BİLİM ‘ÜZERİNE’ (17)
Kant’ın ‘bilimsel bilme’ için ‘anlak’a (entendement) tahsis ettiği ‘formel mantık’ kategorilerine Hegel ‘devinim’i (mouvement) ekleyecektir.
Hani şu ‘değişmeyen tek şey değişimin kendisidir’ diye ulu-orta dillendirilen devinim.
Benzer biçimde gelişigüzel dillendirilen ‘süreç’ de öyle.
Ama, örneğin yanlışlıkla ‘diyalektik’ denilecek olsa, başa gelecek olan bilindiği için, genel bir ‘oto-sansür’ uygulanmaktadır.
Bilim adamının ‘ahlâk’ı işte tam da bu noktada ortaya çıkmaktadır.
Oysa, nesnel gerçekliği kendi karmaşıklığı içinde (complexité) kavramanın abc’si bu ‘diyalektik akıl’dan başkası değildir.
Bir örnekle açıklamaya çalışalım:
Karşımda, saksı içinde bir ‘karanfil’ duruyor.
Karanfil, rengi, kokusu, yaprakları ile benim ‘anlak’ıma kendi niteliklerini sunarken, bu genel soyut nitelikleriyle karanfili tanımış oluyor ve bu bir ‘çiçek’ türüdür diyorum.
Buna ‘ampirik bilme’ diyoruz.
Ancak bu çiçek ya da karanfilin yaşaması için suya, beslenmesi için gerekli maddeleri içeren toprak ve fotosentez yapabilmesi için güneş ışığına gereksinmesi var.
Yani karanfil özde bir ‘yaşam mücadelesi’ vermektedir.
Suyu içecek, toprağı eşecek ve güneş ışınlarını yutacaktır.
Sonra gelişip, tohum verecek, tohumlar toprağa düşüp filizler verecek, yeni filizler dallanıp budaklanacak ve yeni ‘çiçekler’ açacaklardır.
Karanfil yeni karanfillere dönüşmüş olmaktadır.
Felsefe diliyle, karanfil kendi ‘olumsuzlama’ süreci sonunda kendi ‘öznelliği’ (subjectivité) dışında yeni ‘öznellik’ler yaratmış olmaktadır.
Kendi öz-geçmişini (tarihini) yadsıyarak, önce ‘tohum’a, sonra ‘filiz’e, sonra karanfil ‘bitki’sine ve sonra da yeni karanfil ‘çiçek’lerine dönüşmüş olmaktadır.
Ne var ki, karanfil ‘bitki’ olarak kendi ‘kimliği’ni (identité) koruyarak, ardarda olumsuzlama ile tohum, filiz, yaprak ve çiçek ‘biçim’lerine (forme) dönüşmüş ve her biçim bir öncekinin ‘karşıt’ı olan birer ‘kimlik’ kazanmışlardır.
Öyleyse karanfil=çiçek demek, en basit bilme, kaba bir tanımlamanın ötesine geçememek demektir.
Oysa onun bir ‘geçmiş’i olduğu, bir gelişme süreci geçirdiği ve bu ‘süreç’in devam edeceğini ‘kavramak’ gerekmektedir.
Formel mantığın ‘modalité’ kategorilerine göre, ‘var’ ya da ‘yok’, ‘olası’ ya da ‘olanaksız’ ve ya da ‘raslantısal’ veya ‘zorunlu’ gibi kategorilerin ne kadar yetersiz kalacakları ortadadır.
İşte Hegel 1812-16 arasında yazdığı ‘Mantıklar Bilimi’ (La Science des Logiques) başlıklı temel çalışmasında, ‘anlak’a oranla ‘akıl’ın bir üst ve üstün ‘bilme biçimi’ olduğunu anlatmaktadır.
Üstelik, ‘anlak’ın kategorilerine ‘diyalektik akıl’, ya da ‘süreç bilinci’ni ekleyerek, formel mantıktan daha üst ve üstün bir ‘aktif düşünme yöntemi’ geliştirmiş olacaktır.
Burada ‘öz’ (essence), demek ki, formel mantığa göre ‘sabit’, ‘dondurulmuş’, geçmiş ve geleceğinden koparılmış halinden çıkarılarak, derin bir ‘nesnel gerçeklik’ olarak kavranmaktadır.
Ki bu da ‘devinim’ ya da ‘değişim’den başkası değildir.
Eğer saksıdaki karanfilime su verirken bir müddet sonra onun kuruyacağı ve yeni karanfiller vereceğini göremiyor isem, onu tanıdığımı söyleyemem.
Yani ‘karanfil’ kavramının bir tarih, bir süreç, bir devinimi açıklaması demek, ayrı ayrı çiçeğin duyumsal özellikleri, tohumun duyumsal özellikleri, filizin duyumsal özellikleri, yaprağın duyumsal özelliklerinin bir ‘bütünsel süreç’ ama her biri diğeriyle çelişkili ve bir anlamda olmazsa olmazı olan özellikler olduğunu açıklayabilmesi demektir.
İşte ‘karafil’in ‘öz’ü (essence) bu diyalektik süreçler bütünüdür.
Her biri diğerini ‘yadsıyan’ ya da denildiği üzere ‘olumsuzlayan’ bir bütün.
Ki tarihin de, toplumun da, düşüncenin de ‘gelişimi’, ‘devinimi’, ‘süreğenliği’ni sağlayan işte bu ‘zıtlık’ ya da ‘çelişki’dir.
Nitekim Hegel’in, ‘Fransız monarşisi’sinin ‘tarihsel misyon’unu tamamladığı ve Fransız Devrimi’nin olmasının ‘gerekliliği’nin ‘bir mantıksal sonuç’ olduğunu söylemesinin altında bu ‘diyalektik mantık’ı keşfetmiş olması yatmaktadır.
Bir an için, bu ‘mantık’ın, Hegel’de tıkandığı yerde Marx tarafından açılması halinde ve örneğin ekonomide mal (marchandise) ve para’ya uygulanması halinde, insan ‘anlak’ ve ‘akıl’ının nasıl bir derinlik kazanacağını düşünelim.
Kuşkusuz en azından bu tür ‘cesaret’ gösterilebilir ise…!
(Sürecek)