Bir ABD İşbirlikçisinin Portresi: Talabani
İşbirlikçi Talabani
Gazeteci yazar Uğur Mumcu’nun “Talabani” hakkındaki görüşleri ile Binbaşı Cem Ersever’in tanımlamaları tıpa tıp aynıdır. Hatırlarsanız eğer, Ersever Talabani’nin ne olduğu anlatmak için “siyasi fahişe”, “şarlatan”, “cambaz”, ”işportacı” gibi tanımlar kullanıyordu. Bakın Uğur Mumcu ne diyor Talabani için, yıl 1992, 6 Eylül, yani Şemdinli- Alan karakol baskını sonrası Cumhurbaşkanı Özal’ın Şemdinli’ye geldiği günler;
“Cumhurbaşkanı Özal, Kürt Siyasetini, Kürdistan Yurtseverler Birliği lideri Celal Talabani’yi ön plana çıkararak yürütüyor. Bu siyaset ABD’nin Ortadoğu siyasetine de denk düşüyor. Kim bu Talabani? Talabani siyasi geçmişinde nasıl bir güven sağlamıştır ki Türkiye Cumhuriyeti, Ortadoğu’nun karanlık kuyularına bu Kürt liderinin ipiyle iniyor[1]?”
Ve başlıyor anlatmaya Talabani’nin geçmişini;
“Talabani, bir Kürt ağasının oğlu. 1933 yılında Süleymaniye’de doğdu. Mesleği avukatlık. Adı, 50’li yılların son dönemlerinde duyulmaya başladı. Talabani, 1957 yılında Moskova’da toplanan Uluslar arası Öğrenci ve Gençlik Kongre’sinde Güney Kürdistan temsilcisiydi. Aynı yıllarda Birleşik Kürdistan Demokrat Partisi’nde politbüro üyesi olarak da adını duyurdu.
Bu işbilir avukat kısa sürede Barzani’nin de güvenini kazandı. 1958 yılında Irak’ta darbe yapılmış, Moskova’da yaşayan Barzani de törenle Bağdat’a dönmüş ve ihtilal hükümeti ile uzlaşma yolları aramıştı. Talabani adı bu günlerde Kürtler arasında sık sık dolaşmaktaydı.
Celal Talabani, 1959 yılında toplanan Kürdistan Demokrat Partisi politbüro üyeliğine seçildi. 18/22 Mart 1963 günlerinde yapılan Kürt Ulusal Kongresi’nin başkanlığını yaptı. Barzani, Kürt isteklerinin Bağdat rejimine iletilmesi görevini Talabani’ye vermişti.
Barzani-Bağdat rejimi kısa süre balayı yaşamış; bu balayı yerini gerginliğe ve savaşa terk etmişti. Talabani, bu savaşta Barzani’nin yanında değil, karşısında yer aldı. Talabani, Barzani’den izin almadan Kahire’ye giderek Nasır ile görüştü. Arkadaşı İbrahim Ahmet ile birlikte Barzani’ye savaş açtı.
10 Şubat 1964 günü Kürtlerle Irak Cumhurbaşkanı Abdulselam Arif arasında imzalanan ateş kes anlaşmasını imzalayanlardan biri de Talabani idi. Bu ateş kes anlaşması Kürtler arasında tepkiyle karşılanınca Talabani, Barzani’yi parti yönetiminden uzaklaştırmaya çalıştı.
Başaramayınca da İran Şahı’na sığındı. Bir süre sonra Barzani, Talabani’yi affetti. Tam bu günlerde Talabani, Bağdat rejimi ile anlaşarak Irak’a sığınıyordu. Celal Talabani ve arkadaşları 1966 yılında, Irak Silahlı Kuvvetleri ile birlikte Revandız savaşında Barzani’nin peşmergelerine saldırdılar. Talabani, Irak ordusunun 5. Tümeninin gözetimi altında 28 Ağustos/2Eylül tarihleri arasında bir de kongre toplamıştı.
Talabani, 80’li yıllarda da PKK ile Türkiye’ye karşı iş ve eylem birliği yapıyordu. Bugün de Türkiye Cumhuriyeti ile PKK’ya karşı işbirliği yapıyor, daha doğrusu bir süre işbirliği yapar gibi görünüyor. Celal Talabani oynak ve hiç de güven vermeyen siyaseti nedeniyle Kürtler arasında 60’lı yıllarda “CAŞ” yani işbirlikçi ve hain olarak anılıyordu. Talabani’nin Ortadoğu siyasetçilerine özgü bu kaypak ve işbirlikçi kişiliği, Körfez savaşı öncesi ve sonrasında “Amerikan İşbirlikçiliği” ile sürüyor.
50’li yıllarda Marksizm-Leninizm ideolojisiyle yola çıkıp, 60’lı yıllarda BAAS rejimiyle 80’li yıllarda PKK’yla işbirliği yapan ve 90’lı yıllarda Beyaz Saray- Pentagon- CIA üçgenindeki Amerikan piyonluğunu üstlenen Celal Talabani, işte bu Talabani’dir. Özal, neden Celal Talabani’ye bu kadar güveniyor?
Amerikan siyaseti ile Özal’ın siyaseti birbirine uygun ve birbiriyle özdeş olduğu için ve Bush ile Özal’ın siyasetleri birbirinin devamı olduğu için. Bunca devlet ve siyaset geleneğine sahip olan Türkiye, Ortadoğu’nun kör ve karanlık kuyularına Celal Talabani’nin Çankaya Köşkü’ne uzattığı iple iniyor![2]”
Özellikle 92 Ekim harekâtında Türkiye’ye ihanet ettiği ileri sürülen Talabani hakkında, Binbaşı Cem Ersever de Mumcu ile aynı görüşleri paylaşıyor. Soner Yalçın’a yaptığı açıklamalar bunun açık kanıtı;
“ … 12 Eylül’de PKK’nın adamlarını Talabani’nin Bekaa’ya yerleştirdiğini biliyoruz. PKK Filistinlilerle değil Talabani ile ilişkideydi. Talabani Apo ile Barzani’yi buluşturarak Kuzey Irak’a girmesine de yardımcı oldu. Sonra PKK’nın Kuzey Irak’a dayanarak neler yaptığını gördüler. Kısaca PKK’nın yurt dışına çıkmasından Kuzey Irak’a yerleşmesine kadar Talabani hep başrolde oynamıştır. Son dönemde PKK’yı desteklemekten vazgeçmedi. Ancak PKK vasıtasıyla Kuzey Irak yönetimine yönelik TC’nin engelleme politikasını dengelemek istiyordu. Bunu da başardı. 92’de federe devleti ilan ederken KDP peşmergelerini PKK kampları üzerine gönderdi. Bunlar geniş bir senaryonun parçalarıdır[3]…”
Binbaşı Ersever ile bu noktada da buluşuyoruz. O da “emperyalizmin denetiminde bir Kürt Devleti’nden söz ediyor ve şunları söylüyor Yalçın’a;
“Bunu çok açık olarak ifade edebilirim. Bütün bunların altında yatan şudur; bu bölgede emperyalizmin denetiminde bir Kürt Devleti kurulmak isteniyor. Apo, önderlik sorununa ilişkin kitabında, bütün Kürdistan’ı parçalara ayırmıştır. Bu parçalardan Türkiye Kürdistan’ın tüm Kürdistan bölgesine önderlik edeceğini yazmıştır.
Şimdi parçadaki önderlik değişti. İpleri elinde tutan emperyalistler şimdi Kuzey Irak’a kendi denetimlerinde bağımsız Kürt Devleti kuracaklardır. Daha sonra Türkiye, İran ve zamanla Suriye’de çıkan kargaşalıklara bu Kürt devleti, “size yardımcı olayım “ diyecektir. Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuzey Irak’la ilgisi PKK temelinde şekillenmiştir. Bu yanlıştır. Sonuçta işte Talabani gibi bir siyasi fahişe çıkar, PKK’yı bir koz olarak kullanır…Bunlar geniş bir senaryonun parçalarıdır…”
Neden saldırıyor bu PKK bize, insan hakları için mi?
Neden saldırıyor insanlarımıza, köylerimize, karakollarımıza, demokrasi için mi?
PKK’nın amacı ne?
PKK’nın siyasi hedefi ve amacı açık ve nettir; adı “Kürdistan” olan bağımsız bir devlet kurmaktır bizim topraklarımızda, demokrasi ve insan hakları birer laftır. Öcalan iddianamesi dikkatlice incelenecek olursa eğer, bu örgütün amacına giden yolun da ne olduğu açıktır; “Serhildan” yani halk ayaklanması! İşte savcılar yazmış;
“PKK’nın kuruluş amacı, örgütün manifestosu olan “Kürdistan devriminin yolu” isimli broşür, parti programı ve PKK kuruluş bildirgesinde “Bağımsız birleşik Kürdistan’ın kurulması”; Stratejisi ise, “Uzun süreli halk savaşı” olarak açıklanmıştır.“
Bugün yaşadıklarımızı bir bakınız; örgüt halk savaşındaki stratejik savunma dönemini tamamlamış, stratejik denge aşamasına geçmiş ve artık stratejik saldırı olarak ifade edilen “Serhildan” yani “Halk Ayaklanması” aşamasına doğru adım adım ilerlemektedir.
Son dönemde başta Diyarbakır ve Yüksekova olmak üzere, Doğu ve Güneydoğu’da meydana gelen toplumsal olaylar da bunu açıkça göstermektedir. Ne acıdır ki ülkeyi yöneten siyaset Habur açılımıyla, belki bilerek belki de bilmeden, örgütün bu siyasetine hizmet etmiş ve halk ile teröristleri buluşturmuştur.
Örgüt otuz yılda sağlayamadığı halk desteğini, Erdoğan siyaseti eliyle bir günde kazanmıştır. Osman Baydemir de açık açık söylüyor bunu;
“Bu proje ile 'Demokratik Türkiye Özerk Kürdistan' olarak kabul edilmelidir. TBMM olacak, ancak Marmara'da da parlamento olacak, bunun yanında Kürdistan Parlamentosu da olacaktır. Bu ülkenin kuruluşunda kendi renkleri ile savaşan atalarımızın al yıldızlı bayrağının yanında 'Kesk u sor u zer' bayrağımız da olacaktır[4].”
Ersever doğru söylüyordu, Uğur Mumcu da ve her ikisi de artık aramızda değil ama bizler, hala onların 90’lı yıllarda yaptıkları doğru analizlerin ağır sonuçlarını yaşıyoruz şimdilerde.
“Bunlar geniş bir senaryonun parçaları” demekle de doğru söylüyordu Binbaşı Ersever, bu bir geniş bir senaryodur. Bu senaryo içinde, ülkemizin bölünmez bütünlüğü hedef alan bir “Kürdistan Projesi” vardır ve bu projenin Türkiye’de görünen yüzü olan PKK terör örgütü ile ardındaki siyasi kol ve kanatları vardır. Irak’taki yüzü ise Barzani ve Talabani’dir. Ama bunların gücü bize yetmez, toplasın gelsin İmralı bütün teröristlerini, gücü yetmez. Alsın gelsin Barzani-Talabani peşmergelerini, yine bize güçleri yetmez. Onlar da biliyor bunu, peki öyleyse kime güveniyor bunlar?
KURT KAPANI'ndan…
______________________
[1] Uğur Mumcu, 6 Eylül 1992, Cumhuriyet Gazetesi.
[2] Uğur Mumcu, Cumhuriyet, 6 Eylül 1992.
[3] Binbaşı Ersever’in itirafları, araştırma, Soner Yalçın, 2003, Doğan Yayıncılık.
[4] Tüm Gazeteler, 31 Temmuz 2010.
Erdal SARIZEYBEK, 11 Aralık 2010