BİÇİM ve İÇERİK
Klasik genel felsefeden buyana ‘biçim ve içerik’ (forme et contenu) ayırımı bir yöntembilimsel zorunluluktur.
Bir de biçem var (üslûp).
Hatta biçem’e doğrdudan yöntem diyenler de var.
Şimdi adını anımsayamadığım bir tarihçinin kitabının adı idi: Tarihte üslûp.
Bu biçim, biçem ve içerik ayırımı yapılmadan çözümleme (analiz) yapmak mümkün değildir.
Kaldı ki, çözümleme (analiz) yapmak demek zaten bu ayırımı yapabilmek demektir.
Biçimine biçemine bakmaksızın sorunun içeriğini çözümlemeye kalkmak ancak ve sadece imam hatip kültürüyle yetişenlere özgü bir durum olsa gerektir.
Alaca Karanlık Partisi kültürü de denilebilir.
Çünkü, gerçekte, ideolojiler, kuramlar, kültürler, dil ve sanat dahil, tüm kurulan ve yapılandırılan (constituées et structurées) etkinlikler birer biçimdirler.
Hukukçular da hep ‘biçim’in ‘öz’ kadar önemli olduğunu söylemekte değil midirler?
Öz ya da İçerik ise zihinsel eylemin (acte intellectuel) üründür.
İmam hatip kültüründen bir zihinsel eylem (acte intellectuel) beklemek mümkün olabilir mi?
O kültürün başdüşmanıdır zihinsel eylem.
Tam da bu nedenle, bu kültür biçeme öncelik verir.
Biçemle içeriği gizlemek taraftarıdır.
Olmayacak yerde ‘öfkeleniyor’ izlenimi verecek ve bağıracak.
Ya da, kimdi bunların pîri, şu Pensilvanya’daki gibi hüngür hüngür ağlayacak.
Çömezleri de bağıramayacakları yerde zırıl zırıl ağlamakta değiller midirler?
Ya da, ellerini açıp, olmayacak küfürler eder ya da bedduaya yönelirler.
Bir ‘biçim’i kendi ‘biçem’leriyle anlatmaya çalışmak da denilebilir.
İçerik ise hep ikinci planda kalır.
Büyük olasılıkla ve çoğunlukla ‘boş’tur.
Ancak ve ne var ki, Pensilvanya’dakini gölgeledikten sonra Ankara’daki, sanki onun da gücünü kendisininkine ekleyerek, iyice zıvanadan çıkmış bulunmaktadır.
‘Ulan alçak’, ‘ulan terbiyesiz’! falan da filan.
Ben senin ananı.. demediği kalmıştır, ama kendi içlerinde onu da çok rahat söylüyorlardır, ki bundan eminim.
Şimdi, ‘sözde’ içerikçilerimiz diyelim, onlar da ‘biz onun seviyesine düşmeyelim’ demekteler.
‘Onun seviyesi’ dedikleri yer ise, tüm Türkiye’yi ‘temsil makamı’.
Yani bunların Türkiye’yi temsil etmek gibi bir amaç ve hedefleri yok sanki.
Orası ‘bizimkilerinkinden daha aşağı’ bir ‘seviye’.
CHP’li Öztürk Yılmaz’ın, ‘Ulan sensin’ demesini beğenmedim desem doğru olmaz.
Oysa, Öztürk Yılmaz’ın genel başkanının, seni artık tanımıyoruz, in oradan aşağı demesini beklerdim.
İn oradan aşağı demek de yetmez, gerçekten ‘tanımama eylemleri’ni başlatması gerekirdi.
Bir ara zaten ‘bunlar gayri meşrudur’ da demişti.
Onlar gayri meşru ise ve sen hâlâ onları oldukları yerde ‘tanıyor’ isen, kusura bakılmasın ama, aynı ‘seviye’de bulunuyorsunuz demektir.
Bu durumda olunsa bile, ‘ulan sensin’ demek gerekirdi.
Oysa bunlarınki ‘kibarlık budalalığı’..
Söylemek istemezdim ama, bu ‘kibarlık budalalığı’nın arkasında, bir ‘özgüven eksikliği’ de yok değildir.
Düpedüz korkaklık.
Nazım de diyordu, ‘tavşan korktuğu için kaçmaz, kaçtığı için korkar’.
Bunlar da kaçtıkları için korkuyorlar.
Ya it ısırırsa?
İtten korkuyorsan köyü terkedeceksin, başka yolu mu var?
Bunun dışında kalan tüm gevezelikler, o devlet-mevlet hikâyeleri örneğin, son çözümlemede gelip ‘cesaret’ ve ‘medenî cesaret’e dayanmaktadır.
Sözcüğün tam analamıyla ‘insan’ olmaya..
İte it demek ‘insan’ olmanın en yalın ve en belirgin ölçütüdür.
Mihenk taşı...
Habip Hamza Erdem