BİLİM ve BİLİMSEL SOSYALİZM (III)
ÜÇ KAYNAK ‘KURAMI’
XIX. Yüzyıl ‘üniversite dıșı’ çalıșmaların ‘genel kabul’ görmede üniversiter çalıșmalara baskın geldiği bir yüzyıl oldu.
Örneğin, Paris’te, ‘așırı solcular’! çevresinden hukuk doktoru Auguste Ott, Hegel ve Alman Felsefesi bașlıklı çalıșmasıyla, Kant’tan ve özellikle de Hegel’den buyana Alman Felsefesi’nin sistem ilkelerinin sunumu ve ‘eleștirel incelemesi’ni yaptı.
Oysa ‘Ütopik sosyalist’ler ve doğmakta olan Comte’cu pozitivizm, ‘Alman Felsefesi’ni ‘Ren’in karșı kıyısındaki veba’ olarak görmekte idiler.
Yıl 1844’tür.
Rastlantıya bakın ki, Karl Marx ve Michel Bakounine’in her ikisi de 1844 yılında Paris’e yerleșmișlerdir.
Yine aynı yıllarda, Batı üniversitelerine egemen olan spirütüalizme karșı, İtalyan ‘yurtsever’ Guiseppe Ferrari’nin ‘Maașlı Felsefeciler’ bașlıklı kitabı yayımlanır (1849).
Denilebilir ki, Ferrari kararname ile bir ‘Devlet felsefesi’, ya da Türkiye’deki yaygın kullanımıyla, ‘Resmi İdeoloji’nin kurulup öğretilmesine karșı çıkmıș ve bilimin aynı zamanda bir politik sorun olduğuna ișaret etmiștir.
Ve Engels (Sosyalisme utopique et sosyalisme scientifique, 1888) ve Kautsky’den (Les Trois sources du marxisme, 1908) çok önce ünlü ‘Marksizmin Üç Kaynağı’ kuramını ortaya atmıștır.
Daha sonra Lenin (Les trois sources et les trois parties constitutives du marxisme, 1913) bu konuyu yeniden ișlemiștir.
Bu çalıșmalar, veri (olasılıkla büyük ölçekli) bir ülkede marksizmin kitlelerce benimsenen bir ‘kuram’ olabilmesi için; bu kuramın İngiliz ekonomi politiği (özellikle David Ricardo), klasik Alman felsefesi ve Fransız sosyalizminin o ülkenin aydınları tarafından șu ya da biçimde özümsenmiș olması gerektiği sonucuna varmıșlardır denilebilir.
Kușkusuz asıl amaç, marksizmi kitlelere benimsetmekten öte, toplumların tarihsel gelișimini ‘bilimsel’ olarak açıkladığı savında olan ‘tarihsel materyalizm’in bir ‘bilim’ olduğunun kanıtlanmasıdır.
Yoksa kitleleri Marksizm gibi bir ‘ideoloji’nin peșine takmanın yollarını aramak ya da araștırmacıları ‘marksizmin düșünce kaynaklarını’ üzerine gelișigüzel araștırma yapmaya yönlendirmek değildir kușkusuz.
Kitleleri ‘kurulu düzen’in değiștirilmesi için harekete geçirmeye çalıșmaktır.
Bu hareketin meșruiyetini kanıtlamaktır.
Ve bu hareketin ‘yön’ ve ‘hedef’lerini ortaya koymaktır.
Güncel kullanıșı ile kesinlikle ilgisi olmayan bir bașka ‘toplum mühendisliği’nden bile sözedilebilinir. Ve bu mühendisliğin ‘dinamik’ kuramından..
Nitekim daha sonra Antonio Gramsci (Il materialismo storico et la filisofia di Benedetto Croce, 1932) ve Karl Korsch (Karl Marx, 1938) ise Marx’ın ‘praxis felsefesi’ ile büyük bir ulusal birliğin egemen kültürü arasındaki ilișkiyi araștırmaya yönelmișlerdir. İkisi arasındaki ‘bağ’ı araștırmak da denilebilir.
Dikkat edilirse, ‘Marksizm’in üç kaynak kuramı’nın yetersizliği, marksist kuramın içinden ama ‘inceleme nesnesi’ndeki bir değișiklikle așılmaya çalıșılmıștır.
Nasıl Marx, Hegel’e ‘ölü köpek’ demeden Hegel diyalektiğini ‘ayakları üzerine oturtmak’tan sözetmișse; Lenin ya da Mao da marksizme ‘yeni bir açılım’ getirdiklerinden sözetmiș olmalıdırlar.
Doğu Perinçek’in “19. Yüzyıl marksizminin yetersizlikleri” ne ilișkin savlarını da bu bağlamda değerlendirmek gerekmektedir.
Sözgelimi, sacayağının ‘İngiliz ekonomi politiği’ David Ricardo’nun ‘emek-değer’ kuramıyla sınırlı olmadığı gibi, günümüz ekonomi-dıșı tüm gelișmeleri de çağdaș bir ‘rant ekonomisi’ çerçevesine oturtulabilir.
Ve Kemalizm, ‘büyük bir ulusal birliğin egemen kültürü’ olarak, aranmakla bulunayacak bir ‘değer’ olarak gözler önünde durmakta değil midir?
Habip Hamza Erdem