BİLİM ve BİLİMSELLİK (16)
Gördük ki, ‘zamanın ruhu’ndan (zeitgeist), ‘halkın ruhu’na (volkgeist) ve oradan da ‘dünyanın ruhu’ ya da ‘paradigma’ya (weltgeist) giden karmaşık bir ‘ruh hali’ sözkonusudur.
Hatta Avusturyalı ekonomist Joseph Schumpeter (1883-1950) bu deyimi ‘ekonomik davranış’ların kökenine değin genişletmektedir.
Ki, buradan ‘kapitalizmin ruhu’ ve büyük olasılıkla Schumpeter’ci ‘keşif’lere gidebilmektedir.
Geçerken ‘moda’nın da bu bağlamda ele alınması gerektiğinin altını çizelim.
Ancak, biz bizim ‘Milad’cı ‘sosyal bilimciler’e döner ve ‘Ulusal Devlet’ kavramının kökenlerine inecek olursak, ‘zamanın ruhu’ deyiminin ‘ulusun ruhu’na (esprit national) da gönderme yaptığını görüyoruz.
Bu sonuncudan ‘ulusal karakter’e ve Montesquieu’nin ‘ulusal irade’sine (esprit général) gidilebilecektir.
Jean Jaurès’in ‘ulusal deha’ (génie national) deyimini severek kullandığını da geçerken belirtmiş olalım.
İşte bu ‘ulusal ruh’, ‘ulusal karakter’, ‘ulusal irade’, ‘ulusal deha’ deyimleri, ilgili dönemin düşünür ve bilimdamlarınca farklı amaç ve farklı konumları dillendirmek için kullanmışlardır ama günü geldiğinde, örneğin ‘Alman ruhu’ndan bir nazizm, ‘İtalyan ruhu’ndan bir faşizm ve günümüzde Türkiye’sinde ‘AKP ruhu’ndan bir ‘islamo-faşizm’ deyimi türetmek pek zor olmayacaktır.
Burada asıl vurgulanması gereken şey ise, ‘zamanın ruhu’ deyimin ‘kâşif’lerinden sayılan Alaman Herder’den Fransız Voltaire ve Diderot’ya, oradan yine Alman Hegel’den Fransız Bourdieu’ye kadar her düşünürün bir ‘katkı’sı, farklı bir ‘yorum’u olmuştur.
Bourdieu [La distinction : critique sociale du jugement (1979)] toplumsal sınıf kavramını genişletmek isterken, sadece ‘ekonomik’ etmenlerin değil ama farklı toplumsal tabakaların, örneğin yönetici sınıfların ‘meşruiyet haz’ları (goût légitime), yönetilen sınıfların ‘tevekkül’ hazları (goût populaire) ve küçük burjuvaların ‘orta yolculuk’ hazlarından (goût moyen) sözetmektedir.
Sözkonusu sınıfların dönem içindeki ‘ruh halleri’ de denilebilir.
Demek ki, bir toplumun genel ruh halini anlatan biricik bir ‘zamanın ruhu’ tarihin hiçbir döneminde ve hiçbir toplumda sözkonusu olmamıştır.
Aynı bağlamda, tarihin hiçbir döneminde biricik bir ‘ulusal ruh’, ‘ulusal irade’, ‘ulusal deha’ da olmamıştır diyeceğiz.
Alman asıllı anne-babadan olan Fransız filozof ve epitemolog Georges Gusdorf (1912-2000), ‘zamanın ruhu’nun kullanılan dil ve yöneten hükûmete göre biçimlendiğini ileri sürmektedir.
Ya da, en azından bu son iki ögenin çok belirleyici olduğu söylenebilir.
Tam da bu nedenle ‘Ulus’ kavramının tarihsel ve toplumsal koşullara bağlı olduğunun yadsınmaz olduğunu söyledikten sonra, ‘Ulusal Ruh’, ‘Ulusal İstenç’, ‘Ulusal Çıkar’, ‘Ulusal Deha’, ‘Ulusal Karakter’ deyimlerinin yönetici hükûmet ve giderek ‘Devlet’in ‘dil’ ve ‘yönlendirmesi’ ile öne çıkarıldığı ve bunun da ‘zamanın ruhu’nun gereği olduğu ilgili topluma dayatılmaktadır diyeceğiz.
İşte bu nedenle de sözkonusu toplum olsa olsa ‘Devlet-Ulus’ olabilir diyoruz.
Ancak siz bu kavrama, bilimsel verilere aykırı biçimde ‘Ulus-Devlet’ ya da ‘Ulusal Devlet’ diyorsanız, eşi bulunmaz bir ‘Devlet’in ideolojik aygıtı’ konumuna düşersiniz.
İstediğiniz kadar ‘sosyal bilim ödülü’ almış olun, sizin ‘bilim’le ilginiz kalmamış olur.
Kaldı ki, bu tür ‘ödül’ler, sizin bu tür ‘sahte bilimsel’ çalışmalarınızı teşvik etmek için verilmektedirler.
Deyimin ‘kâşif’lerine dönecek olursak, Herder’in giderek ‘zamanın ruhu’ deyiminden ‘insanlık’ (Humanität) kavramına yöneldiğini görüyoruz.
Demek ki, şu ‘zamanın ruhu’ deyiminin felsefî temellerine biraz daha yakından bakmamız gerekecek.
Ki kullandığımız deyim ve kavramlar bakımından ‘dil’imiz düzele, ufkumuz açıla ve deyim yerinde ise ‘bilimsel’ düşünebilelim.
(Sürecek)