BİLİM ve BİLİMSELLİK (XII)
‘Sistem’, ‘yapı’ ve ‘çelişki’ bağlamında ‘çelişki’nin marksist keşfi, insan ve toplumsal bilimlerini doğa bilimlerine yaklaştırmıştır dedik.
Bu, bilimde ‘idealizm’e yer olmadığı ve ancak ‘maddeci’ olunabileceğinin de kanıtlanmış olması demektir.
Karikatürize edilmiş bir örnek olarak, denilebilir ki; dinozorlar ‘iç çelişki’lerinin yanısıra iklim ve doğa koşulları gibi ‘dış yapı’ların etkisiyle yok olmuşlardır.
Toplumsal gelişme alanında, Türkiye’de bir ara çokça dillendirilen ‘iç dinamik/dış dinamik’ çözümlemeleri de bu bağlamda ele alınamakta idiler denilebilir.
Demek ki, bilim sözkonusu olduğunda, kesinlikle ister doğal yazgı isterse tanrısal yazgıdan sözedilemez. (finalité)
Bununla birlikte, biyolojide, kimi organların işlevlerini yerine getirmek amacıyla yeniden uyum çabaları doğal ereklilik kapsamında değerlendirilmektedir.
Kertenkelenin kopan kuyruğunun yeniden uzaması gibi.
İşte, kapitalist ‘sistem’in de, benzer biçimde, sürekli olarak kendini yenilemesi, marksist ‘çelişki’ kavramının geçersizliğine örnek olarak verilmektedir.
Oysa, her bilimsel çabanın amacı, kendi alanındaki ‘yasa’lara ulaşmak olup, bir ‘sistem’ içinde herhangi bir ‘yapı’nın değişmezlik (invariant) sınırlarının (ve bu değişmezliğin koşullarının) belirlenmesi olmaktadır.
Buna ister doğal olsun isterse toplumsal, bir ‘sistem’in ussallığının (rationalité) keşfi de denilebilir.
Yani, bir yapının kendi ‘iç çelişkisi’ ile bir ‘dış’ yapıyla olan çelişkisinin ‘sınır’larının keşfî, bilimsel ‘yasa’ların keşfi olmaktadır.
Bu, aynı zamanda, yöntembilimsel olarak ‘nedensellik’ kavramının yeniden yorumlanması demektir.
Böylece, doğrusal ve kronolojik olarak, her nedenin aynı etkiyi yaratacağı tezinin yeniden gözden geçirilmesi gerektiği de ortaya konulmuş olmaktadır.
Toplumsal ‘sistem’ler içinde ‘üretim güçleri’nin yapısının (ekonomi) baskınlığı (dominance) konusuna gelince; son yapılan araştırmalarda, ilkel toplumlarda bu üretim güçlerinin yapısının kolayca saptanabilmesine karşılık, üretim ilişkilerinin yapısı açık bir biçimde saptanamamaktadır.
Dolayısıyla ‘baskınlık’ konusunda tezelden bir sonuca ulaşılamamaktadır.
Daha doğrusu, üretim ilişkilerinde ‘akrabalık’ ilişkileri daha baskın görünmektedir.
Bu akrabalık ilişkilerinin baskın olmadığı ya da baskınlığını yitirdiği dönemlerde ise, bu kez dinsel-politik ‘yapı’ların ortaya çıktığı görülmektedir.
Böylece ‘üretim ilişkileri’nin ‘yapı’sı, yani ‘mülkiyet ilişkileri’nin veya ‘üst-yapı’nın, bu dinsel-politik yapı’nın ‘baskın’ olduğu saptanabilmektedir.
Demek ki, toplumsal ve insan bilimlerinde, ‘toplumsal yasalar’ın keşfi demek, bir kez bulunduktan sonra tüm zamanlar için geçerli olacakları demek değildir.
Yani bu yasalar, aynı zamanda ‘tarihsel’ yasalar olmaktadırlar.
Az yukarıda ‘bilim’in ancak ‘maddeci’ olabileceğini söylemiştik; şimdi de ‘tarihsel’ olması gerektiğini ileri sürüyoruz.
Kısaca bilimin ‘tarihsel maddeci’ olduğu sonucuna varmış bulunuyoruz.
İşte bu tarihsel maddeci yaklaşımla, daha doğrusu ‘bilimsel’ olarak diyelim, insan toplumlarında şu ‘dinsel-politik yapı’nın giderek nasıl ‘Devlet’i oluşturduğu konusuna değinilebilir.
Ancak ve ne var ki, özellikle Suzanne de Brunhoff’un ‘Devlet ve Sermaye’ konusundaki kitap ve makaleleri, Devlet’in salt üst-yapısal bir kurum değil ama aynı zamanda nasıl ‘altyapı’ya da ‘egemen’ olduğunu ortaya koymaktadır.
İşte ister ‘Devlet’, ister ‘Ulus’, ister ‘Ekonomi’ ve isterse ‘Politika’ olsun, eğer bunların ‘bilimsel’ bir çözümlemesi yapılacak olursa, ancak ve sadece ‘sistem’, ‘yapı’ ve ‘çelişki’ kavramlarından hareketle ve bunların tarihsel maddeci bir yorumuyla mümkün olabileceği belirtilmelidir.
(Sürecek)