BİLİM ve BİLİMSELLİK (XI)
Böylece Marx’ta bir ‘sistem’den diğerine geçişin (evrim/devrim) ‘yapı’lar arası uyum/uyumsuzluk sonucu olduğunu görmüş bulunuyoruz.
Yani hem ‘yapı’ların iç çelişkileri ve hem de alt-yapı ile üst-yapı arasındaki ‘çelişki’ bu tarihsel devinimi sağlamaktadır.
Bir başka deyişle, Marx’ın gençlik yıllarında tezlerini dayandırdığı ‘insanlık’ (humanisme) kavramının yerine ‘bilimsel’ bir temel bulduğu söylenebilecektir.
Demek ki, kendinden önceki ‘tarihsel belirleyicilik’ yerine, ‘bilimsel’ bir tarihsel belirleyicilik ileri sürülmüş olmaktadır: her yeni sistem bir öncekine göre ‘ileri’ ya da ‘üstün’ olacaktır.
Ne var ki bu belirleyicilik, ‘insan’ın kendi gönenç ve mutluluğu, özgürlük aşkı ve eşitlik isteği gibi kimi ‘değer yargıları’nın ötesinde, tarihsel ve bilimsel bir ‘zorunluluk’ olarak ortaya çıkarılmış olmakatadır.
‘Hümanizm’in öngördüğü özgürlük, eşitlik, mutluluk gibi salt betimlemeye dayanan ‘değersel’ (axiologique) değerler, bilimsel olarak ucu açık ‘olasılık’lar (possibles) biçiminde, ‘yapı’ların ortaya çıkış zorunluluğuna ve sözkonusu ‘yapı’nın sınırlarıyla belirlenmiş bulunmaktadır.
Burada ‘yapı’lar arasındaki ‘uyum yasası’, aynen ‘doğa bilimleri’ndeki ‘yasa’lar gibi ‘bilimsel’ bir nitelik taşımaktadır.
Böylece ‘sosyal’ ve ‘insan bilimleri’nin ‘doğa bilimleri’ndeki gibi işlemekte olduğu ortaya konulmuş olmaktadır.
İşte marksizmin ‘bilim’e katkısı bu diyalektik işleyişi göstermiş olmasındadır.
Diyalektik denilince, Marx’ın Hegel’den ayrıldığı yer neresidir diye sorulabilir.
Hegel’de bir ‘çelişki’nin çözümü, yani sentez, bir ‘iç çelişki’nin kendi içinde çözüme kavuşmasıdır.
Eğer, ‘yapı’lar gözününde canladırılacak olursa, diyelim ‘kapitalist sınıflar’ arasındaki çelişkinin ‘çözüm’ü insanlığın mutluluğuna, özgürlüğüne ve eşitliğine yolaçabilecektir.
Gerçekten de Hegel’de her çelişkinin insan bilincinde çelişkili bir figürü vardır.
İşte ‘idealizm’ denilen şey, her şeyi bilince bağlamak demek oluyor.
Oysa, daha önceki bölümlerde değinildiği üzere, Lévi-Strauss ne diyordu; ‘bilimin gizli düşmanı bilincin ta kendisidir’.
Ancak ve ne var ki, günlük yaşamda ‘bilinçlenim’, ‘halkımızda bilinç eksikliği var’, ‘bilinçlenirsek sorunları çözeriz’ türü kimi yakınmalarla, burada sözünü ettiğimiz ‘bilim’de bilincin yerini karıştırmamak gerekiyor.
Kuşkusuz ‘bilinçli toplumlar’ bilinçsizlere oranla daha mutlu, özgür ve eşit olacaklardır.
Ve fakat, ‘bilinç’, ‘umut’ gibi fakirin ekmeği olmanın ötesine geçemez.
İşte ‘idealizm’ tam da bu tür bir yaklaşımın adıdır.
Oysa Marx’ta, ‘çelişki’nin çözümü, salt bir ‘yapı’nın içsel çözümünden değil, dışsal dolanımından geçmektedir.
Yukarıdaki örneğimize dönersek, ‘çelişki’nin çözümü, ki Marx buna ‘temel çelişki’ diyordu, yani alt-yapı ile üst-yapı arasındaki çelişki, ‘alt-yapı’daki yani ‘üretim güçleri’ndeki gelişmeye bağlıdır.
Demek ki, sistem değişecekse, evet üretim güçleri içinde yer alan ‘emekçi’lerin bilinçlenmesi gerekmektedir, ama yetmez; emekçiler ile kapitalistler arasındaki ‘çelişki’nin de ‘çözülmüş’ olması gerekmektedir.
Sentez olabilmesi için ‘emekçiler’ ile ‘kapitalist’ler arasında da ‘eşitlik’ kurulmuş olmalıdır; ‘emekçiler’ de ‘kapitalistler’ kadar ‘özgür’ ve ‘mutlu’ olabilmelilerdir ki ‘toplumsal gönenç’ sağlanabilsin.
Sözkonusu toplum, gerçek bir ‘ulus’ olabilsin.
‘Devlet’ herkes için var olabilsin.
İşte ‘Ulusal Devlet’ denilen şey tam da budur.
Oysa, ortalıkta ‘bilimadamı’ diye dolanan bir yığın ‘adam’ın, ‘bilim’den haberleri yoktur ki, bilimsel olarak ‘Ulusal Devlet’ ne demekmiş bilebileler.
Onların ‘bilim’ diye yaptıkları, ‘burjuva ideolojisi’ne dayalı ‘tez’ler, ‘model’ler geliştirmek ve varolan ‘düzen’i kutsamaktan başka birşey değildir.
Çünkü ‘burjuva ideolojisi’ne göre, bir toplumda ‘yasalar önünde’ olmak koşuluyla ‘herkes eşittir’, ‘özgürlükler kısıtlanamaz’, ‘bir sınıfın bir diğeri üzerindeki baskı’sı kabul edilemez ‘falan ve filan’ dır.
Oysa, Ağınlı Ayşe teyzenin deyişiyle, o söylenilen şeylerin ‘hepisi yalan’dır.
Ve bu ‘adam’ların bilimle uzaktan yakından ilgileri bulunmamaktadır.
(Sürecek)