BİLİM ‘ÜZERİNE’ (9)
Bilim ‘üzerine’ söz ederken, dokuzuncu sayıda henüz bir ‘bilim tanımı’ vermediğimiz düşünülebilir.
Her bilimin ‘kendine özgü’ bir ‘alanı’ (domaine) ya da ‘nesne’si (objet) olduğu ve kendine özgü terim, deyim ve kavramaları olduğu ve belki de en önemlisi, kendine özgü bir ‘yöntem’i olduğu konusunda herhangi bir ‘fildişi kulesi’nde istemediğiniz kadar bol lâf bulunabilir.
Eğer 90 milyonluk bir ülkede, yaşlı ve çocuklar hariç 57 milyon insan ‘instagram’ ya da ‘sosyal medya’ denilen ‘sosyetal medya’yı izliyor ve içlerinde binde biri bile ne doğru dürüst Türkçe konuşabiliyor ve ne de dünyada olup-bitenin binde birini bile kavrayamıyorsa, onlara yukarıda sözünü ettiğimiz ‘koca koca kelam’ları yinelemenin bir yararı olmayacaktır.
Kaldı ki, biz burada o ‘fildişi kuleler’de anlatılanların da özünde ‘boş laflar’ olduğunu açıklamaya çalışıyoruz.
Örnek olsun, birkaç gün önce dünya ‘enformatik sistemi’ çöktü ve neredeyse bütün dünya, tam da onların sözünü ettiği bir ‘köy’e dönüştü.
İletişim için neredeyse tepelere çıkıp ‘duman dili’ kullanmak üzere ateş yakmaktan dönüldü.
Komşumuz İran’da, yine sözcüğün tam anlamıyla ‘savaş nedeni’ olacak bir ‘siyasî cinayet’ işlendi.
Yine Türkiye’de, adı filfilli bir kurum AM’ın (Anayasa Mahkemesi) sözde ‘sansür yasası’nı yasaklama kararına ‘sansür’ koyabildi.
Bizim 57 milyonluk ‘instagramkolik’leri ise dünyanın neresinde ‘komiklik’ yapılıyor meraklarını gideremedikleri için büyük üzüntüye kapıldılar.
Ciddi televizyonlarımızdan birinde ise, 26ncı Genelkurmay Başkanı, Sakarya Savaşı’nda erlere kaç öğün çorba verildiğini anlatarak, kendince ‘ulusal bilinç’ geliştirmeye çalışıyordu.
Örnekler çoğaltılabilir ve çoğaldıkça bu satırları yazanın tansiyonu biraz daha yükselebilir.
O nedenle ‘konumuz’a dönebilir ve bir ‘insan’ olarak nasıl ‘bilimsel düşünme’yi becerebiliriz ‘üzerine’ yazmaya devam edebiliriz.
Peki ama ‘bilimsel düşünme’ her ‘insan’ın harcı mıdır? Yani herkes bilimsel ‘düşünmek’ zorunda mıdır diye sorulacak olursa; ‘insan’ olmanın bundan başka yolu var mı diye karşı-soruyla yanıtlayabiliriz.
Yine Jean-Paul Sartre’ın Michel Clouscard için söylediklerine bakalım.
Geçen yazılarda dünyanın zihinde kavramsal yeniden kurulmasına fenomenoloji denildiğinden söz etmiştik.
İşte Clouscard, diyor Sartre; “Orta Çağ'ın başlangıcından günümüze kadar global praksis fenomenolojisi aracılığıyla, üretim ve gerçeği üretmenin mantığını bir ‘kodlama’ya ve ‘Varlık’ı da bu ‘Kod’a indirgemeyi başarmıştır”
Bu kodlama Orta-Çağ boyunca bir ‘aşkınlık’ yani ‘insan-üstülük’e açılırken, burjuvaziyle birlikte (yani kapitalizmle birlikte), akla (raison) ve daha doğrusu laik aşkınlıka (transcendant laïcisé) açılmış olacaktır.
Ancak bu kez, ‘aşkın ego’, kendinde epistemolojik karar gücü görecek ve kendi sorunsalını ‘evrensel’ diye dayatacaktır.
İşte sözde ‘fildişi kule’ye çıkmak ve kendisini ‘bilim adamı’ gibi-görmek tam da budur.
Oysa ‘bilgi üretim’ süreci, gerçek ‘üretim süreci’nden koptuğu için, yalnızca ‘sonuç’ları koruyarak ‘neden’ler yerine kendisini ikame etmiş olacaktır.
Bu da kendisinin ‘yabancılaşması’ndan başka bir sonuca varmayacaktır.
Gerçekte ise ‘devinim halinde bir bütünsellik’ (une totalisation en cours…) vardır.
Konuyu bilenler bilir ki, ‘fildişi kuleler’de bu ‘bütünsellik’in ‘totaliterliğe yol açtığına’ ilişkin tonlarca mürekkep tüketilmiştir.
Oysa, antropoloji dahil, sosyoloji, ekonomi, psikoloji ve aklınıza gelen ne kadar ‘-loji’ varsa, tümü bir ‘logos’ çerçevesinde ele alınabilir ki, buna şimdilik ‘genel fenomenoloji’ diyerek, bir ‘bütünsel kavramsallaştırma’ yapılabilir ve bu dağdaki çobandan, fabrikadaki işçiye, ergenlik çağındaki bir insandan en yaşlısına kadar tümüne yaygınlaştırılabilir.
Bir ‘insan’, ‘birey’, ‘yurttaş’ veya her ne denilecekse onun, ya da bugünkü Türkiye’deki o 57 milyon ‘instagramkolik’in, hiçbir şeyin ‘kolik’i olmadan tüm dünyayı ve anında izleyip anlayabilmesinin yolu açılabilsin.
Gerçek ‘bilim adamları’nın gayreti bundan başkası değildir ve herkes kendi yerinde bir ‘bilim adamı’ olmayı hem hak etmekte ve hem de ödev olarak üstlenmek durumundadır.
(Sürecek)