Ve Ant olsun, onlara, bir bilgi ile anlatacağız; çünkü Biz uzakta olanlar değildik. (Araf, 7)
…Biz kesinlikle, kesin bilgi ile bilgilenmek isteyen toplum için âyetleri apaçık ortaya koyduk. (Bakara, 118)
Ve şüphesiz o (Kur’ân), kesin bilginin gerçeğidir. (Hakka, 51)
Ve hiç bilmediğin bir şeyin ardına düşme!.. (İsra, 36)
Hiç kuşkusuz onlara, inananlar için, bir kılavuz ve rahmet olarak, tam bir bilgiyle ayrıntılı olarak açıkladığımız bir Kitap getirmiştik. (Araf, 52)
Şüphesiz işte bu [Bizim naklettiklerimiz], kesin bilginin, gerçeğin ta kendisidir. (Vakıa, 95)
O [Nuh]; “Ey Rabbim! Ben hakkında bilgim olmayan bir şeyi istemiş olmaktan dolayı sana sığınırım. Ve eğer Sen beni bağışlamazsan, bana merhamet etmezsen ben hüsrana uğrayanlardan olurum” dedi. (Hud, 47)
Şüphesiz göklerde ve yeryüzünde mü’minler için alâmetler; göstergeler vardır. Ve sizin yaratılışınızda ve türetip-yaydığı küçük- büyük tüm canlılarda da kesin bilgiyle inanan bir toplum için alâmetler; göstergeler vardır. (Casiye, 3-4)
Kişi bilgiden uzak düştüğü anda zanna yakalanır. Ve zann hakktan/gerçekten yana hiçbir şey kazandırmaz insana.
Oysa ki onların bu konuda hiçbir bilgisi yoktur. Onlar yalnızca zanna uyuyorlar. Zan ise “Hak”tan hiçbir şey kazandırmaz. (Necm, 28)
Ve eğer yeryüzündekilerin çoğunluğuna uyarsan seni Allah yolundan saptırırlar. Çünkü onlar sadece “zann”a uyuyorlar ve sadece saçmalıyorlar. (Enam, 116)
…De ki: “Yanınızda bize çıkarabileceğiniz bir bilgi mi var? Siz, sadece zanna uyuyorsunuz ve siz sadece saçmalıyorsunuz.” (Enam, 148)
Ve onların çoğu, ancak bir zanna uyarlar. Şüphesiz ki zan, “Hak”tan hiçbir şey kazandırmaz. Şüphesiz Allah onların yaptıklarını çok iyi bilir. (Yunus, 36)
Ve kişi bilgiden uzak düşüp zannla hareket etmekle kendi kendini kitler, mühürler. Gerçekleri göremez, duyamaz, bilgi ile söyleneni anlayamaz hale gelir.
Onlar, Allah'ın, kalplerini, kulaklarını ve gözlerini damgaladığı/mühürlediği kimselerdir. İlgisiz, bilgisiz, duyarsız olanlar, onların ta kendileridir. (Nahl, 108)
Ve önceki sahiplerinden sonra yeryüzüne vâris olanlara kılavuz olmadı mı: “Eğer Biz dilersek onları da günâhlarından dolayı cezalandırırdık. Biz onların kalplerinin üzerine damga vururuz/mühürleriz de onlar işitmezler. (Araf. 101)
Allah, onların kalpleri ve kulakları üzerine mühür vurmuştur; onların gözlerinin üzerinde perdeler vardır. Ve büyük azap onlar içindir. (Bakara, 7)
Peki, sen, kendi boş iğreti arzusunu ilâh edinen ve Allah'ın bir ilim üzere kendisini saptırdığı, kulağı ve kalbini mühürlediği ve gözü üstüne bir perde çektiği kimseyi gördün mü; hiç düşündün mü? Artık Allah'tan sonra ona kim doğru yol kılavuzluğu yapaçaktır? Yine de öğüt alıp-düşünmüyor musunuz?” (Casiye, 23)
Özellikle bu ayetler yıllardan beri yanlış anlaşılmaktadır. Allah hiç kimseyi anlamaz, anlayamaz hale getirmez. Bunu kişi kendisine yapar. Casiye 23’te yaradılışın bir bilgi üzerine olduğunu ve bilgi dışına çıkıp zanna saplananların kendi kendilerini kitlediklerini, mühürlediklerini anlatmaktadır. Yaradılış böyledir. “Allah’ın bir ilim üzerine kendisini saptırdığı” cümlesi yaradılışa ve Sünnetullah’a/doğa yasalarına işaret etmektedir. Bu yaradılışta bilginin dışında kalıp zanna saplananlar (boş iğreti arzularının peşinden gidenler) kendi yaptıkları ile kendilerini kilitlemekte, mühürlemektedir. Böyle olmakla, bilgi ile söylenen sözler onlara uzaktan bir sesleniş gibi gelmektedir.
Bu Allah’ın bilgice herşeyi kuşatmasıdır.
Şimdi bilgiden uzak düşüp zanna saplanarak kuşatma altına girmeye iki örenek verelim:
1.Kur’an’ın Arapça okunması gerektiğini savunurken Türkçe konuşan bir kimse düşünün. Bu kimse karşısındakinin kendisini anlayabilmesi için Türkçe konuşması gerektiğini aklederken, Allah’ın bunu akledemeyeceğini zannetmekle Allah’a akılsızlık izafe etmekte, bu sebeple zannı ile kuşatılmakta ve kendi kendini mühürlemektedir, kitlemektedir. Bu kimse bu zannından kurtulmadıkça bilgi açısından bir ilerleme kaydedemeyecek, zann kuyusunda debelenip duracaktır.
2.Birçok kimse görünmez bir takım varlıklara inanır. Oysa ki bilgi insanın beş duyusu ile algıladıkları (tabii bilgiler) ve akıl işleterek öğendiklerinden (sosyal bilgilerden) ibarettir. Kişi bu anlamda görmediği şeylere inanarak bilginin dışına çıkmış, zanna kapılmıştır ve kendi zannının kuşatması altına girmiştir.
Buraya kadar anlattıklarımız ışığında toplumsal düzene göz atalım:
1.Rabb nimetlendiren, eğiten, öğreten, yarattıklarını belli bir programa göre bir takım hedeflere götüren demektir. Allah’tan başkasını Rabb edinmek, Allah’tan başkasını eğitici, öğretici, yol gösteren görmekle olur. Geleneksel dinciler içerisinde bu zanna sahip olmayan neredeyse yok gibidir. Bu anlamda başta Hz.Muhammed olmak üzere, alimleri, imamları, şeyhleri, gavsları Rabb edinenler kendi zannları ile kuşatılmış durumdadır. Bu insanlara bağlılık hissi ve sevgi duyarlar. Bu his bir kuruntudur zanndır. Kişinin sadece Allah’ın kulu olup özgürleşmesi yolunda ayaklara dolanan bir prangadır.
2.Geleneksel dinciler maalesef Kur’an’ı hayattan çıkarmış, bugün fakültelerimizde okutulan bilimler yerine kendi elleriyle ürettikleri bir takım öğretiler ortaya çıkarmışlardır. Bugün İlahiyat Fakültelerinde bu öğretiler okutulmaktadır. Hadis, kelam, fıkıh, tasavvuf, İslam felsefesi, İslam hukuku, tefsir gibi. Kendi elleriyle yazdıkları öğretinin/dinin dersleridir bunlar. Bu öğretiler tabii ve sosyal bilgilerden uzaktır. Bu öğretilerde her türlü safsata ve uydurma vardır ama Kur’an yoktur, bilgi yoktur, bilim yoktur. Bilim üreten fakültelerimizin bilgileri dışında, anlaşılmaz bir takım öğretilerle dini anlamaya çalışıyorlar. Tabii ki başarılı olamıyorlar ve bu haliyle kendi zannları ile kuşatılmış durumdalar.
3.Emperyalist ve kapitalist sistemin sahipleri ve uşakları bu düzen ile Kur’an’ın sosyolojik ve ekonomik tüm yasalarını ihlal etmişlerdir. Emperyalist ve kapitalist düzenin sahipleri tek elden yönetilen tek bir devlet hayali ile yanıp tutuşmaktadır. Bu tek bir bozguncu millet demektir. Ve bu Kur’an’a göre imkansızdır. Tek elden yönetilen tek bir dünya devleti kurmak zanndır. Bu zannın kuşatması altında mevcut düzenin başlarına geçmesi an meselesidir.
Zaten kuşatma altındaki bu topluluğun ve düzenin çökmesi için yapılması gereken gerçeği bütün çıplaklığı ile ortaya koymaktan ibarettir. Ne taş, ne sopa, ne yerleşik kanunlara aykırı davranmak. Bunların hiçbirine gerek yok. Sadece hakkı/gerçeği ortaya koymak, bilgiyle mücadele etmek.
Tam tersi Biz hakkı batılın (boş ve geçersiz olanın) başına çarparız da onun beynini parçalar. Bir de bakarsın o [batıl], yok olup gitmiştir. Ve Allah'a yakıştırdığınız vasıflardan dolayı size yazıklar olsun! (Enbiya, 18)
Ve de ki: “Hak geldi, batıl yok oldu. Şüphesiz batıl yok olup gider.” (İsra, 81)