BİLİM ve BİLİMSELLİK (18)
Şimdi gelelim, Murat Somer’in ‘Milada Dönüş’üne..
“Tekrarlarsak, diyor yazar, hem Türkler hem de Kürtler modernleşme öncesi dönemde etnik grup olmaktan çok etnik kategori konumundaydılar” (abç)(s.84)
Peki bu ‘etnik grup’ olmakla ‘etnik kategori’ olmak arasındaki fark nedir diye sorulacak olursa; “Elbette, diye devam ediyor M.Somer, (birer dilsel, tarihsel ve sosyolojik gerçeklik olarak) Türkler ve Kürtler vardı, ama bu kategoriler insanların kendilerini tanımlarkenki anlam ve önemleri, bugünkünden çok farklıydı.”
Demek oluyor ki, günümüzdeki anlamıyla Türkler ve Kürtler, önceleri ‘etnik grup’ değil ama ‘etnik kategori’ imişler.
Zaten az ileride yazarımız konuya biraz daha açıklık getirecek ve “Bir başka deyişle objectif olarak Türkler vardı, ama sübjektif anlamda kendini bu adla tanımlayan ve gören bir gruptan gahsetmek zordu. (s.85)” diyecektir.
Doğru dürüst bir Türkçe ile, Türkler ve Kürtler modernleşme öncesi dönemde ‘nesnel’ olarak vardılar ama henüz ‘öznel’ olarak kendi kendilerinin ayırdında değildiler demek istiyor yazarımız.
Yazarımızın anlatımına göre, bilimsel olarak, modernleşme öncesinde ne Türk ve ne de Kürt vardı demek de mümkün.
Somut olarak, yani ‘nesnel’ olarak bir takım insanlar varmış ama bunları ne Türk ve ne de Kürt ‘grubu’ oluşturamıyorlarmış.
Peki o zaman onları kimler ‘etnik kategori’ olarak sınıflandırmış?
İşte bu ‘Sosyal Bilim Ödüllü’ çalışmanın yazarı ve ona o ödülü veren sözde bilimadamları, ‘bilimsel kategoriler’in çözümleyici akıl ve anlak (müdrike)la kurulduğunu bilmiyor olsalar gerek.
Türkler ve Kürtleri ‘etnik kategori’ olarak tanımlayabilmek için, onların kendi kendilerinin farkına varmalarını beklemeye gerek mi vardı acaba?
Onca tarihsel, sosyoloijik, ekonomik, etnografik çalışma, ki yazarımız bunların bir kesimine gönderme yapmaktadır, boşuna mı yapılmış oluyor yani?
O arada antroplojik çalışmaların eksikliğini de geçerken vurgulayabiliriz.
Ancak ve ne var ki, yazarımız daha ‘etnik kategori’nin ne anlama geldiğini bilmekten uzak görünüyor.
Örneğin Georges Gurvitch, araştırmacının sosyolojide insanî olayları (faits humains) kesiklilik kategorisine göre gözönüne getirilebileceğini ve farklılıklara vurgu yaparak, indirgenemez farklılığı bulmaya çalışacağını söylemektedir.
Böylece, type, tür (genre) ve ikilemleri (dichotomie) keşfedilebilecek ve sınıf ve ulus gibi büyük grupları da grup sınırlarına göre sınırlandırılmış olacaktır.
Eğer farkklılıklar indirgenemezlik boyutuna indirgenmişse, birim (unité) tamamlanmış olacak; böylece sosyolojinin tip ve yapı’ları tarihin çağ, dönem, süreç ve olaylarını sabitleştirilmekten çok, diyalektik hareket içinde, nesnelliğini derinleştirmeye yardımcı olacaktır.
Yani bir ‘bilimsel araştırma’da, aksiyom, tez, hipotez vb ‘biçimsel araçlar’, somutla ilişkisi daha önceden kurulmuş bütünsellik, gerçeklik, yabancılaşma, kendiliğindenlik, anlaşılmazlık gibi ‘özgül kategoriler’ aracılığıyla sınanmak durumundadırlar.
Onların uygulama alanındaki göreli önemleri ve uygulama sınırları ortaya çıkarılmış olmalıdır.
Bunun için de, örneğin birikimli ve birikimli olmayan toplumlar kategorisine başvurulabilir.
‘Etnik kategori’ olmak işte böyle bir şeydir.
Oysa yazarımız, modernleşme öncesi dönemde Türkler ve Kürtler sadece ‘etnik kategori’ idiler diyerek, ‘etnik kategori’ kavramını da bir çırpıda boşa çıkarmaktadır.
Ondan önce ‘etnik grup’ olarak yoktular demek, zaten yoktular demekle bir.
İşte toplumsal bilimlerde ampirizm, neredeyse tüm kuramsal yaklaşımı reddeden bir yaklaşım olarak, kökeninde kavramların konumu ve uygulanacak yöntemin bilinmemesi ya da yanlış bilinmesi demektir.
Bu tür çalışmalara sıradan bir elişi (bricolage) denilebilir.
Çünkü, çok yönlü kavramların, gelişigüzel birbirlerine eklendiği, betimleyiciliğin öne çıktığı, kategorilerin sorgulanmadığı ya da eleştirel bir süzgeçten geçirilmediği, sıradan konu özetleri olmaktan öteye gidememektedirler.
Araştırıcının konumu ise, baştan bir yere bağlılık (angagé) biçimdedir.
M.Somer’in ‘Milada Dönüş’ü, bu bağlamda, daha çok su kaldırır görünmektedir.
(Sürecek)