BİLİM ve BİLİMSELLİK (X)
‘Üretim ilişkileri’ ile ‘üretim güçleri’ arasındaki çelişki temel çelişkidir dedik.
Bu iki ‘yapı’ arasında hem ‘uyum’ ve hem de bir ‘uyumsuzluk’ vardır yine de.
Daha doğrusu, ‘üretim güçleri’ndeki gelişmeler, belli bir dönem için ‘uyum’u hazmetseler de, gelişmenin belli bir aşamasında artık ‘uyumsuzluk’ başgösterecektir.
Örnekse, feodal toplum aşamasında kapitalist ilişkiler başlangıçta ‘gelişme’ye yol açsalar ve feodal ilişkilerle belli bir ‘uyum’ gösterseler de, gelişmenin belli bir aşamasında artık ‘feodalizm’i taşıyamaz hale gelirler ve onu tasfiye etmek durumunda kalınmış olur.
Ne var ki, bu ‘uyumsuzluk’a yol açan, ‘üretim ilişkileri’ içindeki ‘iç çelişki’ olabilir: feodaller ve kapitalistler arasındaki çelişki.
Yani, marksizme göre ‘alt-yapı’ her zaman ‘üst-yapı’yı belirler türünden basit formülasyonlardan kaçınmak gerekmektedir.
Önemli olan, ‘ekonomik sistem’lerin işleyiş mekanizmasını kavrayabilmektir.
Ve yine, kapitalist aşamada sözü bolca edilen ‘dönemsel bunalımlar’ da, kapitalist sınıflar arasındaki ‘çelişki’lerden doğmaktadırlar.
‘Sanayi kapitalistleri’ ile ‘ticari kapitalistler’ arasındaki ve bu iki kapitalist gruplar ile ‘finansçı kapitalistler’ arasındaki ‘çelişki’ler gibi..
İşte günümüzde ‘sistem’e egemen olan ‘finans kapital’ olup, tüm bunalımların kaynağını oluşturmaktadır.
Tam da bu nedenle, diyelim bir ‘ülke’de ‘üretim ekonomisi’ne geçileceğini ileri sürmek, finans kapitalin bu ‘egemenlik’ gücünü ya bilmemek ya da görmezden gelmekle mümkün olabilir.
Bir başka önemli nokta ise, ‘üretim güçleri’ ile ‘üretim ilişkileri’ arasındaki çelişki, yani altyapı ile üstyapı arasındaki çalişki, yani temel çalişki, özde ‘emekçi’ler ile ‘kapitalistler’ arasındaki çalişkidir.
Çünkü ‘emekçiler’ altyapıda yer alıp ‘üretim güçleri’ içinde sayılmaktadırlar, ‘kapitalistler’ ise ‘üstyapıda’ yer alıp ‘üretim ilişkileri’ içinde sayılmaktadırlar.
Bir başka deyişle, ‘kapitalist’ denilenler, toplumun belli bir ‘öge’sini değil ama ‘mülkiyet ilişkisi’ni temsil etmektedirler.
Her ne kadar kapitalizmin belli bir aşamasında ‘ulusal sermaye’ ve ‘ulusal sermayedar’lardan sözetmek olası idi ise de, ‘finans kapital’in egemen olduğu günümüzde ‘ulusal sermayedar’dan sözetmek mümkün değildir.
Dikkat edilirse, Türkiye’de, şu son dönemde en çok ‘dışarıya kaçan sermayedar’lar sözde ‘Türk’ olduklarını söyleyenlerdir.
Öte yandan adı Fransız, İngiliz, Türk olarak anılsa da, ‘sermaye’nin ‘vatan’ı yoktur.
Demek ki, şu sıralar moda olan ‘yerli ve millî’ sözü, temelden boş bir slogandan başka bir şey değildir.
Ve savım olsun, gemi battığında ilk kaçacak olanlar bu ‘yerli ve millî’ciler olacaktır.
Yanlış bilinen ve altının çizilmesi gereken bir başka konu ise, en ‘yerli ve millî’ olanların, özde ilgili ülkenin ‘emekçiler’i olduklarıdır.
Tam da bu nedenle, Marx, ‘gerçek ulus’ emekçilerin Devlet’i fethettikleri zaman sözkonusu olabilecektir demektedir.
Oysa, Türkiye’deki kimi ‘Devlet sevdalı’ları, ne ‘Devlet’i ve ne de ‘Ulus’u bilmedikleri gibi, ne Marx’ın adını duymak isterler ve ne de ‘emekçi’lerin yerini tanımak isterler.
Çünkü ne Marx’ı bilirler ve ne de bu konulara kafa yormuşlardır.
Okumuşlarsa da yanlış anlamışlardır çünkü hep ‘ikinci elden’ okumuşlardır.
Bu son sayılanlara örnek en çok da ‘askerî kanat’tan verilebilir.
Oysa kendilerinin de ‘emekçi’ olduklarını bilmeleri gerekmektedir.
Ne ki, bunlar sözde ‘siyaset’e bulaştırılmayıp, özde ‘Devlet’in koruyucuları olarak yetiştirilmektedirler.
Böylece ‘siyaset’in tam ortasında yeralır ve ayırdında olmadan ‘sermaye kesimi’nin ‘kolluk kuvveti’ konumuna düşerler.
Oysa, şu son dönemde, Türkiye’deki ‘Siyaset’in yanında yeralan, ‘Hükûmet’in arkasında duran, ‘Devlet’in emrinde olan her kim varsa, kesinlikle ‘millî’ değildir.
Çünkü tam bir ‘yabancılaşma’ içerisindedir: hem kendisine ve hem de topluma...
(Sürecek)