Bilmece
12 Eylül öncesinde "sol fraksiyonların dökümünü yapmak oldukça güç bir işti. Hangi fraksiyon, hangisinden çıkmıştı? Kim, kime karşıydı? Kim hangi görüşü savunur, hargi "sloganı" kullanırdı?
Bilmece gibiydi bütün bu işler..
12 Eylül sonrasında buna benzer bir başka "bilmece" ortaya çıktı: Tarikatlar..
Nakşibendiler.. Süleymancılar.. Rufailer.. Cerrahiler.. Kadiriler.. Melâmiler.. Nurcular..
Bu tarikatların bazıları, sağcı siyasal partiler içinde «güçleri oranında temsil» ediliyorlar.
Bu tarikatlar neyin nesidirler? Kimin fesidirler?
Bunları anlamak, birbirinden ayırt etmek de bir bilim işidir.
Canım, şimdi diyelim ki Türkiye'ye "irtica" iki koldan giriyor. Biri İran...
«Molla inkılâbı» Türkiye'ye "devrim ihraç" edecek.. İşte efendim, şirketler mirketler aracılığı ile Türkiye'de bir şeyler yapacaklar. İkinci kol Suudi Arabistan.
Bu anlaşılıyor.
İran basını ve radyosu da Türkiye'ye veryansın ediyor.
Gazeteciler başbakana soruyorlar:
— Atatürk'e saldıran İran basını için bir girişimde bulunmayacak mısınız?
Başbakan olgun adam.. Ne diyor?
— Sizler de İran hakkında yazıyorsunuz... Bizdekine «özgür basın» deniyor.
İran'da mollaların yönetimindeki basın özgür müdür?
İran basınının ardında mollalar yönetimi var, Humeyni var; İran hükümeti var.
Tıpkı, "TKP'nin Sesi" radyosunun ardında Sovyetler Birliği hükümetinin olması gibi.
İran'daki "molla basını" ile Türkiye'deki gazetecileri aynı kefeye koymak yakışır mı koskoca başbakana?
Yakışmaaaz. Hiç yakışmaz.
Şu «tarikatlar» konusunda yeni bir kitap çıktı, alıp okudunuz mu?
Okumadıysanız hemen okuyun.. Kitabı İsmet Zeki Eyüboğlu yazmış.. Adı "Günün Işığında Tasavvuf - Tarikatlar - Mezhepler Tarihi"..
Eyüboğlu küçük yaşta "Nakşibendi tarikatı"na girmiş; bu yüzden yazdıkları yalnızca "kitabî" değil; yazdıkları aynı zamanda gördüklerini, yaşadıklarını da kapsıyor.
Kitabın "Süleymancılık" ile ilgili bölümünü okurken gözüme çarptı. İki ayrı Süleymancılık varmış. Her ikisi de Nakşibendilikten kaynaklanmış. Birinin kurucusu Süleyman Hilmi Tunahan, ötekinin kurucusu da Hacı Süleyman Çiliptay'mış.. Bu "ikinci Süleyman" İstanbul'dc Fatih Camii'nin yanında,
Karadeniz Caddesi'nin hemen yanındaki bir sokakta otururmuş.
Adamcağız 1944 yılında ölmüş..
Gelelim şimdi bilmeceye..
Eyüboğlu'nun kitabının 259'uncu sayfasında, oğlu Florya'da plaj işleten bu "ikinci Süieymancılık tarikatı" kurucusu Süleyman Çiliptay'ın "terliklerini öpen" bir genç subaydan söz edilir; aktarayım:
— Fatih Camii yanında, Atpazarı denen yerde, iki büyük dükkânı da önemli gelir kaynağıydı. Şeyhin ölümünden sonra tekkenin başına geçmişti. Gene bu tekkeye gelerek Süleyman Efendi'nin önünde yere kapanıp terliklerini öpen, sivil giyinmiş genç bir subay vardı. Sonradan ordu komutanı, sıkıyönetim komutanı olmuş, "işkence" olayları dolayısıyla basında uzun boylu konu edilmişti.
Kim bu "Nakşibendi orgeneral?" şöyle uzun boylu mu? Elmacık kemikleri çıkık mı?
Bir sağ partiye de girmiş mi? Özel sektörde yönetim kurulu üyesi mi?
Allah Allah.. Kim bu "Nakşibendi ordu komutanı?" Meraktan çatlayacağım:
— Kim yahu bu "Süleymancı orgeneral?" Kim bu? Çözün bakalım bilmeceyi..
Soldan sağa "işkence", yukarıdan aşağı "zulüm". Kim bu general? Kim bu Allahaşkına?
Uğur MUMCU - Cumhuriyet, 1 Şubat 1987