BİLİM ve BİLİMSELLİK (25)
Marx ve marksizmi eleştirenler, hemen 1848 Devrimi sırasında yazılan Komünist Manifesto’da yer alan şu tümceye gönderme yapmaktadırlar:
“Komünistler vatanı ve ulusallığı yok etmekle suçlanmaktadırlar. İşçilerin vatanı yoktur. Onlardan sahip olmadıkları bir şeyi ortadan kaldırmaları beklenemez”.
Bu tümceden kalkarak, komünistler için ‘vatan’, ‘ulus’, ‘ulusallık’, ‘kimlik’ vb konusunda artık herkes kendi kafasına göre bir yorum getirmekte ve bunu kanıtlamak için de ellerinde somut bir ‘kanıt’ olduğunu ileri sürmektedirler.
Oysa ilerledikçe görüleceği üzere marksistler ve devrimciler için, ‘ulus’ ve ‘ulusallık’, toplumsal ve siyasal bir ‘değişim’in başlangıcı olmakla birlikte, ‘dünya devrimi’nin hem ‘gerekli’ ve hem de ‘yeterli’ bir ‘araç’ı olarak ele alınmaktadır. (*)
Yani marksizme göre, ‘vatan’, ‘ulus’ ve ‘ulusallık’ önemsiz olarak değerlendirilmek şöyle dursun proleterya için ‘Ulusal Devlet’e ulaşmanın vazgeçilmez bir ‘aşaması’dır.
Ancak ve ne var ki, bu ‘kavramlar’ın ‘burjuva yorumu’na bel bağlamamak koşuluyla.
Tam da bu nedenle, günümüz sözde ‘sosyal bilimci’lerinin, gelişigüzel olarak kullandıkları ‘Ulus-Devlet’ teriminin yanlış olduğunu söyleyegeliyoruz.
Bunun sıradan bir ‘eleştiri’ olmadığını, ‘bilim diye bilim diye bilimi yok ettiklerini’ ileri sürüyoruz.
Nitekim Manifesto’da, ilgili tümcenin devamında, kapitalizm gelişmesinin ‘ulusalarası sınırları’ ortadan kaldıracağına gönderme yapılarak, proleteryanın bunu ‘daha hızlı’ yapacağı öngörülmektedir.
Gerçekten, içinden geçmekte olduğumuz ‘küreselleşme’nin burjuva anlayışına göre de, dünya büyük bir ‘köy’ olarak sunulmuştu.
Ancak ‘Ulus’lar, ‘Ülke’ler ve doğru söylenişiyle ‘Devlet-Ulus’lar yani burjuva ‘Devlet’ler arasındaki çelişkiler azalmak şöyle dursun, daha bir ‘şiddetlenmiş’tir.
Her Devlet (Devlet-Ulus), diğerini güya ‘emperyalist’ ya da ‘emperyalizmin maşası’ olarak görmektedir.
Oysa Manifesto’nun ilgili paragrafında, “insanın insan tarafından sömürülmesi ortadan kaldırıldıkça, bir ulusun diğerini sömürmesi de ortadan kalkmış olacaktır” denilmektedir.
Demek ki, dünya genelinde sömürünün ortadan kalkmasının, başlangıç noktası veya ilk birimi tek tek ülkeler, uluslar, Devletler yani ‘Devlet-Ulus’lar olmaktadır.
Ancak böylece, giderek ‘Ulusal-Devlet’ aşamasına gelinmiş olabilecektir.
Eğer, burjuvalar ve onların sözde sosyal bilimcileri gibi, bugünden ‘Ulus-Devlet’ ya da ‘Ulusal-Devlet’ aşamasında olunduğu, onun şurası ya da burasının niteliklerini sayıp dökerek ‘bilim’ yapıldığı ileri sürülecek olursa, gerçek Ulus-Devlet’in nasıl olabileceği konusunda görüş geliştirmek kuşkusuz olanaksızlaşacaktır.
Manifesto’da yine, bir ulus içinde “sınıfsal çelişkiler çözümlenmeden uluslararası çelişkiler de çözümlenemez” denilmektedir.
Dolayısıyla Don Kişot gibi tahta kılıçla ‘emperyalizm’e saldırmak yerine, öncelikle ülke içindeki sömürü mekanizmasını kırmak gerekiyor.
Önce ‘Devlet’i ‘Ulus’un devleti haline dönüştürmek gerekiyor.
Önce sözde burjuva demokrasilerinin vazgeçilmezi olan ‘siyasal parti’leri, halkın ezici çoğunluğu olan ‘emekçi’lerin partileri konumuna dönüştürmek gerekiyor.
Önce sözde üniversitelerde gerçek ‘bilimsel çözümlemeler’in yapılmasına geçilebilmesi gerekiyor.
Bütün bu sayılanlar yapılmadan, bujuva bilimadamlarınca ‘ulusdışılık’ (anationale) tasarlanmış olabilir ama hiçbir sosyalistin böyle bir tasarısından sözedilemez.
Ulusararasıcılık (internationalisme) konusuna gelince, Jean Jaurès’in şu formülü anımsatılabilir: “Az uluslararasıcılık vatandan uzaklaştırır, (ama) çok uluslararasıcılık vatana ulaştırır.” (un peu d’internationalisme éloigne de la patrie; beaucoup d’internationalisme y ramène.)
Yani ne kadar çok internasyonalist olunursa o kadar çok yurtsever olunabilecektir.
Ancak ve ne var ki, burjuva anlamda milliyetçiliğe bulaşılmaz.
(Sürecek)
(*)JEAN-NUMA DUCANGE, « Faut-il défendre la nation ? Marx, les marxistes et la question nationale des origines à nos jours », Actuel Marx, 2020/2 n° 68, pp : 12-29