BİLİNÇ ve VİCDAN
Başka dillerde nasıldır bilemem, ama Fransızlar ‘bilinç’ ve ‘vicdan’ı eşanlamlı olarak kullanıyorlar.
Fransız yargıçlar da, denildiği üzere verdikleri ‘karar’ları ‘Fransız halkı adına’ veriyorlar.
Çünkü, temel olarak, kararlarını ‘Egemenlik kayıtsız koşulsuz milletin’dir ilkesine dayandırmak durumundadırlar.
Ancak, yargıçlar bu ilkeye uymakla birlikte, kimi kararlarda “entellektüel akılyürütmeleri”ni de dikkate alabilirler. (Ils rendent compte en énonçant leur raisonnement intellectuel).
Bu durum, Türkçe’de “yargıçlar karar verirken kendi vicdanlarına da başvurabilirler” biçiminde dillendirilmiştir.
Ne var ki, ‘vicdan’ sözcüğüne Türkçe’de tinsel (manevî) bir anlam yüklenirken, Fransızlar için bir ‘entellektüel akılyürütme’den başka bir şey olmamaktadır.
Bu ‘entellektüel akılyürütme’, demek ki hem ‘bilinç’ ve hem de ‘vicadan’ anlamına gelmektedir.
Oysa, Türkçe’de ‘vicdansızlık’ olarak nitelendirilen durumlar, ‘bilinçsizlik’ ya da ‘entellektüel akılyürütme’den yoksunluktan çok daha ağır bir durumu dillendirmek için kullanılmaktadır.
Demek ki, örneğin ‘vicdanı satılmışlık’ terimi, hem maddi ve hem de manevî olarak ‘cezalandırılması gereken’ bir durum olarak görülmektedir.
Her iki dünyada ‘ceza’sı olan bir durum.
Şimdi şu ‘Gezi Davası’ ya da bugünkü ‘Kaftancıoğlu Davası’nda karar veren yargıçların durumuna yakından bakalım.
Tüm hukukçular, her iki davada da, ne ‘yasa’lar ve ne de ‘içtihat’lara dayanmayan kararlar alınmıştır diyorlar.
Geriye, sadece yargıçların ‘entellektüel akılyürütme’leri yani ‘vicdan’larına göre karar verdikleri kalıyor.
Hani, ilk mahkemelerdeki yargıçların ‘entellektüel akılyürütme’ yeteneklerinin henüz yeterince gelişmediğini varsayalım.
Peki ama, bu kararların Yargıtay üyelerince ‘onanması’na ne diyeceğiz?
Halk arasında, Yargıtay’a ‘Temyiz’ yerine genelde ‘Temiz’ denildiğini biliyoruz.
O nedenle, davacı ya da davalıların, kararın ‘Temyiz’ edilmesi durumunda, ‘Temiz’e çıkacaklarına olan beklentileri oldukça yüksektir.
Çünkü orada daha adil bir ‘vicdan muhasebesi’ yapılacağına ilişkin bir ‘inanç’ taşımaktadırlar.
Heyhat ki ne heyhat.
Bugün Türkiye’de ‘vicdan sahibi’, ne yargıç, ne Yargıtay üyesi ve ne de Anayasa Mahkemesi üyesi kaldı denilebilir.
Kalanlara selam olsun!
Ancak burada değindiğimiz iki davanın yargıçları için, ‘vicdanlı’ ya da ‘entellektüel akılyürütme’ yeteneğinde olan yargıçlardır denilebilir mi?
Ya da, yukarıda değinildiği üzere ‘bilinçli’dirler, denilebilir mi?
Ve yine, eski terimle ‘şuur’lu yargıçlardır denilebilir mi?
Bu yargıçlar, tam tersine, ‘vicdansız’, ‘bilinçsiz’, ‘şuursuz’ ve ‘entellektüel akılyürütme’den yoksundurlar.
‘Vicdan’larını satılığa çıkarmış olanlardır; ‘yanlış bilinç’ sahibi yani beyinlerini bir ideolojiye, bir tarikata, bir ‘dava’ya kiraya vermiş olanlardır; ‘şuur’larını yitirmiş olanlardır; ‘entellektüellik’ şöyle dursun ‘akıl’larının olup olmadıkları bile kuşkulu olanlardır.
Bir önceki yazıda değindiğimiz, ‘soylu’luk açısından ‘soysuzluk’ta sınır tanımayan yaratıklardır.
Şimdi hâlâ bu yaratıkları da ‘kucaklayacak’ bir gelecekten sözedilebilir mi?
Kim ki, hâlâ bunları ‘kucaklamak’tan yanadır, en az onlar kadar ‘soysuz’dur diyebilirim.
Bunlar gelecekte, ancak ve sadece ‘cezalandırılacak’ olanlardır.
Her iki dünyada, ama önce bu dünyada...