“Attilâ İlhan Halkla Anılır”BANU AVAR, ATTİLÂ İLHAN’I ANLATTI…Röportaj: Didem Karavelli10 Ekim 2005′te yalnızca bir şair, bir romancı ayrılmadı aramızdan. Türkiye’nin en sancılı dönemlerini, en önemli kırılma noktalarını yaşamış, ufku geniş, devrimci, Atatürkçü bir aydın “koyup gitti” bizi.
‘Sokaktaki Adam’ ı, Bir Milleti Uyandıran Attila İlhan, ‘Hangi Atatürk?’ ile de genç nesile gerçek Atatürkçülüğü aşılamış bir devrim neferiydi. Hem de “Kurtlar Sofrasında“…
Her eseri baş ucu kitabı olan, tartışılan fikirlerin öncüsü, kısaca bir “fırtına” geçti Türk düşün ve yazın hayatından…
Ben sana mecburum’dan ibaret değildi Attilâ İlhan. “Aşk şairi”, “melankolik şair” olarak empoze etmeye çalışanlara inat, o bir fenomendi.
“An gelir, Attila İlhan ölür” demişti dizelerinde.
An geldi, Attilâ İlhan öldü…”Sevmek için geç belki ama ölmek için erken”di. Şimdi, “elde var hüzün”…
Bu yıl “kaptan“ın aramızdan ayrılışının beşinci yılı. Biz Attila İlhan’ı, onu en iyi tanıyanlardan biri, Gazeteci – Yazar Banu Avar’dan dinledik. “Halkın içinden bir şair olarak o, halkla anılmalı, Attilâ İlhan böyle anılır” diyor Banu Avar. “Bu yılı ben Attilâ İlhan yılı ilan ediyorum” diye de ekliyor.
Banu Avar’ın bu önerisi şimdiden yankı bulmuş, yüzlerce posta almış bu konuda. Banu Avar’ın öncülük ettiği bu çağrıyı biz de tekrarlıyoruz: “Bu yıl Attilâ İlhan yılı olsun!”
HERKESE ALABİLECEĞİ KADAR KONUŞURDUİ.K: Banu Hanım, Attilâ İlhan ile tanıştığınızda henüz on altı yaşındaymışsınız. Nasıl tanıştınız? O yaşlarda bir genç kızın gözüyle, ilk izlenimleriniz neydi Attilâ İlhan hakkında?B.A: O’nu 16 yaşımda “Zenciler Birbirine Benzemez“’i okuyarak tanıdım. “Sokaktaki Adam” ve şiirleriyle uzun bir yola çıktım. Ve kısa bir süre sonra onunla birebir karşılaşma fırsatı yakaladım. Çok şaşırdım, çok alçakgönüllü ve sabırlı bir aydındı… Sözleri ile yaşamı çelişkili olmayan, karşısındakine, hangi yaşta olursa olsun, sonsuz saygısı olan, kendine olan güveni ve zerafeti ile o zamana kadar karşılaştığım aydınlardan çok farklı bir duruşa sahip bir yazar/şair/ düşünürdü. Daha önce soldaki bazı büyük isimlerle karşılaşmış ve laubali tavırlarına hayret etmiştim. Yaşantıları, savundukları ile tersti. Attila İlhan için kimse bunu söyleyemez. O savunduğu ilkeler doğrultusunda kendini şekillendirebilmiş az sayıdaki aydınlardan biriydi.. Küçük bir çocuğu bile büyük bir sabırla dinlerdi. Buna şahit oldum…
İ.K: Nasıl yaklaşırdı etrafındaki gençlere?B.A: İşte söylediğim gibi.. En küçükten büyüğe saygıyla yaklaşırdı. İnanılmaz zarif bir insandı. Bilgisini gençlerin üzerine boca etmez, herkese ‘alabileceği kadar’ konuşurdu. Ve en çarpıcı yanı, takip ederdi. Romancılığının şairliğinin verdiği yüksek gözlem gücü ile bir çok kişiyi , genci, gelişimlerini takip ederdi…
İ.K: En çok hangi yönünü örnek aldınız? Yani, hangi Attilâ İlhan?B.A: Her yönüyle örnek alınacak bir kişi o. Disiplini, yılmadan, bıkmadan, öf’lemeden İŞİNE DEVAM EDİŞİ, çok kötü dönemlerin içinden geçerken yılgınlığa ASLA kapılmayışı…beni çok etkiledi. Attila İlhan tanıdığımız bazı aydınlar gibi, sabah başka akşam başka, ya da şurda başka burada daha başka yüzleri olan biri değildi. Bir BÜTÜNdü.
İ.K: Onunla birlikte çalışmanın zorluğu oldu mu hiç?B.A: Ben onunla aynı şirkette, onun tavsiyeleri doğrultusunda çalışmalar yaptım. Ama birebir çalışmadım. Bence bu konuyu son 10 yıl onunla yan yana çalışan Belgin Sarmaşık hanıma sorun.
BANA, “SEN KİMSİN BE!” DEDİİ.K: En çok neye sinirlenirdi?B.A: Bir kez sinirlendiğini gördüm.. Seneler önce, tuhaf bir ruh halinde, ‘Abi, umudumu yitiriyorum…’ gibi bir laf ettiğimde, gözlüklerinin üzerinden, o güne kadar hiç bakmadığı sertlikte bana baktı. ‘Sen kimsin be!’ dedi, ıslık gibi bir sesle. ‘Bugünkünden kat be kat zor şartlarda, yalın ayak başı kabak savaşanlar umutsuz olmayı akıllarına getirmediler de, dünyanın 18. ekonomisi, 5. büyük ordusuna sahip bugünkü Türkiye’de, SEN umutsuzluktan mı dem vuruyorsun. Bunun adı şımarıklık!’ demişti. Bu lafı lugatımdan sildim o gün bugün…Kendini bilmezlere, kibirlilere ve batı özentilerine dayanamazdı… ‘Atatürkçü’ olduğunu iddia edip, kökü dışarıda cemaatlere, klüplere, ‘governerlara’ , ya da şeyh şıhlara biat etmiş olanlara mesafeli dururdu…
İ.K: Attilâ İlhan’a göre hayatının en önemli dönüm noktası neydi?B.A: Bilmiyorum… O bir devrimciydi. Ve hayata ‘sürekli değişen, dönüşen’i bularak bakardı.. Ve bu değişimin ana etkenlerini sorgulayarak..
İ.K: İzmir Menemen doğumlu olduğunu ve hayatının önemli bir bölümünün İzmir’de geçtiğini biliyoruz. Biz İzmirliler için de Attilâ İlhan özeldir. Peki, İzmir ne ifade ederdi, Attilâ İlhan için?B.A: Ben İzmir deyince, onun bir konuşması gelir aklıma. Onun sözleriyle hikaye şöyle:
’Fahrettin Paşa’nın Süvari Kolordusu 8 Eylül günü Manisa’ya girer. Manisa kurtulur. Askerler uzun zamandır savaşmaktadırlar ve henüz süvarilerin midesine sıcak yemek girmemiştir. Manisa’nın kazanılması üzerine, bir yemek yenilmesi emredilir. Seyyar mutfaklar kurulur. Yemek hazırlanmaya başlanır. Fakat bir müddet sonra, İzmir’den bir telgraf gelir. Yunanlılar çekiliyor, yerli Rumlar şehri yakacak…Kazanlar dökülür ve süvariler atlara atlayıp bu gece İzmir istikametinde ve Menemen istikametinde harekete geçerler. 9 Eylül sabahı, birliklerden biri Hilal ve Alsancak dediğimiz bölgeden taaruz başlatırlar. Dört nala ilerlerken hiç beklemedikleri bir şekilde, bir yıkıntının arkasında pusu kurmuş olan yerli Rumların ateşiyle karşılaşırlar. İçlerinden üçü orada şehit olurlar. Yüzbaşı Şerafettin Bey’in atlıları savaşarak, Alsancak istikametinden İzmir’e girerler. 9 Eylül sabahı, saat 10.30’da, Konak’ta Hükümet Konağının balkonunda asılı olan Yunan bayrağını Yüzbaşı Şerafettin Bey bizzat indirir. Türk Bayrağını çeker. Ve İzmir Türk olur.
Bu hikayeyi anlatmış ve sormuştur:. ‘Neden bu kadar sene geçtiği halde, hiç birimiz bu üç şehidin kim olduğunu hiç araştırmadık. Onlar her şeyleriyle, İstiklal Savaşı’nın ‘gerçek temsilcileridir’. Sonuna kadar getiriyorlar ve şehre girerken şehit düşüyorlar. Şu kadere bakın. Ben bunu ilk defa, İzmir’de gazetecilik yaparken Karşıyaka’ya geçtiğim yolda bir abide görünce fark ettim. Sıradan küçük bir taş dikilmişti. Nedir diye merak ettim. Çünkü öyle şatafatlı bir şey değildi. Bir gün arabadan indim ve baktım. Üzerine yaldızla eski harflerle kısacak bir not düşülmüş. Ben Cumhuriyet çocuğu olduğum için eski yazıyı bilmiyorum. Onu aynen kopya ettim. Sonra götürdüm, o zaman sağ olan anneme gösterdim. Annem ona baktı ve iki kelime okudu. ‘Şeref’ ve ‘Namus’. Bu iki kelime, bütün bir İstiklal Savaşının özetidir.’ İşte Attila İlhan için İzmir …
İLK KEZ AĞLADIĞINI HATAY MESELESİNİ ANLATIRKEN GÖRDÜMİ.K: “Hatay meselesi özellikle hassas olduğu bir konuydu. Hatta, bu konuyu anlatırken ilk kez gözünün yaşardığını gördüm”, dediniz onunla ilgili bir söyleşinizde. Biraz bahseder misiniz bize bundan?B.A: Hatay’ı anlatırken içlenirdi. Bir keresinde dalgın dalgın anlattı ve sözlerinin sonunda, gözünün yaşardığına tanık oldum.
Hasta bir adam, yıl 1937. Ölümünden bir yıl önce… Çevresinde olan ‘Tanzimat kafalılar’a inat ilk günkü gibi savaşmaya hazır. Hatay’ı düşman elinden kurtarmak için, ‘Reisi cumhurluktan istifa edip, çete savaşına girmek’ten sözediyor… İşte bunu anlatırdı…
“Fransızlarla görüşmeler tıkanır gibi olunca Mustafa Kemal Paşa şöyle demişti:
‘İşi silahlı bir hareketle halletmek zorunda kalırsak, tutacağım yolu çoktan kararlaştırmış bulunuyorum. Derhal devlet reisliği ve mebusluktan istifa edeceğim. Serbest bir Türk vatandaşı olarak bu işte çalışan arkadaşlarla birlikte Hatay’a geçeceğim….. Oradaki mücahitler ve anavatandan gelecek kuvvetlerle meseleyi yerinde ve içerden halletmeye çalışacağım. İsterse Türkiye hükümeti beni ve arkadaşlarımı asi ilan etsin, hakkımda takibat yapsın!’
Bu bize tanıtılan anlatılan Atatürk’ten farklı bir portreydi. Ve bu Attilâ Ağabey’i çok heyecanlandırırdı. Hangi Atatürk’te, heyecanla dönemden belgeler aktarmıştı:
‘Mustafa Kemal Paşa, Fransız idaresi altında inleyen Suriye ve Lübnan için Hasan Rıza Soyak’a şöyle diyordu:
‘ Bugünkü Fransız idarecilerin, Suriye ve Lübnan’a öyle kolay kolay istiklal vereceklerinden emin değilim. … Binaenaleyh biz hareketimizi onlara da teşmil ederek, Suriye ve Lübnan’in özledikleri gerçek istiklallerini temin edebiliriz!’ (Hangi Atatürk, Attila İlhan, S.326)
“10 KASIM’DA YER, GÖK AĞLIYORDU”…İ.K: “İsmet İnönü yanlış uygulamalarla Atatürkçülüğün farklı algılanmasına neden oldu” diyordu Attilâ İlhan. Hatta her fırsatta Milli Şef Dönemi’ni eleştirdi. Haksızlık yaptığını düşündünüz mü hiç? Yoksa aynı doğrultuda mı düşünüyorsunuz?B.A: Tüm belgeleriyle ortaya koydu bu düşüncesini. Sonuna kadar aynı fikirdeyim. Ayrıca 1893 doğumlu bir babam olduğu için, bu konuyu doğrulayan bir çok belge ve bilgiyi de edindim.
İ.K: Atatürk öldüğünde 13 yaşındaydı. 10 Kasım 1938 gününe dair var mıydı anlattıkları?B.A: Yerin göğün ağladığını hatırladığını söylerdi…
İ.K: Attilâ İlhan olaylara evrensel , bütüncül bakabilen bir düşünürdü gerçekten. Sizi çok şaşırtan bir öngörüsü oldu mu hiç?B.A: Bir çok öngörüsü gerçek oldu, oluyor. Alın elinize Faşizmin Ayak Sesleri adlı kitabını, Batının deli Gömleği’ni, Hangi Küreselleşme’yi… Okuyun. Bir çok öngörüsünü ve süreç içinde nasıl doğrulandıklarını göreceksiniz..
ATTİLÂ İLHAN MADRABAZLARIN İŞİNİ BOZUYORDUİ.K: “Herkesin ayağına bastım ben, herkesin rahatını kaçırdım. Bu yüzden istenmeyen adam oldum her devirde” demişti. Neydi bu kadar rahatsız eden insanları?B.A: Mevkii, şan, şöhret, parayı bir kenara atarak doğru bildiği yolda yürüdü, Attila İlhan. Hem de öyle 30’a kadar ‘solcu’, sonra rüzgar gülü olanlara inat ölene dek, 80’ine kadar kimsenin, hiçbir kurumun, partinin koruyucu şemsiyesi altına sığınmadan doğruları söyledi. Belgeledi. Sadece ve sadece Türk milletinin yanında oldu. Bu birçok çevrenin işine gelmiyordu… O duruşuyla, ‘olması gereken’i hatırlatıyor, madrabazların işini bozuyordu.
İ.K: Attilâ İlhan’ın ardından birçok şey yazılıp çizildi, yorumlar yapıldı. Bunlar arasında sizi kızdıran ya da üzenler oldu mu?B.A: Böyle bir insan için uydurulan yalanlar, kitap isimlerinin başına ‘ama’ koyularak yazdıklarının tahrif edilmesi, insanı üzmez mi? Ama üzülmekle kaybedecek vaktimiz yok. Gereğini yapar, yazar, çizer, konuşur, mücadele ederiz… Onu tanıyanlara bu yakışır.
KAHVEHANE SAHİBİ, “KASKETLİ ADAMI ÖZLEDİM” DEDİİ.K: O sadece bir aşk şairi değildi, bunu artık hepimiz biliyoruz. Peki dönüp bakınca, anlaşılmış mı gerçekten Attilâ İlhan? Sizin deyiminizle, o “buz dağı” fark edilebildi mi hakkıyla?B.A: Halk ‘kendinden olanı’ hemen fark eder. Attila İlhan’ı da anlamış ve bağrına basmıştır. Ortaca’da bir kahvede konakladım. Kahvehane sahibi , onun adını bilmiyor ama TRT 2 ‘de cumartesi akşamları seyrettiği kasketli adamı özlediğini söylüyordu…O bu milletin has evlatlarından biridir.Yaşarken, öyle herkese nasip olmayacak bir sevgi halesi ile sarılmış, bağra basılmıştı…
İ.K.: ”Adını silmeye ve onu ‘aşk şairi’ne indirgemeye çalışacaklarını adı gibi biliyordu. Son yıllarda, düşünce kitaplarının üstünün ‘örtüleceği’nden sözediyordu” diyorsunuz. Neydi bu düşüncesini tetikleyen? Korkar mıydı unutulmaktan?B.A: Hiç sanmam. Öyle küçük korkuları, kişisel hesapları olan biri değildi. Bu bir. İkincisi, düne bugüne ve yarına bilimin ışığında bakan biri olarak, en küçük etkenin bile değişim gücünü gayet iyi hesaplayan, kim olduğunun ve neler ürettiğinin farkında bir adamdı.
Onun yukarda naklettiğim sözlerinden kastı, basın yayını, kitap piyasasını inhisarına almış, kendini ‘sol’ diye tanımlayan batıya hayran ayran budalalarının, sözümona ‘entelektüel bir çevre’nin, onu hepten yoksayamayacakları, o nedenle sadece aşk şiirlerini öne çıkarıp, onu ‘Aşk şairi’ olarak yüceltip, diğer fikir kitaplarını görmezden gelecekleri gerçeğiydi. Bu öngörüsü de o çevreden beklediği şekilde gerçekleşti. Ama gençlik ve halk, şiirleri yanı sıra onlarca kitabını da başucu kitabı yaparak gereken cevabı verdi.
İ.K: Benim özellikle merak ettiğim bir şey var. “Batı, bizim aydınları kendine hizmet etsin diye yetiştiriyor. Türk aydını Türk değil” diyen İlhan, Orhan Pamuk’un aldığı tartışmalı Nobel ödülüne ne derdi sizce? Pamuk’u beğenmekle birlikte edebiyat çizgisini eleştirmiş, “Geleceğinden emin değilim” demişti çünkü, bir söyleşisinde.B.A: O söylem, Attilâ İlhan’ın zerafetinden ve Pamuk gibileri muhatap almak istemediğinden o biçimde söylenmiştir. Attilâ İlhan’ı yakından tanıyanlar gayet iyi bilirler ki, “Cevdet bey ve Oğulları” sonrasında Pamuk’un ‘post modernizmin’ ağları arasına dolaştığını, ve her belli odaklara yaklaşanın başına geldiği gibi yazım gücünün deformasyonuna tanık olunduğunu ifade etmiştir..
İ.K: “Kadından, paradan ve şöhretten uzak durdum hayatım boyunca” diyor. Şöhretten bence istese de uzak duramadı, ama istese de uzak duramadığı bir bayan olmuş mu hayatında?B.A: Bunu bilemeyiz. Bu sorunun yanıtını araştırmacılar, şiirlerinde arasınlar. Biket hanım olabilir bu sorunun cevabı.
İ.K: TRT’deki programı neden yayından kaldırıldı?B.A: E bu sorunun cevabı belli değil mi? 2004’de Türkiye’nin bir ‘yola’ sokulduğu yıldı. Mümkün mertebe her yerden ‘gerçekleri’ haykıranlar uzaklaştırılacaktı. O bunların başında geliyordu. Halkın sevdiği, ne dediği anlaşılır, usta bir hatip 10 yıl sonra hiçbir gerekçe verilmeden, ve aniden devlet televizyonundan atıldı…
İ.K: Bu duruma tepkisi ne oldu?B.A: O böyle durumlara tepki vermemeyi çok önce öğrenmişti. Zaten başına gelecekleri bilmek gibi bir özelliği vardı. TRT’deki odasında yapımcısı Nedret Çatay ile konuşmasını hatırlıyorum: 2 aylık yaz arasından sonra programın sonlandırılacağını hissetmişti…Çantasını topladı ve gitti.
İ.K: “Daha 17 yaşında hapise girmiş, defalarca soruşturmalara uğramış biri için ölüm hiçbir şeydir” diyordu. Bunca mücadelenin arasında, “yoruldum” dedi mi hiç?B.A: ASLA! O yorulmayacak, yılmayacak kadar DİSİPLİNLİYDİ.
YÜZLERCE İLETİ, TELEFON ALDIMİ.K: 10 Ekim 2005 günü hayatınızın en acı günlerinden biri hiç kuşkusuz. Nasıl bir boşluk yarattı onun yokluğu, hayatınızdan neler götürdü?B.A: Bence kendini bu ülkenin evladı sayan herkesin hayatından bir şeyler eksildi. Ben ve ona büyük sevgi duyan birçok kişi, onu düzenli olarak gören konuşan dertleşen insanlar için büyük bir boşluk oldu.
O boşluğu, o sızıyı dindirmenin tek bir yolu var: Çalışmak. Ona layık olmanın tek yolu: ÇOK ÇALIŞMAK.
İ.K: “Bu yılı Attilâ İlhan yılı ilan ediyorum” dediniz. Bu çağrınıza karşılık geldi mi?B.A: Gelmez olur mu. Yazı yayınlanır yayınlanmaz yüzlerce ileti, telefon aldım. Attila İlhan’ın düşüncelerini, fikirlerini 2010 ve 2011’de tüm kitap fuarlarında, tüm üniversite konuşmalarımda İNADINA anlatacağım. Ve herkes bulunduğu ilde ilçede, bunu yapacaktır.
İ.K: Sizce her yıl hakkıyla anma yapılabiliyor mu Attilâ İlhan için? Ne yapılabilir, neler yapılmalı? Çağrınız var mı bu konuda da?B.A: Anmak, bir salona toplanıp şiir okuyup, tiyatral gösteriler yapmak olmamalıdır. Attilâ İlhan öyle anılmaz. Attilâ İlhan halkla anılır. Gençlerle anılır. Batının Deli Gömleği’nde Türkiye’yi anlatarak anılmalıdır. “Hangi Atatürk” okunarak anılmalıdır. Gerçek muhalefetin bir araya gelmesiyle anılmalıdır. Ve öyle de olacaktır. O, “BİR MİLLET UYANIYOR” adlı bir dizi başlatmıştır. İçine her cenahtan vatanseverleri katmıştır. Bir dip dalgasını işaret etmiş, birlik fitilini ateşlemiştir… Onu bu yolda devam ederek anacağız.
İ.K: En sevdiğiniz Attilâ İlhan dizeleri ile bitirsek…B.A: Aslında ona ait değil bu dizeler, ama onun en sevdiği ve bana el yazısıyla yazıp verdiği dizelerdi: “DURUM BUYSA İSYAN HAKTIR!”
İ.K: Teşekkür ederiz…(NOT: Banu Hanım’dan Attilâ İlhan ile çekilmiş bir pozunu istedik, “Maalesef birlikte bir fotoğrafımız bile yok” diyor. O bu konuda hep çekingen davranmış. “Herkes fotoğraf çektirirken, ben utanır, bir fotoğraf çekilelim diyemezdim“, diyor gülerek.)
İlk Kurşun, 8 Ekim 2010