Batının Ya Kürdistan Ya Terör Şantajı
ABD ve ABnin Ya Kürdistan ya PKK politikası 1980lerin ikinci yarısında şekillenmeye başladı. ABD ve İngilterenin yeni Türkiye politikası karşısında Turgut Özal,Türk-Kürt federasyonuna geçişin bazı sinyallerini verdi.
Birinci Körfez krizi öncesinde Özal kamuoyunda bu düşüncesini, Iraktan pay almak biçiminde paketledi. Bir koyup beş almak sloganı, ABDnin yeni politikasını kamuoyunda pazarlamak için kullanılan bir havuçtu.
Kısacası Özal, Batının ya Kürdistan ya terör şantajına boyun eğiyordu. TSKnin Özala tepki göstermesinin arkasındaki esas neden buydu.
ABD ve İngiltere, TSKnin bu tepkisi karşısında işi yumuşak geçişle halletme yolunu seçtiler.
Özal, Demirel, Çiller hattında iş yavaş yavaş yürütülebilirdi.1991de Çekiç Güç ilk adımı oluşturdu. Bu yolla Türkiye, Irakın kuzeyinde kukla bir Kürt devletinin kurulmasına kısmen farkında olarak razı ediliyordu.
- Türkiye içindeki oligarşi, yeni Batı politikasına, gönülsüz de olsa evet diyordu.
- İşin farkında olan kimi aydın çevreler, uzmanlar ve bürokrasi karşı çıktılar.
- Kamuoyunun çok büyük bir kısmı ise ne olup bittiğinin farkında bile değildi. Barolar, üniversiteler, işçi sendikaları ilgisizdiler. Çünkü Türkiyede katılımcı demokrasi çalışmıyordu. 12 Eylül zaten bunun için tezgâhlanmıştı.
Kamuoyunun güdülmesi yanında Türkiyenin kurumsal olarak da Washington-Londra-Brüksel eksenine bağlanması gerekiyordu. Piyasa, medya, Çevik Güç ve AB ile ikili anlaşmalarla Türkiye bu şantaja kurban edilecekti. Birkaç köşe taşına bakalım;
1) Çekiç Güç kabul edildi. Kendi elimizle Irakın kuzeyini Bağdattan (Saddamdan) kopartıyor, ABD, İngiltere ve İsrailin emrine sunuyorduk.
2) Cem Duna Özal tarafından Brüksele, Türkiyeyi Gümrük Birliği yolu ile AB güdümüne tek yanlı olarak sokacak bir belgeyi hazırlamak üzere gönderiliyordu.
Özal bunu açıkça itiraf etmiştir; AB bizi almasa da Gümrük Birliğine gireceğiz demiş ve bu ifadesi medyada geniş olarak yer almıştır (*).
Cem Duna 1992-1995 yılları arasında yoğun bir çalışma yapmış ve Özalın öngördüğü sonucu başarıyla yerine getirmiştir.
Washington ve Londra, Türkiyenin Gümrük Birliği yükümlülüğü altına alınmasını özellikle istiyorlardı. Bu sadece ticari bir anlaşma değildi; Ankarayı AB güdümüne sokarak Kıbrısta, Güneydoğuda ve daha birçok konuda Batı taleplerini karşılayacaktı. Kısacası Ankarayı Brüksele tek yanlı bağlamak, ABD ve ABnin Ortadoğuda işini kolaylaştırıyordu.
3) Serbest piyasa ve medya üzerinden yürütülen psikolojik savaş da önemliydi. Gümrük Birliğine bağlı olarak Türkiye piyasasının dolaylı yollarla ABye bağlanması sağlanıyordu. Öte yandan medya operasyonları başladı.
Özal, daha kanunu çıkmadan, özel televizyonları başlattı." Batının yeni bölge politikaları özel medya üzerinden pazarlanıyordu. Eşref Bitlis ve Muavenet Zırhlısı olayları yeni Batı politikalarının, şehitler ve kurbanlarla açığa çıkan somut göstergeleridir.
AKP faktörünün devreye girişi
ABD, AB ve İsrail, istediklerini yavaş yavaş alsalar da rahat değillerdi. Türkiyede oldukça sağlam bir zemin vardı. Yarım da olsa demokrasi çalışıyordu. NATOya rağmen Atatürk geleneğiyle güçlü bir TSK vardı. Ulusalcı ve antiemperyalist potansiyel kuvvetliydi. Batının taleplerine karşı içten içe direnç vardı. Üniversitelerden kimi iş ve işçi çevrelerine ve bürokrasiye kadar geniş bir zeminde istediklerini tam olarak alamıyorlar, zorlanıyorlardı.
Bunun yanında Ortadoğulu bir ülke olarak görev alması gereken bir Türkiye gerekiyordu. Hem Türkiye içindeki negatif olasılıkları karşılayacak hem de Ortadoğulu bir ülke kimliğine bürünecek bir ülke ancak, İslamcı siyasilerle sağlanabilirdi.(**)
Onların, Ya Kürdistan ya terör şantajına boyun eğmeleri için Batıya muhtaç hale getirilmeleri gerekiyordu. Batı 1990lı yıllarda bu tercihini yaptı ve işbirlikçi (ılımlı) İslamcıları sahneye çıkardı.
İki Türkiye var
- Ya Kürdistan ya terör şantajına boyun eğip Batının yeni projesine evet diyen oligarşi (ve dinciler) cephenin birini oluşturuyor.
- Şantaja direnenler ise diğer cephede. İkinci cephe, emperyalizmin dayatmasına karşı çıkmasına karşın, onunla açık açık yüzleşmiyor. Bürokrasi bu konuda çekingen.
Güney Amerika ülkeleri, ABD ile yüzleşerek savaşı kazandılar. Karşımızda Ya Kürdistan ya PKK diyen cephenin esas unsurları ile yüzleşebilecek miyiz? Onlarla yüzleşmeden sorunu çözemeyiz.
Türkiyenin terör sorunu bir dış politika sorunudur. Çözümü de birinci derecede, dış politikanın yeniden değerlendirilmesinden geçer. Ancak AKP hükümeti ne böyle bir isteğe sahip, ne de gücü var...
Batı şantajına, ancak, ulusal politikaya sahip bir Meclis ve hükümet karşı durabilir.
(*) Askeri Darbeden Sivil Darbeye, Truva, 2007
(**) Rand Corporation, 1996 ve 2007 Türkiye Raporu, internet kaynaklı.
Ayrıca, 20 Ekim 1996 Aydınlık Dergisi (AKP, Ordu ve Amerika Üçgeninde Türkiye)
Erol MANİSALI
Cumhuriyet
13/06/2008