsur olduğunu görmemek nasıl bir körlüktür. 2013'ten bu yana harcanan 40 milyar dolar olmasaydı, 2015 ve sonraki yıllarda bütçe açığı olmayacaktı, farkında mısınız?

Bu para harcanmasaydı 2015, 2016 ve sonrasında Türkiye yıllık bütçe açığı vermeyecekti. Hâlâ Suriyeliler konusunda adım atmamak, Türkiye'nin geleceğini yok ediyor. Doğmamış çocuklarımızın haklarını ülkenin geleceğini yok ediyorsunuz.

8- Piyasaya dağıtılan yardımlar, bol keseden dağıtılan ve geri dönmeyen KOBİ kredileri, yandaş şirketlere yapılan vergi operasyonları ve ihale kıyakları bitmedikçe, israfa, Saray inşaatına, uçak ve araba saltanatına son verilmedikçe ekonomi de iyileşme olamayacağını bir an önce görmeniz lazım.

İnsanlarımızla alay ediliyor

Türkiye'de gelir dağılımı düzelmeden, enflasyon düşmeden, işsizlik gerçekten azalmadan, durgunluk veya stagflasyon bitmeden AKP rejimi adına; yazlık Saray, kışlık Saray, Ahlat Saray'ı, Saray gibi uçaklar ile adeta ekonomik krizin altında ezilen insanlarımız ile alay ediliyor.

AKP rejimi, israfa son vermedikçe, yandaş inşaat şirketlerinin yaptıkları ekonomik yolsuzlukların önünü açmaya devam ettikçe hiçbir ekonomik önlem Türkiye'yi ekonomik krizden çıkaramaz.

Türk sanayisi, montaj sanayisi olmaktan çıkıp tekrar ülkemizde gerçek sanayi üretimi başlamadan kriz kesinlikle aşılamaz.

Türk köylüsü, tarım ve hayvancılık için üretime teşvik edilmedikçe kriz kesinlikle aşılamaz.

Türk işçisinin işi elinden, Suriyeli sığınmacı tarafından alınmadan kesinlikle krizden çıkılamaz.

Türk esnaf vergi yükü altında ezilirken Suriyeli esnaf vergisiz ve kaçak mal satarak kâr etmeye devam ederken kesinlikle krizden çıkılmaz.

Özetle AKP rejiminin ekonomi zihniyeti ile ekonomik kriz kesinlikle kriz aşılmaz.
Aklı Başında Bir Toplum Her 5 Yılda bir Meclisi Ve Yönetimi yenileyen Toplumlardır.
Bir hamalın yükü geçicidir; fakat sahtekâr bir politikacının yükü kalıcıdır çünkü onun dolandırıcılıklarının muazzam yükünü her daim akılsız toplumlar taşımaktadır.
Üçkâğıtçı politikacılar tarafından sürekli olarak kandırılan, tekrar tekrar aldatılan bir millet için hangi sıfat kullanılabilir? Şaşkın? Çok hafif! Ahmak? Yeterli değil! Beyinsiz? Evet, işte tam da sıfat budur! Aptal kalabalıklar, sahtekâr politikacıların en büyük servetidir!
Kullanıcı küçük betizi
İlteriş Kağan
Üye
Üye
 
İletiler: 2100
Kayıt: Cmt Şub 08, 2020 18:53

Büyük Ekonomik Kriz - Ümit ÖZDAĞ - 25 Aralık 2018

İletigönderen İlteriş Kağan » Pzr Kas 14, 2021 6:04

Türkiye, Cumhuriyet tarihinin en ağır ekonomik krizini yaşıyor. 2002 sonundan itibaren devam eden dış borca dayalı, tüketim, ranta ve şatafata dayanan BETON EKONOMİSİ çöküyor. Türkiye 2002'den bu yana adım adım üretimden koptu. İmalat sanayi, 2002'de ekonominin %22'sini teşkil ederken, şimdi %15'ini oluşturmaktadır. Türkiye sanayisizleşmektedir. Ancak küçülen sadece sanayi değildir. Türkiye tarım ve hayvancılıkta da küçülmektedir.

Türk ekonomisi dünyadaki en kırılgan ikinci ekonomidir. İşsizlik artmaktadır. Enflasyon artmaktadır.. Ocak-Ekim 2018 arasındaki 10 ayda, asgari ücretle 370.2 simit alan vatandaşın 44 simidi azalmış, 326.4 simit almaya başlamıştır.

Döviz kurları 2004'ten bu yana en yüksek noktasına ulaşmıştır. Türkiye, dünyada Arjantin'den sonra en yüksek faizi veren ülke olmuştur. İşyerleri kapanmakta, fabrikalar yanmakta, iflaslar peşi sıra gelmektedir. Büyüme rakamları düşmüştür. Bütün bunların oluş nedeni bir papazın tutuklanması değil, yanlış ekonomi politikalarıdır. Ve Erdoğan krizden çıkışın tek yolu olan üretime dayalı yeni bir ekonomik modeli önerebilecek durumda değildir.

Bankalar risk altında
Hükümet, kısa vadeli kaynaklarla, uzun vadeli kredileri yüklenen bankaları büyük risk altına sokmuştur. Yandaşların desteklenmesi uğruna bankacılık sektörü sıkıntıya sürüklenmektedir. Kriz, reel sektör krizi olarak başlamıştır. Ancak artık mali sektörü de yani bankaları da içine çekmiştir. Ülkenin önde gelen firmalarının varlıklarını yurt dışına kaçırması da son dönemde ekonomide gözlenen olağan bir durum haline gelmiştir.

Reel kesim güven endeksi, tüketici güven endeksi, ekonomi güven endeksi geçen seneye göre çökmüştür. Ekonomi güven endeksi gerilemiştir. Saray, borçları ödeyebilmek için tefeci faizi ile uluslararası tefeci piyasasından yeni dış borç almaktadır. Dolar bazında %7, Avro bazında %5.25 faiz ödüyor ülkemiz. Bizi çok kıskanan Almanya ise sadece %0.50 ile buluyor aynı borcu.

İflas, işten çıkarma, konkordato ilan etme, kapasite azaltımı ile kriz gittikçe derinleşiyor. Firmalar zor durumda, esnaf, reel kesim zor durumdalar. Damat, 2019'da ekonomi %2.3 büyüyecek dese de ekonomimiz ne yazık ki küçülecektir. 2019'da bütçe açığı tarihî bir rekora imza atacaktır.

Özellikle son 10 yıldır uygulanan gayrimillî ekonomi politikaları ve tüm yetkilerin tek kişide toplanmasını sağlayan rejim değişikliği nedeniyle ülkemiz Cumhuriyet tarihinin en derin ve muhtemelen etkileri en uzun sürecek ekonomik krizine girmiştir. Türk ekonomisi AKP iktidara geldiğinde dünyanın en büyük 16. ekonomisiydi, 2019'a ise 20. sırada başlayacağız. Ve bu bize 2023'te ilk 10'a gireceğimiz masalı anlatılırken oluyor. Bu krizin aşılabilmesi için hesaplanan rakam IMF tarihinin en büyük yardım programı olabilecek, 75 milyar Dolarlık bir borca ulaşmaktadır.

Fatura millete kesiliyor
Saray ve Damat, büyük krizin faturasını milletimize kesiyorlar. Bugünlerde kesilen diğer bir fatura da trafik cezalarıdır. Polis elinde ceza koçanı ile bütçe açıklarını kapatmaya çalışıyor. Oysa bu krizin faturasının Türk halkına değil, krizin sorumlularına kesilmesi gerekmektedir. Bu ise devletten başlayan bir tasarruf ile mümkündür. Ancak halkın boğazından lokmasını alan ekonomik politikalara imza atan Saray; lüks, israf ve şatafattan vazgeçmemektedir. Ağır krize rağmen başkanın uçak filosuna, Katar Emiri'nin 400 milyon Dolara satılan uçağının eklenmesinde bir mahzur görülmemiştir. Saray her gün 1.8 milyon TL tüketmeye devam etmektedir. Akıllarına hâlâ üretim gelmediği için, kek ikramı yapılacak devlet kıraathaneleri açmaya devam ediyorlar. Oysa, zaman fabrika açma zamanı. Erdoğan ise fabrikaları satıyor ve yeni hapishaneler inşa ediyor. İsraf sadece saray, yazlık saray, başkanlık uçakları, devlet kıraathaneleri ile sınırlı değil. Yap-İşlet-Devret projeleri "Yap-İşlet ve Soy" modeline dönüşmüş durumda. Türk halkına bu projelerin halkın cebinden beş kuruş para çıkmadan özel sektör eliyle yapılacağı anlatılıyor. Böyle toplam 225 "Yap-İşlet Devret" projesi yapılmış durumda. Bu projelerin tutarı 165 milyar Dolar. Ancak bu projeler hem çok pahalıya mal oluyor hem de AKP kâr garantisi verdiği için, projeler istenilen kadar kâr getirmez ise aradaki fark devlet kasasından ödeniyor. Osmangazi Köprüsü'nün toplam maliyeti 3 milyar 150 milyon Dolar. Yapan şirket 19 yıl içinde bir tek araba geçmese dahi 8 milyar 208 milyon Dolar kazanacak. Devlet bilerek zarar ettiriliyor. Hem milletin cebinden 1 lira çıkmayacak diyorlar hem de 2019 bütçesine 14 milyar TL, koyuyorlar. Türk milleti geçmeyen araçlar, tedavi görmeyen hastalar için para ödüyor. Özetle, bu krizden çıkış için gerekli yaklaşımın sergilenmemesinde ısrar edilmektedir.
Aklı Başında Bir Toplum Her 5 Yılda bir Meclisi Ve Yönetimi yenileyen Toplumlardır.
Bir hamalın yükü geçicidir; fakat sahtekâr bir politikacının yükü kalıcıdır çünkü onun dolandırıcılıklarının muazzam yükünü her daim akılsız toplumlar taşımaktadır.
Üçkâğıtçı politikacılar tarafından sürekli olarak kandırılan, tekrar tekrar aldatılan bir millet için hangi sıfat kullanılabilir? Şaşkın? Çok hafif! Ahmak? Yeterli değil! Beyinsiz? Evet, işte tam da sıfat budur! Aptal kalabalıklar, sahtekâr politikacıların en büyük servetidir!
Kullanıcı küçük betizi
İlteriş Kağan
Üye
Üye
 
İletiler: 2100
Kayıt: Cmt Şub 08, 2020 18:53

Suriyeli sığınmacılar neden Türkiye'de? - Ümit ÖZDAĞ - 3 Aralık 2018

İletigönderen İlteriş Kağan » Pzr Kas 14, 2021 6:05

Suriyeli sığınmacıların Türkiye'de olmasının bir çok nedeni var. Gelen sığınmacıların nedenleri var. Erdoğan'ın sığınmacıları Türkiye'de tutmak için nedenleri var. Ve uluslararası sistemin Suriyeli sığınmacıların Türkiye'de kalmasını istemesinin nedenleri var. Bunlara aşağıda değineceğiz ancak önce altını çizmemiz gereken husus İYİ Parti'nin bu konuyu gündeme getirmesinin iktidarı çok rahatsız ettiği gerçeğidir. Türk Milletinin çok büyük bir bölümü, Bilgi Üniversitesi ve diğer araştırma kurumlarının araştırmalarına göre Suriyeli sığınmacıların ülkelerine dönmelerini istemektedir. Ancak İYİ Parti, Türk Milletinin bu talebini siyasetin gündemine taşıyana kadar AKP her türlü baskı aracı ile halkın Suriyeli sığınmacılar ile ilgili sıkıntılarını ifade etmesini engellemeye başlamıştır.

İYİ Parti Genel Başkanı Sayın Meral Akşener'in Suriyeli sığınmacıların Türkiye'nin geleceği için yaşamsal tehdit olduğunu ifade etmesi sonrasında tartışma yeni bir düzleme taşındı. AKP ve AKP yandaşları saldırarak cevap vermeye başladılar. AKP ve yandaş saflarına açık bir panik başladı. Çünkü farkındalar ki, AKP'ye oy veren yurttaşlarımızın büyük bölümü de Suriyeli sığınmacıların ülkelerine geri dönmelerini istiyorlar. Bugün Suriyeli sığınmacılar konusunda İYİ Parti'ye ve İYİ Parti'nin temelini oluşturan Türk Milliyetçilerine "ırkçı" diye saldıranlar ile aramızda hangi temel konularda ayrışma ve fikir çatışması olmuştu hatırlamakta yarar var.

Yandaşlar, Kıbrıs'ta Türklüğün tasfiyesi anlamına gelen Annan Planı'nı destekliyorlardı. Biz, Türk milliyetçileri bütün varlığımız ile Annan Planı denilen emperyalist komploya karşı çıkıyorduk. Yandaşlar, emperyalizmin oyununa düşmüş, hatta "Kıbrıs adasının jeopolitik önemi yoktur" diyenleri çıkmıştı.

Yandaşlar, Ergenekon adlı sahte terör örgütü masalına sonuna kadar sarılmış, FETÖ ile iş birliği içinde Türk Ordusu'na saldırıyorlardı. Biz, Türk milliyetçileri bütün varlığımız ile Ergenekon diye bir örgütün olmadığını, bunun bir büyük emperyalist komplo olduğunu, amacının millî-üniter devletin yıkılması olduğunu ifade ediyorduk. Yandaşlar yine emperyalizme hizmet ediyordu.

Yandaşlar, sahte Balyoz darbe planı iddialarını üreten FETÖ ile birlikte Türk subay ve generallerinin tutuklanmasını, aşağılanmasını alkışlıyorlardı. Biz, Türk milliyetçileri böyle askerî darbe olmayacağını, amacın Türk Ordusu'nu hırpalamak, FETÖ'cü sızmanın Türk Ordusu'nda önünü açmak olduğunu ısrarla tekrarlıyorduk. Yandaşlar her zaman olduğu gibi yine emperyalizmin yanında konuşlanmışlardı.

Yandaşlar, "Hepimiz Ermeniyiz. Aslında geçmişte İttihatçılar bir soykırım yapmış galiba" hezeyanları, Ermenistan ile yakınlaşmayı savunuyorlardı. Biz Türk Milliyetçileri, Ermenistan ile sözde soykırımı kabul ederek ve kardeş Azerbaycan'ı küstürerek yakınlaşmanın hem milli kimliğimize ve tarihimize hem Türkiye'nin ve Türk dünyasının çıkarlarına aykırı olduğunu tekrar ediyorduk. Yandaşlar ise emperyalizmin gerekçelerini savunuyorlardı.

Yandaşlar, FETÖ ile iş birliği içinde PKK ile müzakereleri savundular. Öcalan'a yağ çektiler. Türk askerini ve polisini PKK ile mücadele etmemesi için baskı altına alan AKP'yi alkışladılar. Türkiye'nin ve Türk bayrağının adını değiştirmeyi dahi önerdiler. Biz, Türk milliyetçileri PKK'ya teslimiyet ve Türkiye'nin bölünmesi anlamına gelen PKK açılımına karşı her yolu kullanarak karşı çıktık. Yandaşlar, emperyalizmin Kürdistan tuzağının Türk milletine kurulmasına yardımcı oluyorlardı.

Yandaşlar, F. Gülen'e ve örgütüne Türk Ordusu'nun, yargısının, eğitiminin sonunda devletin teslim edilmesini alkışladılar. FETÖ için para bastılar. Biz, Türk Milliyetçileri ise FETÖ'nün bir casusluk örgütü olduğunu söyledik, FETÖ'nün saldırılarına maruz kaldık. Yandaşlar ise emperyalizm ve FETÖ ile el ele halay çekiyorlardı.

Bugün biz Türk milliyetçileri Suriyeli sığınmacıların Türkiye'de kalmasının ülkemizin birliği için en büyük tehdit olacağını söylüyoruz. Halen Türkiye'de yaşayan her 20 kişiden birisinin Suriyeli olduğunu söylüyoruz. (Bundan dolayı aHaber benim ırkçı olduğumu ileri sürdü. Matematik oğlum matematik.) 2020 yılında Suriyelilerin sayısı 7.5 milyona yükselecek. Üstelik bu rakam, bugün resmî olarak açıklanan 3.8 milyon Suriyeli üzerinden yapılan açıklama doğru kabul edilir ise, doğru. Aslında Suriyeli sığınmacı sayısının 5 milyon civarında olduğu devletin derinliklerinden gelen bilgi. Özetle, 20 yıl sonra Türkiye'de çok daha fazla Suriyeli olacak.

Ümmet bilinci rüyası sadece hayal

Erdoğan'ın amacı Türk devletinin demografik yapısını değiştirerek millet kimliği yerine ümmet kimliğine dayanan yeni bir sosyoloji yaratmak. Bu sosyoloji üzerinde amaçladığı hilafet rejiminin daha rahat oturacağını düşünüyor. Bundan dolayı, Erdoğan'ın amacı, Türk halkından büyük tepkiler gelmesini engelleyerek ve zamana yayarak Suriyelilere vatandaşlık vermek. Ancak Erdoğan ümmet bilinci rüyası sadece hayal. Türkiye bu rüyanın sonunda bir etnik cehenneme dönüşecek.

Yandaşlar yine yanılıyor. Onlar tarihin yanılan yanında duranlar. Biz Türk milliyetçileri ise tarihin hep haklı çıkardıklarıyız.

Peki, Erdoğan hilafet devletinin toplumsal temelini oluşturacak bir ümmet için Suriyelilere ihtiyaç duyduğunu düşünürken, emperyalizm neden 5 milyon Suriyelinin Türkiye'de kalmasını istiyor? Suriye'den özellikle de Kuzey Suriye'den 5 milyon Suriyelinin Türkiye'ye taşınması ilk aşamada onların boşalttıkları yerin PKK'nın eline geçmesini ve orada bir PKK'istan kurulmasını kolaylaştırır.

Özetle, emperyalizmin Suriyelilerin Türkiye'de kalmasını istemesinin birinci nedeni, Suriye'nin kuzeyini PKK'ya vermek istemesidir. İkinci neden ise, gelecek on yıllarda Türkiye'de bir Kürdistan kurmak için çıkarılacak iç savaşta Suriyeli sığınmacılardan istifade etmektir. Türk milliyetçileri bu gerçeği görmekte ve Türk milletini uyarmaktadırlar. Türk milliyetçilerinin hedefi, vatanlarından ayrılan/ayrılmak zorunda kalan biçare Suriyeli değildir. Türk milliyetçilerinin hedefi, emperyalizmin Türkiye'yi bölme projesini tarihe gömmektir.

Yandaşlar, Türk milliyetçilerini varsınlar ırkçılık ile suçlasınlar. Onlar tarihi doğru okuma yeteneği olmayan bir gruptur. Kendi gerçek görüşleri dahi yoktur. Erdoğan ne isterse onu düşünürler. Yarın Erdoğan "Suriyeliler gitmeli" derse, hepsi "Suriyeliler gitmeli" diye alkış tutarlar. Yandaşlar, parti veya devlet memurudur. Görevleri söyleneni yazmaktır. Onun için 6 yandaş gazete aynı başlık ile çıkar. Bırakın fikir üretmeyi, manşet bile üretemezler. Türk milliyetçileri, bilirler ki Türkiye kolay vatan olmamıştır. Yahya Kemal Beyatlı, Madrid'de büyükelçi iken bir konferans verir. Türkiye'nin nüfusunun 66 milyon olduğunu söyler. Konuşmanın sonunda bir İspanyol dinleyici "Sayın Büyükelçi, bildiğim kadarı ile Türkiye'nin nüfusu 16 milyon" diye müdahale edince, Beyatlı, "50 milyon da toprağın altında yatan var" cevabını verir. Özetle, biz Türk milliyetçilerinin vatandaşlık anlayışı 250 bin dolara verilen vatandaşlık değil, şühedaya yani şehitlere dayanan vatandaşlıktır.

Türk Milliyetçileri, Suriye'nin boşaltılarak emperyalizmin kuklası PKK'ya teslim edilmesine direneceklerdir. Türk Milliyetçileri, Türkiye'de bir iç savaş sosyolojisinin oluşturulmasına, millî ve kültürel kimliğimize suikast yapılmasına izin vermeyeceklerdir.
Aklı Başında Bir Toplum Her 5 Yılda bir Meclisi Ve Yönetimi yenileyen Toplumlardır.
Bir hamalın yükü geçicidir; fakat sahtekâr bir politikacının yükü kalıcıdır çünkü onun dolandırıcılıklarının muazzam yükünü her daim akılsız toplumlar taşımaktadır.
Üçkâğıtçı politikacılar tarafından sürekli olarak kandırılan, tekrar tekrar aldatılan bir millet için hangi sıfat kullanılabilir? Şaşkın? Çok hafif! Ahmak? Yeterli değil! Beyinsiz? Evet, işte tam da sıfat budur! Aptal kalabalıklar, sahtekâr politikacıların en büyük servetidir!
Kullanıcı küçük betizi
İlteriş Kağan
Üye
Üye
 
İletiler: 2100
Kayıt: Cmt Şub 08, 2020 18:53


Şu dizine dön: Genel - Güncel Konular

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 1 konuk

x