Benim hüzünlü orospularım..
Olaya tarafsız ve masumane bakalım!..
İşi yokuşa sürmeden de gerçeği patlatalım.
Gençler birbirlerini sevmişler...
Kız 14 yaşında.
Genç aşık (!) ise 78.
Ya da gelin işi abartmadan konuya ailenin de bilgisi dahilinde ilişki diyelim.
Yok yok bu da olmadı.
Biraz daha edebi yaklaşalım.
Gelin mesela Japon yazar Yasunari Kavabatanın Uykuda Sevilen Kızlar romanından esinlenerek açıklık getirelim.
Esrar içirilerek uyutulan genç kızlar hayli yaşlı erkeklere bir gecelik kiralanır. Küçük kızlar odalarında çıplak olarak yatarken yaşlı ve paralı erkekler gece yarısı gelip El değmemiş uyuyan kızların odalarına girerler.
Kural gayet basittir.
Dokunmak yok.
Ya oturup seyredeceksin ya da ona dokunmadan uyuyacaksın.
Yok, bu da olmadı.
Bizdeki olay biraz daha farklı.
Kızın ifadesine göre genç aşık(!) orasını burasını öpüp duruyormuş...
Gelin biz en iyisi Kolombiyalı yazar Gabriel Garcia Marquezin Benim Hüzünlü Orospularım adlı romanından yola çıkarak konuyu tartışalım.
Ne alaka demeyin, kitaptaki kahramanla Hüseyin Üzmezin o kadar çok ortak noktası var ki.
Roman kahramanı da bir gazetecidir.
Ancak yaşı bizimkisinden biraz daha büyüktür o 90 yaşındadır.
Çirkinlik görecelidir ama Üzmezin kendi tabiriyle yola çıkarsak her ikisi de çirkindir.
Üzmezin tercihi bilinmez ama kitaptaki kahraman hayatının büyük bir bölümünü genelevlerinde geçirmiş. Hatta bir ya da iki kez yılın müşterisi bile seçilmiştir.
Para vermeden bir kadınla yattığı da görülmemiştir...
Her iki olayda da kızların yaşı aynıdır.
Hayatının son deminde kendisine bir 90 yaş hediyesi vermek isteyen kahraman, kadın satıcısı Rosadan bakire yeni yetme bir kız ister.
Kadın ona istediği gibi birini bulur.
Kız 14 yaşındadır.
Kıza sakinleşsin diye bir tür uyuşturucu verilir, ancak çocuk bünyesi bunu kaldırmaz uykuya dalar. 90lık gazetecide onun çıplak bedenini yatakta saatlerce seyredip iç geçirir.
Edep duygusunun engellerine takılmadan seyretmenin zevkini keşfeder.
Adını bilmediği kıza aşık olur, ona Delgadina adın takar.
Yazar kelimelerle o kadar ustaca oynar ki kitabı okuyunca sanırsınız tam bir aşk kitabıdır.
Oysa...
Nedense küçük kız roman boyunca hiç ama hiç konuşmuyor.
Hep çıplak ve yatakta. Çoğu zamanda uyuşturucu yüzünden kendinden geçmiş.
Düşünün bir kere ergenleşmemiş bir çocuk vücudu neyi temsil eder.
Aşkı mı?
Cinselliği mi?
Acizliği mi?
Yoksa yaşam ve koşullar uğruna katlanmayı mı?
Şimdi gelelim gerçek kahraman Hüseyin Üzmeze.
Birkaç yıl önce yine manşetlerdeydi.
Konu yine aşktı. Evlilikle biten bir aşk.
Kız kendisinden tam 50 yaş küçüktü.
Basın yine coşkuyu vermiş uzun süre bu konuyu tartışmıştı.
Kimi basın kendinden yaşça küçük erkeklerle evlenen ya da yaşayan kadınları örnek verip yuhlarken kimi basında kendinden yaşça küçük kızlarla birlikte olan erkekleri gündeme taşıyıp durmuştu...
Mesela o dönemde kızın babası önceleri bu duruma hayli karşı çıkmış, aradan günler geçtikten sonra da çıkıp şu açıklamayı yapmıştı. Peygamber efendimiz de Ayşe anamızla 9 yaşındayken evlendi. Kızımın evlenmesine ilk zamanlar karşı çıkıyordum. Sonra normal karşıladım. Zaten 8 aydır telefonla konuşuyorlardı.
Tabii vurucu cümlede komşulardan gelmişti; genç kıza İstanbulda bir ev ve bir araba alınmış...
Aradan 5 yıl geçmiş.
Hüseyin Üzmez bu defa cinsel istismar suçundan yargı önünde.
Kızın babası serbestken annesi de kızını fuhuşa zorlamaktan yargı önünde.
Olay, Vakit Gazetesine ve televizyonlarda her zaman şeriat özlemi içindeki hırslı ve inançlı konuşmalarıyla tanıdığımız, hayatının neredeyse tümünü İnanç üzerine kurmuş Hüseyin Üzmezin söylediklerine göre komplo, iddianameye göre Küçük yaşta çocuğu cinsel istismar, basınımıza göre de Yılın 78lık azgın tekesi.
Oysa bilgisayarın başına oturduğumda kafamdaki yazı Okeye dördüncü aranıyor kıvamında açıklamalarıyla Özgür çiçekler ve özgür renkler adlı defilesi ve üç karısıyla gül gibi geçinip gittiği için kıskanılan(!) Tekbir mağazalarının sahibi Mustafa Karadumandı.
Çok eşliliği savunmak adına ne diyordu Karaduman; Tekeşlilik mümkün olsaydı, umumhaneler, kerhaneler olmazdı. Müslümanlar bile tepki gösteriyor. Anlamak mümkün değil. Bunu yasaklama, kişisel olarak küçümseme, kendi inancına zarar getirir. Peygamberimize de bu hususta bize göre Allah daha fazla hak tanımış. Allahın tanıdığı bu hakkı da kimse Peygamberin elinden alamaz. Eğer bir adam Müslümansa, Peygamberi tanıması yeterlidir, kimseye bakmasına gerek yok. Benim kitabımda Peygamber var. Hukuksal olarak endişem yok.
Sonuç olarak neresinden bakarsanız bakın bu bir dünya gerçeği...
İş inanç, ölüm ve cinsellik olunca akan sular duruyor.
Cinsellik, ölüm ve inanç üçgenini çözen ya da çözebilecek bir babayiğit henüz anasından doğmadı doğmayacakta.
Her üçünde de yalnız ve çaresiziz.
Çaresizlik bir yana utanç duvarlarıyla örülen içgüdülerimizi de ya inanç kavramına bağlıyoruz ya da aşka.
Kaçış noktaları hep aynı.
Ya inanç ya da aşk.
İnanç ve aşkı bir maymuncuk gibi kullanan başka bir yaratık olmasa gerek.
Mesela kimse kalkıp; Kendine ve yakınlarına yapılmasını istemediğin şeyi başkalarına yapma. (Kim kızını ya da kardeşini ikinci ya da üçüncü eş olarak birine verebilir. Ya da kendinden 50 yaş büyük biriyle evlenmesine izin verebilir.)
Nefsinle savaş, kalk iki rekat namaz kılı örnek almaz.
Ama zaman ve şartlar gereği yapılan şeyleri yapmak için can atarlar.
Bunun adına da ya inancım derler ya da aşk...
Erol Şengül, 29 Nisan 2008