BİLİM ve BİLİMSELLİK (31)
‘Alman ulusallığı’nın Fransa’dan ve sosyalizm açısından nasıl görüldüğüne ilişkin iki ‘otorite’den sözedilebilir : biri kuşkusuz Jean Jaurès, diğeri de Alzas kökenli Charles Andler’dir.
Andler’in 1897 yılında savunduğu doktora tezinin konusu Almanya’da Devlet Sosyalizminin Kökenleri’dir. (Les origines du socialisme d’Etat en Allemagne)
Ancak aynı Andler onbeşyıl sonra (1913) ‘Alman İmparatorluğunda emperyalist sosyalizm’ini kaleme alacaktır (Le socialisme impérialiste dans l’Allemagne impériale).
Amacımız, başka yerlerde olduğu gibi bu yazı dizimizde de, salt kimi düşünürleri tanıtmak ya da yapıtlarını özetlemekten çok, bunlara dayanarak gerek düşünce tarihi ve gerekse toplumsal gelişme ile ilgili ‘somut bilgi’lere ulaşmaktır.
Görüldüğü üzere, Charles Andler’in onbeş yıl arayla Almanya’da gözlemlediği şey ‘Devlet Sosyalizmi’nden ‘Emperyalist sosyalizme’ geçiştir.
Ki bir yıl sonra, o Almanya, Birinci Dünya ve Paylaşım Savaşı’nı başlatacaktır.
Andler’in Almanya’da Devlet Sosyalizmi’nin üç ana dayanağı ise, Bismarckçı politikaların ‘sosyal korumacılık’, ‘ulusal birlik’ ve ‘güçlü Devlet’ ilkeleri olarak sayılabilir.
Şimdi akılları başlarının beş karış üstünde dolanan aymaz entellektüellerin ‘sosyalizm düşmanlığı’ yaparken dayandıkları ilkeler nelerdir diye sorulamaz mı?
Ve çokbilmiş ‘sosyal bilimciler’e, ‘ulusallık’ konusunu işlerken, neden kapitalizmden çok daha ileri bir ‘birlik ve beraberlik’ içeren sosyalizmden sözetmedikleri sorulamaz mı?
Charles Andler’e dönersek, Almanların neden Fransızlar gibi ‘Sosyal Cumhuriyet’i gerçekleştiremediklerinin nedeni, o’na göre “Almanların, öncelikle ve tek sözcükle Cumhuriyet’i kurmakta geç kalmış olmalarıdır”.
Buraya bir mim koymaya gerek bile yok: demek ki, toplumsal gelişme ve o arada ‘ulusallık’, halkına ve tarihine göre, ancak ve sadece belli bir ‘süreç’ içinde gerçekleşebilmektedir.
Ve demek ki, Miladî yazarımız ve benzeri kimi ‘sosyal bilimci’lerimizin, salt ‘siyasî figür’ ve ‘hükûmet’lerin söz, tutum ve politikalarına dayanarak yaptıkları değerlendirmelerin ‘maddî temeli’ ya eksik ya da tümden yok sayılmaktadır.
Oysa, yine Andler’e göre, Marx ve Engels’in ünlü Komünist Manifesto’ları da, orijinal olmasına karşın, bir dönemin ‘ortak düşünce’sinin kristalize olmuş halinden başka bir şey değildir.
Ve işte, gerçek anlamda ‘zamanın ruhu’ teriminden sözedilecekse, yaşanılan çağın insanlık geneli açısından ‘ortak düşünce’sini bir dehanın ‘dillendirmiş’ olmasıdır diyeceğiz.
Nitekim Marx’ın praxis kavramının kökeni olduğu kadar, ‘Alman Ulusallığı’ ve giderek ‘Alman Sosyalizmi’nin temellerinin idealist Fichte’nin 1808 yılında kaleme aldığı Alman Ulusuna Sesleniş’e (Discours à la nation allemande) dayandığı söylenebilir.
Fichte’ye geri döneceğiz, ama daha önce Andler’in ‘Devlet Sosyalizmi’nin olduğu Reich’e bakalım.
Bin yıllık Alman kökenli ‘Devlet’lerin tümü birden ‘Reich’ olarak adlandırılmakta ama bu terim bir türlü başka dillere çevrilememektedir.
Çünkü bu ‘Devlet’ler kimi zaman köstebek yumrusu gibi dağınık prenslik, kontluk, düklük olduğu dönemde de ‘Reich’ (962-1806), imparatorluk olduğu dönemde de ‘Reich’ (1871-1918), cumhuriyet olduğu dönemde de ‘Reich’ (1918-33), nazizm döneminde de ‘Reich’ (1933-45) ve 1945 sonrasında da ‘Reich’ olarak adlandırılmaktadır.
Bu sayılanlar, sırasıyla, Kutsal Roma-Cermen İmparatorluğu, İkinci İmparatorluk, Veimar ya da Birinci Cumhuriyet, Üçüncü Reich ya da İmparatorluk ve 1945 sonrası da genel olarak Bundesrepublik olarak anılmaktadırlar.
Kaldı ki, Reich ile Bund terimleri de biribirleri yerine konulabilmekte olup, bu konuya da, yine geri döneceğiz.
Ancak İkinci İmparatorluk yani Bismarck dönemi ‘Reich’ini, Marx ve Engels bir askerî-bürokratik despotizm (Despotisme miltaro-bureaucratique) olarak tanımladıklarına değinmeden olmaz.
Ve proletaryanın sosyalizme geçebilmesi için, ancak Fransız Devrimi’nde olduğu gibi ‘demokratik cumhuriyet’in kurulmuş olması gerekmeketedir demektedirler. (Gotha ve Erfurt Programlarının Eleştirisi)
Demek ki ‘sosyalizm’ var ‘sosyalizmcik’ var.
Ve nasıl ‘cumhuriyet’ var ‘cumhuriyetcik’ varsa..
Ve yine nasıl ki ‘Devlet’ var ‘Devletcik’ var; ‘ulus’ var ‘uluscuk’ var; ‘bilim’ var ‘bilimcik’ varsa, ‘bilimsel’ var ‘bilimselcilik’ vardır (*).
(Sürecek)
1BİLİM ve BİLİMSELLİK (32)
Deniyor ki Alman ulusallığının temelinde Devlet tipi olarak Reich’in Cumhuriyet’le olan karşıtlığı yatmaktadır.
Hegel’in 1799-1801 yıllarında kaleme aldığı ama onun ölümünden sonra yayımlanan bir çalışmasına göre, Almanların Cumhuriyet (res publica) anlayışına kapalı olmalarının kökeni ta Orta-Çağ’a ve çok daha gerilere değin uzanmaktadır:
Özel Hukuk ve Kamu Hukuku arasında bir ayırım yapmamaları ve dolayısıyla Devlet’i Kamu malı (bien commun) olarak değil ama monarkın Özel mülkiyeti (propriété privée) olarak görmelerinden kaynaklanmaktadır (*).
Deyim yerinde ise, işte burada akan sular durmaktadır.
Öyle ileri geri Devlet tanımı yapanların başlarını ellerinin arasına alıp, bu paragraf üzerinde uzun uzun düşünmelerinde yarar vardır.
Nitekim sol hegelci Arnold Ruge, Bakounin’in desteğiyle bugün Polonya sınırları içinde yer alan Wrocław (Breslau) milletvekili seçildiği zaman (1848), Almanya için Fransız tipi bir “bir ve bölünmez” (uni et indivisible) Cumhuriyet önerecektir.
Hem de ‘demokratik’ ve ‘sosyal’ bir ‘Cumhuriyet’ için bir program sunacaktır.
Oysa, Türkiye’de kendilerini ‘sol’da gören bir kesim sözde aydının, özellikle son dönemlerde, Cumhuriyet’in ‘bir ve bölünmezlik’ ilkesine karşı olduklarını biliyoruz.
Ve yine önemli bir kuramcı olan Kautsky, 1909 yılında, birliğini tamamlamada geç kalan Almanya’nın, bu birliği sağlamasının yolunun Reich için ‘gerçekten demokratik’ bir anayasa olduğunu ileri sürecektir.
Ne var ki, Hegel’in de saptadığı üzere Almanya için Reich yapısal, Cumhuriyet ise konjontürel bir nitelik taşımaktadır.
Öyle ki, Almanya için Avrupa Birliği de, yapısal Reich’in bir tamlamasından başka bir şey olmayan Bund’un Avrupa çapında genişlemesinden başka bir anlam taşımamaktadır.
Bununla birlikte 1990’da iki Almanya’nın ‘birleşmesi’, Helmut Kohl’un tüm ısrarlarına karşın, Almanaya’nın 1937 yılı sınırlarına ‘yeniden’ kavuşması, yani bir (ré-unification) olmaktan öte, iki ‘Devlet’in bütünleşmesi (unification) olarak gerçekleşmiştir.
Ne var ki, başta Wikipedia olmak üzere, kimi ‘bilimsel’ çalışmalar, Alman Devlet-Ulus’unun (Etat-Nation) kuruluşunu 1871 Alman İmparatorluğu olarak yazmaktan çekinmemektedirler.
1871 ve hatta 1867’den itibaren, Alman ‘Federe Devlet’lerinin ‘bir’liğinin sağlandığı doğrudur.
Kaldı ki, adı üzerinde, sözkonusu olan bir İmparatorluktur ve yirmiden fazla ‘Devlet’in birliğinden oluşmaktadır.
Oysa, Almanya için asıl ‘Devlet-Ulus’ aşaması, daha önce değinildiği üzere, 1990 yılındaki ‘birleşme’ (unification) sonrası oldu demek, daha doğru olacaktır.
Çünkü Doğu Alman Cumhuriyeti halkı, 1989 öncesi ‘biz halkız’ (wir sind das wolk) derken, birleşme ertesi ‘biz tek bir halkız’ (wir sind ein Volk) demeye başlamıştır.
Burada, özellikle kendi tezimizle bağlantılı olarak, 1989 sonrası Almanya için gerçek bir ‘Ulusal Devlet’ aşamasına (Etat National) geçilmiş olduğu bile söylenebilir.
Şu koşulla ki, Avrupa Birliği ya da herhangi bir (Örneğin germanofon Avusturya) Devlet’e emperyalist bir gözle bakacak olmasın!
(Sürecek)
(*)Georg W. F. Hegel, La Constitution de l’Allemagne, trad. Jacob Michel, Paris, Champ libre, 1974, p. 33. Anan Lucien Calvié, « Nations, nationalismes, marxismes, révolutions et républiques : les cas allemand et slave », Actuel Marx 2020/2 (n° 68), pages 30 à 44