Başkanlık Sistemi Tartışmalarında Atatürkçünün Hareket Noktaları
Türkiye gündeminde yeni anayasa ve başkanlık tartışmaları var. Bakıyorum, herkes aklına veya işine geleni söylüyor. Bunlar arasında bazı doğrular olsa da sistem yok. Bir Atatürkçü’nün ise ilk niteliği, ülke sorunlarına gelişigüzel yaklaşmaması, sistemli olarak düşünüp tartışması ve konuşmasıdır.
Hangi konu olursa olsun, onun ilk tepkisi “bu girişim, bu görüş Atatürkçe nasıl yorumlanır” sorusu ve yaklaşımı olmalıdır. Bu amaçla, düşünüp söyleyeceklerine Atatürkçülüğün ilkeleri arasında bir temel (referans) arar. Gözlemlerini, analizlerini bu temelden hareket etmek suretiyle yapar, bu sağlam bilgiyle donanmış olarak muhakeme eder, sonuçlara ulaşır, önerilerde bulunur. Böyle bir yol izlediği zamandır ki, açıklamaları sistemli olur. Referans”dan kastımız; “bir olay veya düşünceyi yorumlarken kullanabilecek, Atatürkçü öğretiden derlenen fikir, görüş veya öğütler”dir. Ancak şu da var ki, Atatürkçülüğün Devrimcilik İlkesi gereğince, yeni ve çağdaş kişisel katkılarda da bulunabilir, yini düşünceler ileri sürebilir.
İlgilendiğimiz olay (Anayasa değişikliği ve başkanlık girişimi); kolayca anlaşılıyor ki, Atatürkçülüğün 10 ilkesinden, Millî Egemenlik İlkesiyle ilgilidir. O halde referanslarımızı, esas itibariyle Atatürkçü öğretinin Millî Egemenlik ilkesinin kapsamı içinde arayacağız. Ancak Cumhuriyetçilik gibi diğer ilkelerde de bazı hareket noktaları bulunabilir.
Millî Egemenlik kapsamında tek şahıs yönetimiyle ilgili olarak bu amaçla hazırladığım örnek bir referans listesini aşağıda sunuyorum. Bu liste, Atatürkçü öğretiye hâkimiyet derecesine ve ayrılacak zamana bağlı olarak daha da genişletilebilir.
Sonuç olarak, bir Atatürkçü; başkanlık rejimi konusu ile verdiğim referansta yer alan önermeleri bir arada düşünerek yorum yapar, değerlendirmelerde bulunur. Elbette bu listenin tamamını kullanmak söz konusu değildir, kişi bunun içinden en uygun olan bir veya birkaç maddeyi seçecek, buna göre düşünecek, yorumlar yapacaktır. Bu yöntem, Atatürkçünün zihninde yeni önermelerin doğmasını sağlayacaktır. Yöntemi uygulayan görecektir ki, Atatürkçü öğreti çok verimli, doğurgan ve ufuk açıcı bir düşünce hazinesidir. Yeter ki, onu çok iyi öğrenip kullanmasını bilelim. Bu da ancak Atatürkçü düşünceyi bütün yönleriyle iyi sindirip akılda tutmakla, onun içeriğine istendiği an kolayca ulaşabilmekle olur. Tahsil hayatımızda öğrendiğimiz, Atatürkçülüğe dair bilgilerimiz basittir, yetersizdir; onlarla yetinirsek, fikir üretmekte zorlanırız; pek az ülke sorununu anlayabilir, dişe dokunur pek az çözüm ileri sürebiliriz.
Buna karşılık, düşüncelerimizi oluştururken, Atatürkçü öğretinin önermelerini ne kadar çok kullanırsak, o kadar gerçek Atatürkçü oluruz. Böyle davrananların sayısı ne kadar fazla olursa, Atatürkçüler de o kadar ortak bir düşünme aracına ve dile sahip olur, o kadar bir araya gelir, birlik olurlar.
Referans listemi aşağıda sunuyorum. Bu listede yer alan bütün gözlem ve fikirler Atatürk’e aittir. Bunlardan biri veya birkaçını hareket noktası olarak alıp başkanlık rejimi girişimi hakkında yorum yapmak, değerli Atatürkçü, sana düşüyor.
REFERANSLAR
-Bir milletin bireylerinde hâkim olması ve kesinlikle uyulması gereken şey, doğru yolda yürüyebilmeleri için biricik esas Millî İrade’dir.
-Millete hizmet ederken, kendi emel ve düşüncelerimize göre değil, milletimizin emel ve düşüncelerine göre hareket etmeliyiz. Kişisel kanıya göre değil, milletin kanı, düşünce ve duygularını yoklayarak yürümeliyiz.
-Her türlü başarının sırrı, her çeşit kuvvetin, kudretin gerçek kaynağı milletin kendisidir; buna inancım tam olmuştur. Ancak şu da var ki, siyasette milletlerin insanca ve içten eğilimlerinden çok, siyaset adamlarının hesaplara dayalı girişimlerini görürüz.
-Bir millette güzel şeyler düşünen insanlar, olağanüstü işler yapmaya yetenekli kahramanlar bulunabilir. Ancak öyle kimseler tek başına hiçbir şey olamazlar; meğerki genel bir duygunun, genel bir iradenin, milletteki genel ihtiyacın etkeni, ifadesi ve temsilcisi olsunlar.
-Misakı Millî adı altında tanıyarak, gerçekleştirilmesi uğrunda bütün ulusun hayatlarını feda etmeyi göze aldığı kurtuluş beratımızın kudret, kuvvet ve mahiyeti ne ise, saltanatı kaldırdığımız 1 Kasım 1922 kararının da değeri ve önemi odur. Misakı Millî, vatanın dış düşman karşısındaki durumunu ve konumunu belirleyen kutsal bir prensip olduğu gibi, 1 Kasım 1922 kararı da, yüzyıllardan beri cehalet ve sapkınlığın koruyucusu, talihsizlik ve uğursuzluğun babası bulunan ve ulusumuz için iç ve daimi bir düşman olan bireysel saltanata ve onun temsil ettiği uğursuz bir idare şekline yöneltilmiş kutsal bir silahtır.
-Millî irade ve egemenlik mutlaka bir arada bulunmalıdır. Çünkü egemenlik yoksa, irade bir hiçtir. Türk milleti kendi iradesini, kendi vicdanının eğilimini yerine getirmek, uygulamak istiyorsa, egemenliğini mutlaka kendi elinde tutmalıdır. Tarihi okuyun, göreceksiniz: Geçmişte milletimizin başına hangi felaket gelmişse, kendi talihini ve yazgısını hep başka birinin eline bırakmasından ileri gelmiştir.
-İrade alınamaz, verilemez. Buna karşılık egemenlik alınır, zorla alınır. O zaman olacak olan şudur: Millet, egemenliğinden yoksun kalınca, iradesi de yok olur, çünkü felç olur. Yani milletin, egemenliğini verebilmesi için, iradesinin, arzusu ve eğilimlerinin felç olmasına razı olması gerekir. Bu ise, ölmeyi kabul etmek demektir.
-Hiç kuşku yok ki, milletimizin egemenliğini bir şahısta veya çok sınırlı şahısların elinde tutmaktan çıkar bekleyen insanlar, cahil ve gafil insanlar vardır.
-Arkadaşlar, artık yetişir! Bu milletin çektiği felaketler çoktur. Millete acımak lazımdır. Milleti şunun ve bunun çıkarı için şu ve bu istikametlere, karanlıklara sevk etmek ayıptır, rezalettir, günahtır. Bunu artık yaptırmayacağız.
Osmanlı meşruti saltanatında Kanunu Esasi’nin yetkilere ait olan maddeleri milletin meşru hakkı, doğal hakkı olan bütün görevleri hükümdarlara, halifelere vermişti. Millete, dünyaya ve o gibi adamlara açık bir şekilde anlatmak gerekir ki, bu görevler, bu haklar asla kimseye verilemez. Çünkü milletin hakkıdır, çünkü milletin yaşamıdır, şerefidir, namusudur, onurudur. Bu erdemlerden ayrılmaya rıza gösteren bir milletin artık bu gün, bu çağda insan toplumu içinde yeri yoktur.
-Ülkemizde Millî Egemenliğin düşmanları o kadar alçak ve o kadar aşağılardır ki, düşman himayesine sığınarak, yabancı kuvvetlerden imdat umarak, milletin hak ve egemenlik sesini boğmak girişiminden kolay kolay vazgeçeceklerini sanmıyorum. Vaktiyle büyük devrimler sırasında, saraylarını düşman askerine muhafaza ettiren, milletlerine düşmanların süngülerini davet eden hükümdarlar da görülmüştü. Fakat bu hükümdarlar siyaset meydanlarında can verdiler ve daha kötüsü, bütün insanlık onları bugün lanetle anıyor. Hükümdarları affetmeyen Millî Egemenliğin, birkaç türediyi ne dereceye kadar hazmedebileceği meydandadır.
-Kuvvetin kaynağı tektir, o da Türk milletidir. Asıl olan, odur. Egemenlik onundur, yasama hakkı, yönetme ve yargılama hakkı onundur. Devletimizin ve milletimizin başında hiçbir kuvvet, hiçbir makam yoktur; yalnızca tek bir kuvvet vardır, o da millettir, Ulusal Egemenliktir. Yalnız tek bir makam vardır, o da milletimizin kalbi, vicdanı ve varlığıdır.
-Kuvvetin kaynağı ve sahibi tektir, millettir. Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. “Kayıtsız şartsız”ı buradan kaldırmadıkça, Türkiye devleti herhangi bir kişiye veya herhangi bir makama, egemenliğini ihlal eden hiçbir yetki veremez. “Kayıtsız şartsız” egemenlik demek, egemenliği milletin elinde tutmak demektir, egemenliğin tek bir zerresini bile sıfatı, adı ne olursa olsun, hiçbir makama vermemek, verdirmemek demektir.
-Türkiye halkı kayıtsız şartsız egemenliğine sahip olmuştur. Egemenlik, hiçbir anlamda, hiçbir şekilde, hiçbir işarette, hiçbir renk ve hiçbir kılavuzlukta ortaklık kabul etmez. Unvanı ister halife, ister başka bir şey olsun, hiç kimse bu milletin kaderine ortak çıkamaz. Millet buna kesinlikle izin vermez. Bunu teklif edecek hiçbir milletvekili olduğuna inanmıyorum.
-Türkiye devletinin yapısal özü Millî Egemenliktir; milletin kayıtsız koşulsuz egemenliğidir. Milletimiz üç buçuk dört yıldan beridir büyük kahramanlıklarla, sayısız özverilerle eline aldığı egemenliğini, bugüne kadar kendine layık bir şekilde, toplum için, vatanı için faydalı sonuçlar verebilecek şekilde iyi kullanmıştır. Arkadaşlar! Türkiye devletinde ve Türkiye devletini kuran Türkiye halkında taç sahibi yoktur! Diktatör yoktur! Olmayacaktır, çünkü olamaz.
-Tarihe bakalım, geçmişte mahvolup yok olmuş, sefil olmuş toplumları göz önüne getirelim. Bu toplumların, mahv ve yok oluşları, kendi iradelerine sahip olmayışlarındandır. Egemenliklerinin başkaları tarafından gasp edilmiş veya başkalarına terk edilmiş, bırakılmış olmasındandır. Bir toplum, bir devlet; bu hatadan yakasını kurtarmadıkça, her ne şekilde kurulmuş olursa olsun, sonuçta felakete mahkûmdur.
-Osmanlı Devleti saltanat devrini, görkemini, debdebesini yaşadıktan sonra düşmeye başladı. Bu düşüş birçok darbelere göğüs germeyi gerektirdi. Saldırıların sonucunda zaman zaman uyanışlar oldu. Bu felaketin önüne geçilmek için çareler düşünüldü; ülkede birçok iyileştirme yapmak düşünceleri hayal edildi ve buna girişenler de oldu. Ancak başarılı olunamadı. Neden? Çünkü egemenliğini kayıtsız, koşulsuz milletin elinde bulunduran bir hükümet şekli değil, fakat ya tümüyle bir adamın elinde veya birkaç kişinin elinde bulundurmaktan başka bir hükümet şekline girişilmemiştir.
-Şimdiye kadar kaçırılan fırsatların ve ülkenin maruz kaldığı acı sonuçların biricik sebebi ülke ve millet işlerinin daima sınırlı sayıda bazı şahısların elinde oyuncak olmasından, Millî Egemenliğin daima ihmal edilmiş ve âtıl bırakılmasından ileri gelmiştir. Millî Egemenliğe karşı yapılacak en küçük bir saldırıyı büyük bir kahramanlıkla karşılamak gerektiğini yine elbirliğiyle ışık tutup aydınlatmalıyız. Halk millî egemenliği benimsemeli ve ülkede biricik egemen ve etkenin, yalnız kendisi olduğunu unutmamalıdır.
-Saraylarının içinde Türk’ten başka unsurlara dayanarak, düşmanlarla ittifak ederek Anadolu’nun, Türklüğün aleyhine yürüyen çürümüş gölge adamların Türk vatanından kovulması, düşmanların denize dökülmesinden daha kurtarıcı bir harekettir. Türk milletinin, kutlu ata emaneti olan bu topraklarda tam anlamıyla efendi olarak yaşaması; ancak o gereksiz ve anlamsız olduktan başka, varlıkları tam bir zarar ve felâket olan makamların bertaraf edilmesiyle mümkün olabilirdi.
-Milletimiz kendi varlığı ve hukuku için, bütün kuvvetiyle, bütün düşünce ve maddî kuvvetleriyle yakından ilgili olmalıdır. Varlığını ve bağımsızlığını yalnızca kendi kuvvetine dayanarak sağlamalı, kendi kuvvetine dayanarak sürdürmelidir. Egemenliğin kayıtsız koşulsuz milletin sorumluluğunda kalabilmesi için, halkın kendi yazgısını kendisinin idare etmesi esastır; aksi halde Millet şunun bunun oyuncağı olur. Millî hayatımız, tarihimiz ve geçmişteki yönetim şeklimiz bunun trajik kanıtlarıdır.
-Yönetimde tek bir şahsın değil, milletin iradesi geçerli olmalıdır. Bir milleti yönetmede prensip, milletin ortak ve genel fikir ve eğilimlerine tabi olmaktır. Esin kaynağı, kuvvet kaynağı, herhangi bir kişi değil, yalnızca milletin kendisidir. Takip edilecek yol, herhangi birinin değil, ancak yurttaşların bütün fikirlerinin bileşkesinin gösterdiği yoldur. Çünkü ancak o yol doğru yoldur. Öyleyse, millete hizmet ederken, kendimizin veya filancanın emel ve düşüncelerine göre değil, milletimizin emel ve düşüncelerine göre hareket etmemiz gerekir. Kişisel kanıya göre değil, milletimizin kanı, düşünce ve duygularını rehber bilerek yürümelidir. Ben, Atatürk; öyle yaptım, kendi düşünce ve eylem sistemimi öyle oluşturdum. Benim görüşlerim kişisel değildir, toplumsaldır, Millî İrade’nin yansımalarıdır.
-Bir devlet adamı, kerameti kendisinde görmeye başladığı an, devlet adamlığı niteliğini yitirdi demektir. Türkiye’de, genel duygunun, genel iradenin, milletteki genel bir ihtiyacın ifadesi ve temsilcisi olmak yerine, kendini olağanüstü, herkesten üstün ve erişilmez olarak görüp kendi fikir ve emellerini ülkeye dayatmaya kalkışanlar var. Oysa, her başarının sırrı, her kuvvetin, kudretin gerçek kaynağı millettir. Kendini müstesna ve “seçilmiş” olarak görenler, topluma büyük zararlar verir. Olaya bu noktadan bakınca, karşılaştığımız olgu kurumlaşmadır. Başımıza gelen felaketlerin ana sebeplerinden biri de budur, kurumlaşma eksikliğidir. Ne var ki, pratikte çoğu zaman kişisel hesapların belirleyici olması milletlerin büyük bir talihsizliğidir. Bu yüzdendir ki, insanlık çok şey kaybediyor, yeterince ilerleyemiyor, gönenç ve mutluluğa kavuşamıyor. Ben milletimi, yalnız kendi düşündüğüm ve hayal ettiğim düşünce ve duyguların peşinden sürüklemeye asla kalkışmadım. Ben istedim ki, milletimiz kim olursa olsun şunun veya bunun arkasından gitmesin. Yalnız kendi arzu ve iradesinin, kendi maksadının peşinden gitsin. Hiç kimse hiç kimseden daha akıllı değildir, birlikte herkesten daha akıllıyız. Millet ve devlet işlerinde, herkes herkese yardım edecektir.
-Cumhuriyette meclis, cumhurbaşkanı ve hükümet; halkın özgürlüğünü, güvenliğini ve rahatını düşünmekten ve temine çalışmaktan başka bir şey yapmazlar. Çünkü bilirler ki, kendilerini iktidar ve yetki mevkiine belirli bir zaman için getiren irade ve egemenliğin sahibi olan millettir. Ve yine bilirler ki, iktidar mevkiine saltanat sürmek için değil, millete hizmet için getirilmişlerdir.
-Cumhurbaşkanı Cumhuriyet’in yasalarına ve millî egemenlik esaslarına riayet eder ve bunları savunur. Türk milletinin mutluluğuna sadıkane ve bütün gücüyle mesai sarf eder. Türk milletine yönelecek her tehlikeyi büyük bir şiddetle önler. Türkiye’nin şan ve şerefini korumaya ve yükseltmeye, üstlendiği görevin gereklerine kendini hasretmekten ayrılmaz.
-Muhterem milletime şunu tavsiye ederim ki sinesinde yetiştirerek başının üstüne kadar çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki asli cevheri çok iyi tahlil etmek dikkatinden bir an geri kalmasın.
-Ben Amerika sistemini ülkemizde uygulamayı hiç hatırıma getirmedim. Sistemsiz ve kanunsuz biçimde cumhurbaşkanlığı ile başbakanlığı birleştirmeyi asla düşünmedim. Ve düşünecek adam olmadığım da bütün milletçe bilinmektedir.
Prof. Dr. Cihan DURA, 12 Aralık 2016