“BEN ŞİMDİ SİZE NE DİYEYİM Kİ ???” Dr. Noyan UMRUK
Yüce Önderin bundan tam 96 yıl önce 31 Temmuz 1920 akşamı Afyon Kolordu karargâhında Zabitana yaptığı konuşma pek az bilinir… Gözlerim yaşararak bu konuşmayı okuyorum:(1)
“Arkadaşlar! İngilizler ve yardımcıları milletimizin bağımsızlığını imhaya karar vermişlerdir. Milletler bağımsızlıklarını hiç kimsenin lütuf ve atfetme borçlu değildir. Hiç kimse kimseye, hiçbir millet diğer millete hürriyet ve bağımsızlık vermez. Milletlerde tabiat en yaratılıştan mevcut olan bu hak, milletlerce kuvvede, mücadele ile mahfuz bulundurulur. Kuvveti olmayan, dolayısıyla milletin bağımsızlığı gasp olunur.
Dünyada hayat için, insanca yaşamak için bağımsızlık lâzımdır. Bağımsızlık sahibi olmak için kuvvet sahibi olmak ve bunun için mevcudiyetini ispat etmek icap eder.
Kuvvet ordudur. Ordunun hayat ve saadet kaynağı, bağımsızlığı takdir eden milletin, kuvvetin lüzumuna olan vicdanı imadır
İngilizler, milletimizi bağımsızlıktan mahrum etmek için, pek tabii olarak evvela onu ordudan mahrum etmek çarelerine giriştiler. Mütareke şartlarının tatbikatı ile silahlarımızı, cephanelerimizi, bütün müdafaa vasıtalarımızı elimizden almaya çalıştılar. Sonra kumandanlarımıza ve subaylarımıza tecavüz ve taarruza başladılar. Askerlik izzetinefsini yok etmeye gayret ettiler. Ordumuzu tamamen lağvederek, milleti, bağımsızlığını muhafaza için muhtaç olduğu dayanak noktasından mahrum etmeye teşebbüs ettiler. Bir taraftan da müdafaasız, ordusuz bıraktıklarını zannettikleri milletin de izzetinefsine, her türlü haklarına ve mukaddesatına taarruzla milleti alçaklığa, boyun eğmeye alıştırmak planını takip ettiler ve ediyorlar.
Her halde ordu, düşmanlarımızın birinci taarruz hedefi oldu. Orduyu imha etmek için, mutlaka subayları mahvetmek, aşağılamak lazımdır. Buna da teşebbüs ettiler. Bundan sonra milleti koyun sürüsü gibi boğazlamakta engeller ve müşkülat kalmaz.
Bu hakikat karsısında ve içinde bulunduğumuz vaziyete göre subaylar heyetimize düşen vazifenin mahiyeti, ehemmiyeti ve kıymeti kendiliğinden meydana çıkar.
Milletimiz hür ve bağımsız yaşamak lüzumuna tam bir iman ile kani olmuş ve buna kati azim İle karar vermiştir. Zaman zaman, şurada burada üzüntü verici karaktersizliklerin görülmüş olması, hiçbir vakit milletimizin genel kanaatine, hakiki İmanına sekte vurmamıştır ve vurmayacaktır.
Dolayısıyla kuvvetin, ordunun vücudu için lazım olduğunu söylediğim kaynak ki milletin vicdanı imanıdır mevcuttur. Ordu ise, arkadaşlar, ancak subaylar heyeti sayesinde vücut bulur. Malum bir askeri hakikat, felsefi hakikattir; "ordunun ruhu subaylardır." O halde subaylarımız, düşmanlarımız tarafından yıkılmak istenilen ordumuzu tamir edecek ve canlandıracak ve ordu ve milletimizin bağımsızlığını muhafaza edecektir. Millet, bağımsızlığının muhafazasından ibaret olan hayati gayesinin teminini ordudan, ordunun ruhunu teşkil eden subaylardan bekler. İşte subayların yüce olan vazifesi budur.
Allah göstermesin milletin bağımsızlığı ihlal edilirse bunun vebali subaylara ait olacaktır. Subaylar, izah ettiğim yüce, mukaddes ve bütün açılardan üzerlerine düşen vazife itibariyle, bütün mevcudiyetleriyle ve bütün dikkat ve ferasetleriyle, giriştiğimiz Bağımsızlık mücadelesinde birinci derecede faal ve fedakâr olmak mecburiyetindedirler. Şahsi ve özel hayatları itibariyle de subaylar, fedakârlar sınıfının en önünde bulunmak mecburiyetindedirler. Çünkü düşmanlarımız herkesten evvel onları öldürür. Onları aşağılar ve hor görürler.
Hayatında bir an olsa hile subaylık yapmış, subaylık izzetinefsini, şerefini duymuş, ölümü küçümsemiş bir insan, hayatta iken, düşmanın tasarladığı ve reva gördüğü hu muamelelere katlanamaz. Onun yaşamak için bir çaresi vardır: Şerefini korumak! Halbuki düşmanlarımızın da kastettiği, o şerefi ayaklar altına atmaktır.
Dolayısıyla subay için "ya istiklâl. ya ölüm" vardır Fakat arkadaşlar ölmeyeceğiz, bağımsızlığımızı muhafaza ederek yaşayacağız ve milletimizi daima bağımsız görmekle bahtiyar olacağız!”
Bu konuşma, diğer zaman tünelini aşan konuşmaları gibi adeta maalesef günümüzü ifade ediyor.
İyi ki bu günleri yaşamadı, yaşasaydı herhalde kahrolarak şöyle derdi Yüce Önder :
“ONLARIN, ONLARCA KEZ DENEYİP BİR TÜRLÜ BAŞARAMADIĞINI, SİZ BİZZAT KENDİNİZ BECERDİNİZ… BEN ŞİMDİ SİZE NE DİYEYİM…”
Hem TSK’nın sadece %1.5’unu oluşturan oyuna gelmiş isyancılara, hem de görülmemiş bir yönetim zafiyet ve aymazlığı içinde bulunanlara ben de diyorum ki;
*Ne hakkınız vardı? Bu güzelim ülkeye, tarihinde yaşamadığı bu trajik anları yaşatmaya,
*Yitirmekte olduğu prestiji, kumpas davalarının çökmesi ve Güneydoğuda gösterdiği özverili başarı ile kazanmaya başlayan TSK’nin itibarını ülkenin en çok kendisine ihtiyaç duyduğu zamanda yitirmesine yol açmaya,
*Ülkenin ve TSK’nın küresel çete ve işbirlikçilerinin istemleri doğrultusunda dönüştürülmesine kapıları sonuna kadar açmaya,
*Ve de yıllarını, ömrünü ülkenin ve halkının mutluluğuna adamış, ana gövdeyi milyonlarca TSK mensubunu aileleri ile birlikte utanç içinde bırakmaya…
Müstahakkınızı bulun…
(1)Anadolu'da Yenigün gazetesi, 10 Ağustos 1920. •Atatürk'ün Bütün Eserleri, c.9, Kaynak Yayınları, istanbul. Ekim 2002, s. 112-113