BİLİM ve BİLİMSELLİK
Bilim ve bilimsellik üzerine yazacağımızı söylemiştik.
Peki ama her önüne gelen ‘bilim ve bilimsellik’ üzerine söz söyleyebilir mi?
Bence, 80 sonrası üniversitelerinden akademik titr alanlar söyleyemezler.
Söylememelidirler.
Ne var ki, en çok da bu kesimler, kendilerine ‘bilim adamı’ adını, ünvanını, şanını yakıştırmaktadırlar.
Her ne ise o.
Ancak biz burada, ilk kez 1983 yılı İktisat Dergisi’nde, ‘Toplumsal Bilimlerde Bunalımın Kökenleri Üzerine’ başlıklı makalenin yazarı olarak, yaklaşık kırk yıllık bir ‘düşünme’nin sonunda, bu konuda kimi değinmeler yapacağız.
Ki, bilim ne imiş, bilimsellik nasıl olurmuş üzerine başkaları da düşünebile...
Öyle, bilim tarihine değin uzanmanın gereği yok.
1960’lı yıllardan başlanabilir.
Yine de, gerek duyulursa, insanlığın başına kadar gidebileceğimizi de belirtelim.
1964 yılında UNESCO, biri ‘Kesin ve Doğa Bilimleri’ (Sciences Exactes et Naturelles) alanında, ikincisi de ‘Toplumsal ve İnsan Bilimleri’ (Sciences Sociales et Humaines) alanında olmak üzere iki araştırma (enquête) yaptırıyor.
Bunlar uluslararası nitelikte ve ‘güncel yönelimleri’ belirlemek, ya da daha doğrusu, o günkü koşullarda ‘bilim’in nereye vardığını anlamak üzerine yaptırılmış oluyorlar.
Sözcüğün tam anlamıyla, ‘zamanın ruhu’nu yakalamak amacıyla yaptırılmış oluyorlar, demek ki.
Buraya bir mim koymamız gerekiyor.
Çünkü, Türkiye’de ‘zamanın ruhu’ ile ‘zamane’ arasındaki fark bilinmiyor.
Daha doğrusu, bu fark bilinmediği için, ‘zamane’, ‘zamanın ruhu’ olarak sunuluyor.
Hal böyle olunca, ‘zamane bilim adamları’ da gerçekten ‘bilim yapıyor’ veya ‘bilimsel düşünebiliyorlar’mış gibi sunulabiliyorlar.
Oysa ‘zamanın ruhu’, sözcüğün tam anlamıyla ‘çağın gereği’ anlamına geliyor.
‘Çağı yakalamak’ da denilebilir.
Ancak Türkiye’de, ‘zamane bilim adamları’ gibi ‘zamane siyasetçiler’ de zibil gibidir.
Örneğin zırzop bir ‘siyasetçi’, Türkiye’ye ‘çağ atlatmak’ gibi bir saçmalıktan söz etmişti de, kimi aklıevveller de peşine takılmış idiler.
İşte, ‘çağı anlamadan’ atlamaya çalışmak, ‘zamanın ruhu’nu yakalamak değil ama ‘zamane’ olmak demek oluyor.
Oysa, UNESCO’nun mantık, matematik gibi ‘Kesinsel’ ve fizik, kimya, biyoloji gibi ‘Doğa Bilimleri’ ile sosyoloji, ekonomi politik gibi ‘Sosyal’ ve antroploji, etnoloji gibi ‘İnsan Bilimleri’ üzerine iki ayrı uluslararası araştırma yaptırması, gerçekte 1960’lı yıllardaki ‘zamanın ruhu’nu yakalamaya yönelik bir çaba olarak görülebilir.
Bu yazı dizimiz ilerledikçe, bilimin böyle iki ana ‘kol’a ayrılıp ayrılamayacağına da değineceğiz.
‘Bilim’in yanısıra, ‘san’at ve edebiyat’ gibi ‘bilimsellik’ taşıyan insan etkinlikleriden de sözedeceğiz.
Kısası, bilim ne imiş ne değilmiş biraz açacağız, ki ‘nasıl yapılacağı’ üzerine de ardından konuşabilelim.
Bu işlerin ‘İmam Hatip’ kafasıyla yapılamayacağı ortadadır.
Ne ki, Yale-Male gibi yerlerde de yapılamadığına, son iki yazımızda değinmiştik.
Demek ki, izleyen yazılarımızın, şurada-burada yazılanlardan ayrı bir yerde derlenip toplanmasında yarar vardır.
Her ne kadar, dili, sıradan yurttaşlarımıza yönelik ‘sıradanlık’lar taşısa da, içeriği ‘sıradan bilim adamları’nı zorlayacak nitelikte olacaktır.
Ama her koşulda, ‘zamanın ruhu’nu yakalamaya yönelik olacaktır.
Ancak, hiç bir koşulda ‘zamane’nin pespayeliğine düşülmeyecektir.
(Sürecek)