BİLİM ve BİLİMSELLİK (VIII)
‘Görünürdeki yapı’lar (représentation) ile onun gizli kalan ‘gerçek yapı’sı (structure) arasındaki çelişki, Hegelci yaklaşımda olduğu gibi ‘bilinç’e çıkarılmaz.
O toplumsal ilişkilerin kendisinde ortaya çıkar.
Yani toplumsal ilişkilere içkindir ve Lévi-Strauss’un deyimiyle ‘bilinçdışı’ ya da ‘üstbilinç’in (supraconscience)in bir tezahürüdür.
Öte yandan bilme, Fransızca’da co-naissance sözcüğüyle karşılanıyor. Yani, yaşayan varlık kendisiyle birlikte bir doğuma (naissance) yol açıyor ; kendisi bir tinsel ya da özdeksel bir ‘nesne’ yaratmış oluyor ; buna onu tanıması, bilmesi diyoruz, ama giderek bir ortak görümün (image commun) alıyor ki, buna da istenirse ‘bilgi’ denilebilir.
Oysa, yukarıdan beri anlatılmaya çalışılan tanıma ya da bilme, bilimsel anlamdaki bir ‘bilgi’ye (savoir) ulaşmak oluyor.
Tam da bu nedenle, Bolzano, “Belki de, ilk kez, bilim, insan esprisi ve kendi varlığı arasında basit bir aracı değil de, kendine özgü (sui generis), orijinal bir öz (essence) içinde ve özerk devinimi olan bir nesne olarak düşünülmeye başlandı” diye yazıyordu.
Yeniden ‘ücret’ örneğine dönülecek olursa, ücretin işçiye ödenin dışında kalan gizli kesimi, işverenlerin tümünün alçak ve üçkağıtçı olmalarından değil, ama ‘ücretin gerçek yapısı’ndan dolayıdır.
Ancak bu her koşulda böyle olmayabilir.
Yani işverenlerin gerçekten alçak ve üçkâğıtçı olanları da olabilir.
Örneğin bir ülkenin, diyelim petrol ve gaz gibi onsuz olmaz ürünlere gereksinmesi olsun.
Sözkonusu bu ürünlerin ‘uluslararası piyasa’da belli bir ‘fiyat’ı oluşmaktadır.
Bu ‘fiyat’ların gerçek yapısı bilimsel çözümlemelerle ortaya çıkarılabilir.
Ancak, o ülkenin Devlet’ini ele geçiren kimi ‘sorumsuz başkan’ları, bu ‘fiyat’ların dışında, kendi özel hesaplarına aktarılmak üzere ‘kişisel komisyon’lar da alabilirler.
Bunu da ‘ticarî sır’ gerekçesiyle kendi toplumlarından gizleyebilirler.
İşte bu ‘gizli komisyonlar’ sistemin gereği değil ama doğrudan o ‘sorumsuz başkan’ın alçaklık ve üçkâğıtçılığına girmektedir.
Bu konu ancak ahlâksızlık ve etik-dışılık bağlamında ele alınabilir.
Ne var ki, sözkonusu toplumun aydınları, muhalefet partileri ve ya da ahlâklı ve namuslu insanları bunu göremiyor, dillendiremiyor ya da gereğini yapamıyorlarsa, onlara ‘bilim’in yapacağı herhangi bir şey yoktur diyelim.
Onların ‘bilim’le ve ‘bilimsellik’le de herhangi bir ilişkileri sözkonusu olamaz.
Onların yaptıkları ve yapacakları için ‘havanda su dövmek’ deyip geçiyoruz.
Burada ‘yapı’, ‘sistem’ ve ‘çelişki’ kavramları çerçevesinde ‘ekonomik sistemi’i yeniden ele alalım:
Marx’a göre ekonomik sistem, bir üretim tarzı (mode de production), bir dağıtım tarzı (mode de distribution), bir dolanım tarzı (mode de circulation) ve bir de bölüşüm tarzı (mode de répartition)’dan oluşmaktadır.
İşte zaman zaman Türkiye’deki ‘üretim ekonomisi’ gibi söylentilere şiddetle karşı çıkmamızın nedeni, bir ‘ekonomik sistem’in en az dört farklı ‘tarz’ı içinden birini öne çıkarmanın anlamsızlığına dayanmaktadır.
Kuşkusuz bunlar içinde birinin ‘baskın’ olacağı açıktır.
O zaman bu ‘yapılararası’ ilişkilere biraz daha yakından bakmamız gerekecek demektir.
Çünkü bir üretim tarzı iki ‘yapı’dan oluşmaktadır: üretim güçlerinin yapısı ve üretim ilişkileri’nin yapısı.
Şimdilik şu kadarı söylenmelidir ki, bir ‘üretim tarzı’ içinde ‘üretim ilişkileri’nin yapısı değiştirilmeden ‘üretim ekonomisi’nden dem vurmak, ‘ekonomik sistem’i hiç tanımamakla birdir.
Gelecek yazılarda bu konuları açmaya çalışacağız.
(Sürecek)