Batı’nın ‘Ya Kürdistan Ya Terör’ Şantajı

Batı’nın ‘Ya Kürdistan Ya Terör’ Şantajı

İletigönderen tuba » Cum Haz 13, 2008 3:31

Batı’nın ‘Ya Kürdistan Ya Terör’ Şantajı

ABD ve AB’nin “Ya Kürdistan ya PKK” politikası 1980’lerin ikinci yarısında şekillenmeye başladı. ABD ve İngiltere’nin yeni Türkiye politikası karşısında Turgut Özal,Türk-Kürt federasyonuna geçişin bazı sinyallerini verdi.

Birinci Körfez krizi öncesinde Özal kamuoyunda bu düşüncesini, “Irak’tan pay almak” biçiminde paketledi. “Bir koyup beş almak” sloganı, ABD’nin yeni politikasını kamuoyunda pazarlamak için kullanılan bir “havuç”tu.

Kısacası Özal, Batı’nın “ya Kürdistan ya terör” şantajına boyun eğiyordu. TSK’nin Özal’a tepki göstermesinin arkasındaki esas neden buydu.

ABD ve İngiltere, TSK’nin bu tepkisi karşısında “işi yumuşak geçişle halletme” yolunu seçtiler.

Özal, Demirel, Çiller hattında iş yavaş yavaş yürütülebilirdi.1991’de Çekiç Güç ilk adımı oluşturdu. Bu yolla Türkiye, “Irak’ın kuzeyinde kukla bir Kürt devletinin kurulmasına” kısmen farkında olarak razı ediliyordu.

- Türkiye içindeki oligarşi, “yeni Batı politikasına, gönülsüz de olsa evet diyordu.”

- İşin farkında olan kimi aydın çevreler, uzmanlar ve bürokrasi karşı çıktılar.

- Kamuoyunun çok büyük bir kısmı ise ne olup bittiğinin farkında bile değildi. Barolar, üniversiteler, işçi sendikaları ilgisizdiler. Çünkü Türkiye’de katılımcı demokrasi çalışmıyordu. 12 Eylül zaten bunun için tezgâhlanmıştı.

Kamuoyunun güdülmesi yanında Türkiye’nin kurumsal olarak da Washington-Londra-Brüksel eksenine bağlanması gerekiyordu. Piyasa, medya, Çevik Güç ve “AB ile ikili anlaşmalarla” Türkiye bu şantaja kurban edilecekti. Birkaç köşe taşına bakalım;

1) Çekiç Güç kabul edildi. Kendi elimizle “Irak’ın kuzeyini Bağdat’tan (Saddam’dan) kopartıyor, ABD, İngiltere ve İsrail’in emrine sunuyorduk”.

2) Cem Duna Özal tarafından Brüksel’e, “Türkiye’yi Gümrük Birliği yolu ile AB güdümüne tek yanlı olarak sokacak bir belgeyi hazırlamak üzere gönderiliyordu”.

Özal bunu açıkça itiraf etmiştir; “AB bizi almasa da Gümrük Birliği’ne gireceğiz” demiş ve bu ifadesi medyada geniş olarak yer almıştır (*).

Cem Duna 1992-1995 yılları arasında yoğun bir çalışma yapmış ve Özal’ın öngördüğü sonucu başarıyla yerine getirmiştir.

Washington ve Londra, “Türkiye’nin Gümrük Birliği yükümlülüğü altına alınmasını” özellikle istiyorlardı. Bu sadece ticari bir anlaşma değildi; Ankara’yı AB güdümüne sokarak Kıbrıs’ta, Güneydoğu’da ve daha birçok konuda Batı taleplerini karşılayacaktı. Kısacası Ankara’yı Brüksel’e tek yanlı bağlamak, ABD ve AB’nin Ortadoğu’da işini kolaylaştırıyordu.

3) Serbest piyasa ve medya üzerinden yürütülen psikolojik savaş da önemliydi. Gümrük Birliği’ne bağlı olarak Türkiye piyasasının dolaylı yollarla AB’ye bağlanması sağlanıyordu. Öte yandan “medya operasyonları” başladı.

Özal, “daha kanunu çıkmadan, özel televizyonları başlattı." Batı’nın yeni bölge politikaları özel medya üzerinden pazarlanıyordu. Eşref Bitlis ve Muavenet Zırhlısı olayları yeni Batı politikalarının, “şehitler ve kurbanlarla” açığa çıkan somut göstergeleridir.

AKP faktörünün devreye girişi

ABD, AB ve İsrail, istediklerini yavaş yavaş alsalar da rahat değillerdi. Türkiye’de oldukça sağlam bir zemin vardı. Yarım da olsa demokrasi çalışıyordu. NATO’ya rağmen Atatürk geleneğiyle güçlü bir TSK vardı. Ulusalcı ve antiemperyalist potansiyel kuvvetliydi. Batı’nın taleplerine karşı içten içe direnç vardı. Üniversitelerden kimi iş ve işçi çevrelerine ve bürokrasiye kadar geniş bir zeminde istediklerini tam olarak alamıyorlar, zorlanıyorlardı.

Bunun yanında “Ortadoğulu bir ülke olarak” görev alması gereken bir Türkiye gerekiyordu. Hem Türkiye içindeki “negatif olasılıkları” karşılayacak hem de Ortadoğulu bir ülke kimliğine bürünecek bir ülke ancak, “İslamcı siyasilerle” sağlanabilirdi.(**)

Onların, “Ya Kürdistan ya terör” şantajına boyun eğmeleri için “Batı’ya muhtaç hale getirilmeleri gerekiyordu”. Batı 1990’lı yıllarda bu tercihini yaptı ve “işbirlikçi (ılımlı) İslamcıları” sahneye çıkardı.

İki Türkiye var…

- Ya Kürdistan ya terör şantajına boyun eğip Batı’nın yeni projesine evet diyen oligarşi (ve dinciler) cephenin birini oluşturuyor.

- Şantaja direnenler ise diğer cephede. İkinci cephe, “emperyalizmin dayatmasına karşı çıkmasına karşın, onunla açık açık yüzleşmiyor”. Bürokrasi bu konuda çekingen.

Güney Amerika ülkeleri, ABD ile yüzleşerek savaşı kazandılar. Karşımızda “Ya Kürdistan ya PKK” diyen cephenin esas unsurları ile yüzleşebilecek miyiz? Onlarla yüzleşmeden sorunu çözemeyiz.

Türkiye’nin terör sorunu “bir dış politika sorunudur”. Çözümü de birinci derecede, dış politikanın yeniden değerlendirilmesinden geçer. Ancak AKP hükümeti ne böyle bir isteğe sahip, ne de gücü var...

Batı şantajına, ancak, ulusal politikaya sahip bir Meclis ve hükümet karşı durabilir.


(*) Askeri Darbeden Sivil Darbeye, Truva, 2007

(**) Rand Corporation, 1996 ve 2007 Türkiye Raporu, internet kaynaklı.

Ayrıca, 20 Ekim 1996 Aydınlık Dergisi (AKP, Ordu ve Amerika Üçgeninde Türkiye)


Erol MANİSALI
Cumhuriyet
13/06/2008
Kullanıcı küçük betizi
tuba
Üye
Üye
 
İletiler: 1113
Kayıt: Cmt Ara 29, 2007 21:09
Konum: Güneşin doğduğu yerden...

Şu dizine dön: Gazete Köşe Yazarları

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 4 konuk

cron

x