BEN SÖZE BAKARIM
Mevlana’ya atfedilen ‘ben lafa bakarım laf mı diye’ başlayan tümcedeki ‘laf’, zaten zamanla ‘boş laf’a dönüşmüş durumdadır.
Ancak ‘söz’ günümüzde bile, ardında bir ‘güvenirlik’, bir ‘kişilik’ yani sözcüğün tam anlamıyla bir ‘adamlık’ olduğunu kanıtlayan bir konumu dile getirmektedir.
O arada, ‘tüccar sözü’, ‘siyasetçi sözü’, ‘asker sözü’ gibi mesleklere göre bir ‘söz’ ayırımı da yapılabilir.
‘Siyasetçi sözü’ üzerinde durmaya bilmem gerek var mı?
‘Siyasetçi’nin ne kadar ‘adam’ olduğu konusunda, herkesin kendince bir değerlendirmesi olacaktır.
Ancak ‘asker sözü’ üzerinde biraz durmak gerekir diye düşünüyorum.
Örneğin 28 Şubat şehidi hava Korgeneral Vural Avar’ın meslekî yaşamı boyunca neler söylemiş’olduğunu bilmiyorum ama, ‘ben af dilemeyeceğim’ sözü bence onu Orgeneral rütbesine yükselten bir ‘söz’ olmuştur.
‘Asker’liği ve ‘Türk Subayı’ olmasının yanısıra ‘adam’lığını da kanıtlayan bir ‘söz’ olmuştur.
Ve asker sivil tüm “Mustafa Kemal’in askerleri”nin gönlüne taht kurmuştur.
‘Orgeneral Vural Avar’ı akıllarınca yargılayanlar ile sözde rütbelerini söktüklerini sanan başta Hulusi Akar, Yaşar (son gülen iyi) Güler ve Hava Kuvvetlerine bakan her kim ise onun ‘adamlık’ları ise enine boyuna tartışılır duruma düşmüştür.
Bana sorulacak olursa, tartışmaya bile gerek yoktur diyebilirim.
28 Şubat’a gelince; her kim ki ‘zarar’ gördüğünü ileri sürmektedir, en sıradan deyişle doğru söylememektedir.
Bu Kılıçdaroğlu da olsa, Meral Akşener ya ‘Altılı Masa’dan herhangi biri de olsa, ‘doğru’ söylemiyordur diyebilirim.
Geriye kalanların hiçbir zaman doğru söylemediklerini ise, söylemek bile fazla...
O arada ‘şehadet’lerini bekleyen Amiraller’imiz de var.
Bunlar gerçek anlamda ‘Devrim Şehitleri’ albümüne girecek olanlardır.
Çünkü Türkiye bugün ‘Karşı Devrim’in kıskacı ve baskısı altındadır.
Cumhuriyet’imiz ve ‘Demokrasi’miz söyle dursun ‘Devlet’imizi çökerten bir ‘Karşı Devrim’le karşı karşıyayız.
‘Devrim’ sözcüğünü anlayamadığı için bu sözcükten huylananacak olanlar için, halihazırdaki ‘iktidar’ için ‘gayri meşru’ ve ‘gayri millî’ nitelemeleri de kullanılabilir.
Çünkü ‘meşruiyet’ten uzaklaşan her ‘iktidar’ gayri meşrudur (illégitime).
Kaldı ki ‘Meşruiyet’ şöyle dursun, bu iktidar ‘Meşrutiyet’ bile değildir.
Çünkü ‘Meşrutiyet’te, en azından uyulması gereken bir ‘Anayasa’ vardır.
Türkiye’de de sözde yürürlükte olan bir ‘Anayasa’ vardır.
Ve bu ‘Anayasa’ hükümlerine göre, Cumhurbaşkanı, anayasanın ilgili maddesinin kendisine yüklediği ilgili madde gereğince, kimseye danışmadan ve bir kararname ile hapishade duramayacak kadar yaşlanmış (madde kocamış diyormuş) her kim olursa olsun ‘affeder’miş.
Orgeneral Vural Avar için bu madde uygulanmış mı?
Uygulanmadığı gibi, ortalıkta Bakan diye dolanan Bekir ‘af dileseydi Reis affedecekti’ gibi bir yalana sarılmaktan çekinmemiştir.
Bu durumda, varsayalım ki bir ‘Reis’ var; var ama bir ‘Anayasal Yönetim’den, yani gerçek anlamda bir Meşrutiyet’ten sözedilebilir mi?
Zaman zaman söylerim; halk arasında ‘Değirmeni su götürmüş biz hâlâ şaksağısını aramaktayız’. [Şakşağı değirmenin su hızını ayarlayan küçük tahtanın adıdır].
Demek ki, devlet kategorisi ve hükûmet biçimi olarak Cumhuriyet’i sel götürmüş ve Mustafa Kemal’in Ordusu’ndan eser kalmamıştır.
Ortalıkta ‘komutan’ diye dolanan kimi zırzoplar da Vural Paşa ve arkadaşlarının rütbelerini söktüklerini söylüyorlarmış.
Sökülen rütbeler tam da bu zırzoplarınkilerdir.
Vural Paşa ve arkadaşları ise halk nezdinde bir üst rütbeye yükselmiş bulunmaktadırlar.