BİLİM ve BİLİMSELLİK (III)
Toplumsal bilimlerin, kesin ve doğa bilimlerinin ‘müşteri’si olduğunu söylemiştik.
Böylece örneğin, ilk ağızda sosyo-metri veya ekonometri gibi ‘bilimsel disiplin’lerin doğmuş olabileceği anımsatılabilir.
Ancak ve ne var ki, bu bilimsel disiplinler, yine güncel olan ‘Fetö-metri’ gibi ‘havanda su dövme’ bilimsel disiplini konumuna düşebilerler.
Biraz zorlanırsa, günümüzdeki bu ‘metri’ disiplinlerinin biribirlerinden çok farklı sonuçlara ulaşamadıkları da söylenebilir.
Şu nedenle ki, toplumsal bilimlerde araştırmacının ‘nesne’si kendisi gibi ‘insan’ ve ya da ‘insan grupları’ yani toplumlardır.
Böylece ‘Fetö-metreci’nin kendisi ‘fetöcü’ olunca ‘metre’nin zerre-i miskal önemi kalmayabilmektedir.
İşte ortalıkta sosyal bilimci diye dolananların çoğunun, ellerinde ‘metre’, kendi ‘ideolojik saptıları’nı kanıtlamakla meşgul oldukları söylenebilir.
Oysa doğa bilimlerinde, botanik hariç, inceleme nesnesi ‘cansız doğa’dır.
Yani, bu ikincilerde araştırmacı, inceleme nesnesiyle yine moda deyimle ‘empati’ kuramaz.
İnceleme nesnesi ‘her ne ise o’dur.
Ancak, ilerledikçe görüleceği üzere, ‘doğa’nın da bir ‘diyaletik’i olduğu ileri sürülecektir.
Eğer toplumsal bilimler alanına dönülecek olursa, bu kez ‘ideolojik saplantı’nın yerine ‘bilimsel bilinç’in sorunları çözeceği düşünülebilir.
Oysa Lévi-Strauss, “bilinç, insan bilimlerinin gizli düşmanı”dır diyor.
Hem de katmerli; yani bir yandan araştırmacının kendiliğinden bilinci (conscience spontanée) ve öte yandan düşünülmüş bilinç (conscience de la conscience).
Bu ikincisine bilimadamının bilinci (conscience chez le savant) diyelim.
İşte bu iki yönlü sözde ‘bilinç’, toplumsal ve insan bilimlerini içeriden çürüten bir rol oynayabilmektedir.
O zaman, çıkış yolu olarak, matematik ve mantık gibi kesin bilimlere ‘teslim olmak’tan başka çare kalmamaktadır denilecektir.
Ne var ki, Lévi-Strauss ve kimi yapısalcılar, matematik yerine ‘dilbilim’e (linguistique) sarılacaklardır.
Ya da, Amerika’da olduğu gibi, insan davranışlarına dayalı ‘davranış bilimleri’ (behavioral sciences) yeğlenecektir.
Bugün Türkiye’de, en sıradan sunucunun bile, şu son sayılan sözde bilimlerin yani ‘davranış’la ölçme bilimlerinin terimlerini kullandığını biliyoruz.
‘Yurttaşlarımız şu politikacının bu sözünü satın aldı’ türü, bilimle, dilbilimle, dahası doğrudan dil ile ilgisi olmayan tümceler kurabilmekte olduklarını görüyoruz.
Ya da, nasıl oldukları bilinmeyen ‘vali’lerin, ‘vatandaşın algısı iyi’ demeleri gibi..
Yapısalcılığın öncülerinden sayılan, İsviçreli dilbilimci Ferdinand de Saussure (1857-1913) toplumsal yaşamdaki im sistemleri (systèmes de signes) üzerinde çalışırken imbilim (tıpta belirtibilim, dilbilimde göstergebilim) ve o arada anlatım (langage)’ın önemini ortaya koyar.
Böylece bir toplumda kullanılan dil (langue) kadar anlatım (langage)’ın da o toplumu anlamaya yarayabileceği ileri sürülmüş olabilecektir.
Dikkat edilirse, biz de, çoğu yerde, Türkiye’de kullanılan ifade (anlatım-langage)lere dayanarak eleştirilerimizi yöneltmekteyiz.
İşte Roland Barthes’la birlikte, Fransız yapısalcılığı imbilim’den dilbilimötesi (translinguistique)’ne geçmeye çalışacaktır. (R.Barthes, “Eléments de Sémiologie”, Communications, IV, nov 1964, pp:31-144)
Bütün bu sayılanlar, toplumsal ve insan bilimlerinde bilimsellikten ‘bilim’e geçiş için, yapısalcılığın dilbilim’i temel olarak aldığını göstermek içindi.
Oysa, biz daha çok ‘yapı’, ‘sistem’ ve ‘çelişki’ kavramlarından hareketle nasıl bilim yapılabileceğini göstermeye çalışacağız.
Aynı anlama gelmek üzere, bugün ‘bilimsel’ olarak ileri sürülen savların ‘bilim’le bağdaşıp bağdaşmadığını ortaya koymaya çalışacağız.
(Sürecek)