Kimsenin aklına gelmiyor mu? 'Alafranga' (Alla Franca) ve 'Alaturka' (Alla Turca) kelimeleri, Cumhuriyet çocuklarına, Osmanlı'dan müdevverdir; yâni, hiçbir şeyi ifâde etmese de, sadece bu iki kelimenin mevcûdiyeti, Osmanlı toplumunda 'Batılılaşma'nın Mustafa Kemâl'den çok önce başlamış olduğunu kanıtlar. Hoppala, bu da nereden mi çıktı; Gâzi'nin 'Çağdaşlaşmak' tan (Muâsırlaşmak) anladığıyla; 40'lı yıllardan itibaren, tekrar döndüğümüz 'Batılılaşma'nın, aynı şey olmadığını anlatabilmek için, önce bunu bilmeye; bilmek de lâf mı, sinek pislemedik bir yere yazmaya mecburuz.
İki sebepten, çünkü;
1) 'Batılılaşmak', Batılı ülkelere benzemek, onları taklit etmek anlamına gelir ki; buna o zamanlar, bazıları 'medeniyet değiştirmek' de demişlerdi. Gerçekte bu tavır, 'egemenliğin' tam olması için Emperyalist Batı tarafından, üçüncü ülkelere ustaca dayatılmış bir 'kültürsüzleşme operasyonu'dur ki; 'ecnebi kültürü', 'misyoner okulları', 'ecnebi basını ve edebiyatı vs...' vasıtasıyla, üçüncü toplumların 'aydınlarına', adeta 'enjekte edilmiştir'.
2) ...buna mukâbil, Gâzi'nin ve Cumhuriyet'in gerçekleştirmeye çalıştığı 'kültür devrimi', 'çağdaşlığı' amaçlıyor; buysa, metod olarak, 'hayatta en hakiki mürşit ilimdir' vecizesini kabul etmiş; yâni, diyalektik olarak şu ya da bu mevcut medeniyete bağlanmayıp, 'çağdaşlık' fikrine ve idealine bağlanmıştır; hal böyle olunca, gerçekleştirilecek 'sentez'in taklit ve kozmopolit olmayacağı; tam tersine, ulusal ve özgün olacağı meydandadır. Cumhuriyet Türkiye'sinin talihsizliği, şuradadır ki, 1940'lı yıllardan başlayarak, operasyonunun yönü değiştirilerek: tekrar Osmanlı'nın 'kültürsüzleşmesi'ne dönülüyor. Ne garip, Gâzi'nin yazılmasına katkıda bulunduğu, ilk Cumhuriyet nesillerinin okuduğu tarih kitaplarının, tedrisattan kaldırılması da, bu manidâr tarihe rastlar: 1941.
Küçük bir mukâyese...
Durumu daha da netleştirmek amacıyla, hanidir adını anmadığım J. M. Albertini'nin, -hepimizin ezberlemesi gereken- o kısa metnini yayımlayacağım. 'Az Gelişmişliğin Mekanizması' (1974, May Yayınları) adlı eserinde, J. M. Albertini, 'Batılılaşma'dan söz ederken diyor ki:
- '' ...(Batılı) sömürücü, yerli halkın metropoldeki halka benzemesi amacıyla, eski anlayış ve kuruluşlara yeni bir biçim vermeye çalışır; ama 'yerlileri' aşağı düzeyde tutarak, tam bir benzerlikten, kesinlikle kaçınır. Bu politika iki temel ırkçı düşünce üzerine kurulmuştur. Bu düşüncelere göre, hiçbir insan için, bir Avrupa'lıya benzemekten daha güzel bir şey olamayacağından ötürü; Afrika, Asya ve Lâtin Amerika halkına, 'Batı Uygarlığı' 'aktarılmalıdır'; ve hiçbir uygarlık, 'Batı Uygarlığı'ndan üstün değildir. Bu arada 'yerli'nin daima aşağılık bir varlık olduğuna ve hiçbir zaman düzelemeyeceğine inanılmaktadır...''
Bu 'gerçeğin' Osmanlı'nın batırılması sürecinde, nasıl uygulandığını, merak mı ettiniz; o zaman, sâbık Balıkhane Nazırı Ali Riza Bey'in kaleme aldığı 'Bir Zamanlar, İstanbul'dan (Asıl adı: 'XIII. Asr-ı Hicride İstanbul Hayatı', 1922) şu birkaç paragrafa bir göz atacaksınız:
- ''...Kırım Muhârebesi'nden sonra ve muhârebenin getirdiği yenilik Avrupalılar'la daha yakın temâsımız sonucu; Türk usûlü yaşamış olan halkımızın yiyecek, giyeceklerinde, evlerimizin düzeninde büyük değişiklikler doğurmuştu: Zamanın padişahından milletin fertlerine kadar herkes ziynete ve gösterişe düştü. Her çeşit süs eşyası dıştan oluk gibi akmaya başladı ve hele 1272 ve 1273 (1856/57) tarihlerinde yapılan saray düğünlerinde lüzumlu görülen ipekli kumaşlar ve dış ülkelerde yapılan eşyalar, doğrudan doğruya Avrupa fabrikalarına ısmarlanmaya başlandı. Bundan sonra yerli kumaşlar günden güne itibardan düştü. Binlerce liralık sermayedâra sahip olan memleketimiz genellikle sefâlet içinde kaldı; sanat ve ticaret hususunda İslâm ahali yüzde beş yüz zarara uğradı...''
Hadise günümüzün Türkiye'sini çağrıştırıyor değil mi? Hele Niyazi Ahmet Bey'in eklediği, dipnotunu da okursanız:
- ''...saraya lâzım olan eşya, Tophane Müşiri Fethi Paşa'nın aracılığıyla, Fransız tebaasından meşhur Krenpler aracılığıyla Avrupa fabrikalarına ısmarlanırdı: Bu ısmarlama eşya dolayısıyla da Fethi Paşa'ya 'Bezirgân Paşa' adı verilmişti. (...) Bu devirde başlayan Avrupa eşyası hayranlığı, bütün hızıyla devam etti; Sultan Hamit, bütün giyim eşyasını -çocuklarınkine kadar- Paris Büyükelçisi Tahsin Paşa vasıtası ile Avrupa'dan getirtirdi; bunun milletçe çok zararını çektik...''
Cumhuriyet'in talihsizliği...
Bu kadarı bile, sanırım Osmanlı'nın 'Garplılaşma'sı ile, Gâzi'nin 'Çağdaşlaşması' arasındaki uçurumu, açıkça gösteriyor. Hele Gâzi 'nin döneminde, ülkeyi saran 'Yerli Malı Kullanmak' tutkusunu hatırlarsanız!.. Cumhuriyet'in en büyük talihsizliği, yeni rejimin üst yapısını oluşturması gereken aydın kadroların, maalesef Osmanlı döneminde yetişmiş, dolayısıyla birer Tanzimat 'alafrangası' olmaları, 'inkılâbı' 'taklitçiliğe' dönüştürerek, bir güzel 'yozlaştırmaları' idi.
Hâlâ onun belâsını çekiyoruz; çünkü halk yığınlarının içerdiği -ve gerekince gösterdiği- tepki, 'çağdaşlaşmaya' değil, 'garplılaşmaya'dır; yani taklitçiliğe ve aslını inkâr etmeye! Öyle olmasaydı, Mustafa Kemâl'in her dediğini, harfiyyen yerine getirir miydi?
Bunu doğru dürüst, bir anlayabilsek!..
Attilâ İLHAN / Cumhuriyet 05.12.2003