Baskı altındayım!
Ergenekon davalarının soruşturmaları sürdürülürken, yargı makamlarının veya polisin elindeki bilgiler, yasaya aykırı olarak medyaya sızdırılıyor ve şüpheliler yargılanmadan mahkûm ediliyordu. Aslında bunun sebebi, soruşturmaya kamuoyu desteği sağlamaktı ve bilinçli yapılıyordu. Binlerce haber ve yorumda yargısız infazlar yapıldı ama bunların çoğuna süresi içinde dava açılmadı. Kamuoyunda şikâyetler yükselince savcılıklar harekete geçti ve yargıyı etkilemeye dönük soruşturma ve davalar açılmaya başlandı. Öyle ki bir gazetenin sorumlu müdürünün, açılan davalarda toplam 700 yıla kadar hapsinin istendiği ortaya çıktı!
***
Derken bizim yazılarımız da mercek altına alındı, 6 ve 7 Nisan 2010 tarihlerinde çıkan, tutuklamalardaki usul hakkındaki yorumlarım soruşturma konusu oldu. Bakırköy Cumhuriyet Savcılığına “bir” soruşturma için ifade vermeye gitmiştim, ikincisini orada öğrendim. Tabii bize çok nazik davranıldı ama anladığım kadarı ile Adalet Bakanlığı bu konuda bir denge kurulmasını istiyor. Zira, bizzat tanık olduğum üzere bakanlık bu soruşturmaları yakından takip ediyor.
Alınan ifadeler, anında Adalet Bakanlığı’na geçiliyor!
Oysa bir soruşturma gizli ise soruşturma emrini veren bakanlık olsa bile artık savcıların işine karışamaz! Şüphelinin nasıl ifade verdiği, bakanlığı neden ilgilendiriyor acaba?
Denilebilir ki yargılamanın bütün safhaları UYAP sistemine kaydediliyor! İyi ama soruşturmanın gizliliği nerede kalıyor o zaman? Soruşturmanın gizliliğini ihlal ettiği öne sürülen gazetecinin ifadesi, Adalet Bakanlığı’na acilen gönderilirse, yani gizliliği, yargının kendisi ve Adalet Bakanlığı ihlal ederse, bu konuda da bir soruşturma açılmalı değil midir?
Konu ciddidir ve İnsan Hakları Mahkemesi’ne kadar gidebilir!
***
Denge politikası, 12 Eylül yargılamalarında kullanılmıştı! Devrimcilerin yargılamasına sağ görüşlü savcı ve hakimler, ülkücülerin yargılanmasına sol görüşlü hakim ve savcılar bakıyordu.
Yine çok önemli bir husus daha var. Türkiye’de Türkçe gazeteler dışında, artık çeşitli etnik dillerde gazeteler de çıkıyor. Bunlardan Kürtçe olanlar, Emniyet Teşkilatı’nın terörle mücadele birimleri tarafından takip ediliyor. Yani savcılığı, fiilen polis yapıyor! Kürtçe dışında olan diğer dergiler ise takip edilemiyor. Çünkü devletin böyle bir hazırlığı yok!
***
Daha da önemlisi, Türkiye’de yabancı dillerde gazeteler de dağıtılıyor. Bunlarda da Türkiye’deki Ergenekon veya Balyoz soruşturmaları veya davaları ile ilgili haber ve yorumlar var. Onların elini kolunu bağlayan olmadığı için tam bir özgürlük içinde düşüncelerini yazıyorlar! Bildiğim kadarı ile bu gazeteler, basın savcılıkları tarafından takip edilmiyor! Hatta Ergenekon soruşturma ve kovuşturmaları için hacimli raporlar hazırlayan yabancılar da oldu. Ben bu duruşmaları takip eden muhabirimiz sayesinde mahkemelere intikal etmiş bütün dosyaları okudum. Konuyu bir dizi yazı ile incelemeyi düşündüm ama yapamadım. Çünkü açılacak davalarla baş edemezdik.
Peki bu nasıl adalettir?
Adaletin kılıcı sadece Türk gazetecilerin üzerinde mi sallanıyor?
Ve konu ile ilgili her yazımıza, denge unsuru olsun diye soruşturma açılacaksa, biz gazetecilik görevimizi nasıl yapacağız? Bu baskı, fiili olarak sansür değil midir?
Arslan BULUT, 15 Mayıs 2010