BİLİM ‘ÜZERİNE’ (14)
Kant’la birlikte Batı felsefesinde bir ‘kopuş’ yaşanacaktır.
Özde Kant, metafizik felsefenin yanılgı ve dogmatizmini aşmak için bir ‘eleştirel’ (Criqtique) yaklaşım getirecektir: Critique de la Raison Pure
Dahası, metafizik ve psikolojiden bağımsız bir ‘disiplin’den bile söz edilebilir, ki bu bilme kuramı, ‘etik’, ‘estetik’ ve ‘politik’ alanlarının tümünü kapsamaktadır.
Ve o gün bugündür bir ‘eleştirellik‘(criticisme) yaşamın her alanına yerleşmiş bulunmaktadır.
Daha o günlerde Marx, ‘Kutsal Aile’ başlıklı çalışmasının alt-başlığını ‘Critique de la critique’ koyarak, ‘eleştirinin de eleştirisi’ olabileceğine dikkat çekmiştir.
Yani bu ‘eleştirinin’ de bir sonu yok gibi görünmektedir ama bir ‘criticisme’ akımı başlamıştı denilebilir.
Ancak Kant’la birlikte, ‘bilgi edimi’nin artık ‘pasif’ değil ama ‘aktif’ bir niteliği olduğu kabul edilecektir.
Bu şu demektir; sadece şeylerin listesini çıkarıp, ‘bu budur şu da şu’ demek yerine, belli bir bilinçle onları ‘seçip ayırmak’, ‘bir düzene sokmak’ ve sonra da ‘yorumlamak’ gerekmektedir.
Tıpkı günümüz üniversitelerinde yapılması önerilen bir ‘program’.
Metafizik döneminde olduğu gibi, nesne (objet) özneye (sujet) dayatılmış olmak yerine öznenin nesneyi tanıması için artık öznenin kendi tanıma kurallarını dayatmış olacağı söylenebilecektir.
Sorunu çözmek ya da onarmak için bir ‘Alet-edavat kutusu’ndan bile söz edilebilir.
Daha doğrusu, zaman, mekân, zorunluluk, rastlantısallık, nedensellik, varlık-yokluk gibi ‘düşünce kategorileri’ ancak bizim ‘esprit’mize göre biçim alacaklardır, çünkü onları bizim ‘aklımız’ yapılandırmaktadır (structuré).
Kant, insanın bilmek için belli başlı üç yeteneği olduğunu söylemektedir: duyumsallık (sensibilité), anlak (entendement) ve akıl (raison).
Duyumsallık, tahmin edileceği üzere, nesnenin özneye kendi niteliklerini sunması demektir.
Önümdeki kahve fincanına baktığım zaman, onun kahverengi, sıcak, oval, akışkan vb ‘katakteristekileri’ni görüyorum ama aslında o bilgileri (information) bana o nesnenin kendisi sunuyor.
Sonra onun büyük-küçüklüğü (kantite), tatlı, ekşi ya da lezzetli olduğu (kalite) gibi, zihnimizde bulunan ‘formel mantık kategorileri’ne göre yorumlamamız gelmektedir ki, buna da ‘anlak’ (entendement) diyoruz.
Bu ampirik bilgileri, duyumlarımızı aşacak biçimde ele almaya da, üçüncü yetenek olarak, ‘aklımızı kullanmak’ diyoruz.
Ne var ki, ‘saf aklın eleştirisi’ de işte bu noktada başlamaktadır.
Eğer, aklımızı, anlağın dışına taşacak bir biçimde kullanmaya çalışırsak, yani mantıklı bir ‘deneyim’e dayanmayan şeyler için kullanırsak, meşruiyetten sapılmış olacaktır ki, buna ileride ayrıntısına gireceğimiz ‘diyalektik mantık’ diyeceğiz.
Toparlayacak olursak; formel mantığa göre, a=a’dır ve örneğimizdeki kahve kahvedir. Bu pratik mantık, demek ki, şeylerin sadece ‘açıklık’ (apparence) ya da ‘görünüm’üyle (phénomène) sınırlıdır.
Güneş doğudan doğup batıdan batar, ‘özel mülkiyet’ Galu Bela’dan beri vardır vb.
Diyalektik mantık ise, önümde duran kahve fincanının ‘karmaşık bütünlüğü’ üzerine düşünmenin yolunu açacaktır: Bu kavhe Yemen’den mi geldi Brezilya’dan mı, üretimi boyunca ve buraya gelinceye kadar ne kadar emek harcandı vb.
Yani diyalektik mantık, duyumsal görünümleri aşar (dépasse) ve onun derin (essence)ını, zaman ve mekandaki ‘devinimi’ni düşünür (évolution, transformation, révolution).
Ki buraya yeniden döneceğiz, ama önce Kant’ın yaklaşımına biraz daha yakından bakalım:
Kant, aklın anlağı sorgulamasına ‘analitik’ diyor, ki ‘bilim’ sadece bu anlağın formel kategorileriyle yapılabilmektedir. (introspection)
Anlağın dışında yani formel kategorilerin dışındaki ‘büyük sorular’a yanıt ise felsefenin alanına girmektedir ama, Kant’a göre ‘yanlış biçimde’ dediği diyalektik değil spekülasyon olarak…
Oysa Hegel’le birlikte diyalektik ‘bilimsel’ bir nitelik kazanacaktır.
Son olarak, Kant’ta analiz/sentez veya ne denirs o ve sorgulama vardır ama ne ‘çelişki’ ve ne de ‘çözüm’ yoktur diyebiliriz.
(Sürecek)