Hepimiz biliyoruz ki “İngilizler tek kurşun sıkmadan İstanbul’u nasıl terk etti?” sorusu Atatürk ve cumhuriyete düşmanlık eden, milli mücadeleyi küçümseyen zevatın dilinden düşmüyor.
İngilizler kurşun sıkmadan gittiler, çünkü Lozan Antlaşması bunu gerektiriyordu. Hem cephede hem masada kazanmıştık çünkü. Bunun detaylarını defalarca yazdım, anlattım. Şimdi dilerseniz “İngilizler tek kurşun sıkmadan koskoca Osmanlı Devleti’nin başkentini, İstanbul’u nasıl işgal etti?” sorusunun cevaplarını arayalım.
1918 yılının Ekim ayına gelindiğinde Osmanlı Devleti açısından Birinci Dünya Savaşı’nın kaybedileceği iyiden iyiye belirginleşmiş durumdaydı. Zaferden ümidini kesen Talat Paşa Hükûmeti 5 Ekim 1918’de barış anlaşmasının sağlanması için ABD Başkanı Wilson’a başvurmuş, ABD bu teklifi müttefiklerine iletse de teklif İngiltere tarafından kabul görmemişti.
Aynı günlerde Vahdettin, kişisel temsilcisi Rüştü Bey ve Bogos Nubar Paşa aracılığıyla İngiliz Hükûmetine iletilmek üzere Bern’deki İngiliz Büyükelçisi Horace Rumbold’a bir barış anlaşması taslağı gönderdi. Taslakta Hicaz, Suriye, Filistin ve Irak’ta savaş öncesi Mısır’da olduğu gibi İngiliz himayesinin kurulması, Osmanlı’ya bağlı bölgelerde İngiltere’nin denetiminde anayasal reformlar yapılması gibi maddeler bulunuyordu.
Vahdettin ayrıca, İngiltere’den İttihat ve Terakki yönetimini devirmesini istiyordu. Vahdettin’in teklifine göre asker kaçaklarından kurulacak olan İngiliz komutasındaki 300-500 bin kişilik ordu İstanbul’a yürüyecekti. Bir Osmanlı paşası Mısır’a gönderilip İstanbul’a yürüyecek ordu için savaş tutsaklarından asker sağlayacaktı. Taslakta ayrıca Arabistan Kralı Şerif Hüseyin’le bu konuda iş birliği yapılması isteniyordu. Vahdettin’in kendi konumunu sağlama almaya yönelik bu teklifi İngiltere tarafından ciddiye alınmadı.
13 Ekim 1918’de Ahmet İzzet Paşa Hükûmeti göreve başladı. Kut’ül Amare’de esir alınan ve Büyükada’da konuk edilen General Charles Townshend’in aracı olması üzerine İngiliz Hükûmeti barış görüşmelerinin yapılmasına karar verip Akdeniz’deki İngiliz filosunun komutanı Amiral Calthorpe’u İtilaf Devletleri adına Osmanlı Devleti ile imzalanacak ateşkes görüşmelerini yürütmekle görevlendirdi.
Bunun üzerine Ahmet İzzet Paşa, 23 Ekim 1918’de Vahdettin’i ziyaret ederek İzmir’de bulunan Nurettin Paşa, Yarbay Sadullah Bey ve Hariciye Müsteşarı Reşat Hikmet Bey’in barış görüşmeleri için uygun olduğunu belirtti. Vahdettin bu teklifi derhal reddetti.
Vahdettin, Osmanlı Devleti’nin çıkarlarından çok kendi çıkarlarını koruyacak bir temsilci arıyordu. Vahdettin’in amacı, yukarıda bahsedilen barış tasarısından da anlaşılacağı üzere, savaş öncesinde Mısır’ın durumuna benzeyen bir şekilde görünüşte bağımsız ama gerçekte İngiliz himayesi altında, hanedanın idari yetkilerine ve halifelik sıfatına dokunmayan bir yapılanmayı gerçekleştirmekti. Vahdettin’in bu düşüncesini gerçekleştirecek en uygun kişi elbette Damat Ferit idi.
Ahmet İzzet Paşa, heyete Damat Ferit’in başkanlık edeceğini Padişah’ın ağzından duyunca şok geçirdi. Çünkü hem zekâsı hem bilgi düzeyi hem de karakter bakımından son derece zayıf ve niteliksiz bir insan olan Damat Ferit’in tek özelliği, Dışişleri Bakanlığında küçük bir memurken Vahdettin’in dul kardeşiyle evlenmiş olmasıydı. Savaştan önce İttihat ve Terakki muhalifleri tarafından kurulan Hürriyet ve İtilaf Partisinin kurucu üyelerinden olup İngiliz hayranıydı.
Ertesi gün Meclis-i Ayanda konuşan Damat Ferit, görüşme planını şöyle açıkladı:
(İngiltere Kralına) ‘Ben sizin babanızın eski bir dostuyum; isteklerimi kabul edeceğinizi umuyorum’ diyeceğim ve koşullarımın kabul edilmesini sağlayacağım’
Bu sözlerden anlaşılacağı üzere Damat Ferit, İngiltere Kralı’nın ateşkes antlaşması konusunda “İngiliz çıkarlarını değil de kendisinin baba dostluğunu” ön planda tutarak karar vereceğine inanacak kadar aymazlık içindeydi.
Konuşmayı dehşet içinde dinleyen Ahmet İzzet Paşa, yeniden Saray’a gidip Vahdettin’e Damat Ferit’in devlet ve ulus için bu denli yaşamsal bir görevin üstesinden gelemeyeceğini söyledi. İkna olmayan Vahdettin “Biz onu idare ederiz” diyerek Damat Ferit konusundaki ısrarını sürdürdü. Bunun üzerine toplanan hükûmet, Damat Ferit’in görüşmeci olarak gönderilmesinin kesinlikle mümkün olmayacağı konusunda uzlaşarak Vahdettin bu fikirden vazgeçmezse istifa etme kararı aldı. Bu kararı Mabeyn Başkatibi Ali Fuat Bey vasıtasıyla öğrenen Vahdettin geri adım atmak zorunda kaldı. Rauf Bey, başgörüşmeci olarak atandı. Sadullah ve Reşat Hikmet Beyler de ona askerî ve diplomatik danışman olarak eşlik edeceklerdi. Heyet aynı günün gecesi yola çıktı.
Her ne kadar Osmanlı Devleti’nin savaştaki yenilgisi kesin olsa da ateşkes antlaşması için aceleye gerek olup olmadığı konusunda ciddi soru işaretleri vardı. Makedonya’da bulunan İtilaf güçlerinin İstanbul üzerine yürümesi pek mümkün gözükmüyordu.
Ekim ayında Balkanların yüksek kesimlerinde şiddetli bir kar yağışı başlamıştı. Bulgaristan’daki ulaşım ve iletişim hatları büyük çaplı bir askerî operasyon açısından uygun değildi. Bu durumun farkında olan İngiltere’nin önem verdiği nokta boğazları açtırmak suretiyle henüz savaşmaya devam ettikleri Almanya’ya karşı ikinci bir cephenin açılmasını sağlamaktı.
İngiliz Savaş Kabinesinde yapılan görüşmeler sonucunda daha önceden oluşturulmuş ateşkes taslağı üzerinde boğazların açılması haricindeki hükümlerde ısrarcı olunmaması kararlaştırıldı. Daha açık bir ifadeyle 24 maddelik taslak listede, boğazların açılmasıyla ilgili ilk üç maddenin kabul ettirilmesinin gerekli olduğuna, dördüncü maddenin kabul ettirilmesinin de siyasi açıdan gerekli olduğuna, diğer 20 maddeden ise olabildiğince fazlasının kabul ettirilmeye çalışılmasına ancak bunun başarılamadığı takdirde fazla ısrarcı olunmamasına karar verildi.
27 Ekim 1918 sabahında Osmanlı Deniz Kuvvetleri Bakanı Rauf Bey ile İngiltere’nin Akdeniz Donanma Komutanı Amiral Calthorpe başkanlığındaki iki heyet arasında resmî görüşmeler başladı. Calthorpe, Londra’nın kendisine gönderdiği ateşkes taslağının ilk dört maddesini okuduktan sonra, bunların hiçbir değişiklik yapılmadan aynen kabul edilmesinin istendiğini bildirerek, ancak bunlar kabul edilirse sonraki maddelere geçebileceğini Osmanlı heyetine söyledi.
Görüşmeler boyunca iki heyet arasında birçok madde üzerinde tartışmalar yaşandı. Osmanlı heyetindekiler özellikle İtilaf Devletlerinin yurdun herhangi bir yerini işgal etmesine olanak tanıyan 7. madde konusunda hükûmete sormadan hareket edemeyeceklerini bildirdiler. İstanbul Hükûmetinin yanıtı beklendiği gibi İstanbul istisna tutulmak koşuluyla 7. maddenin kabul edilmesinin uygun olduğu yönündeydi.
Taslak metnin 24 maddesinin tamamını görünce ümitsizliğe kapılan Osmanlı heyeti, 27 Ekim 1918 akşamı İstanbul’a çektiği telgrafta, maddeler üzerinde değişiklik yapmanın İtilaf Devletleri arasında yeni müzakereler gerektireceği için mümkün görünmediğini söyleyerek anlaşmayı ya tamamen kabul etmek ya da büsbütün reddetmek için izin istedi.
BU TELGRAFA 29 EKİM 1918’TE CEVAP GELDİ. VAHDETTİN, KOŞULLAR NE DENLİ AĞIR OLURSA OLSUN ANLAŞMANIN İMZALANMASINI İSTİYORDU. ONA GÖRE ÖNEMLİ OLAN İNGİLİZ DOSTLUĞUNUN ELDE EDİLMESİYDİ. AĞIR HÜKÜMLER, DAHA SONRA İNGİLİZ DOSTLUĞU SAYESİNDE HAFİFLETİLEBİLİRDİ.
Osmanlı heyeti, 30 Ekim 1918 gecesi saat 22.00’de değişiklik olarak bile nitelendirilmeyecek birkaç küçük düzeltmeyle taslak metni olduğu gibi imzaladı.
Antlaşma taslağının yalnızca ilk dört maddesinin kabul edilmesini yeterli gören İngiliz Hükûmeti, Osmanlı heyetinin taslağı olduğu gibi kabul etmesini hoşnutluktan ziyade şaşkınlıkla karşıladı. Hükûmet üyeleri bu sonucu Osmanlı Devleti hakkında alaycı ifadeler kullanarak değerlendirdi.
Mütareke şartlarının nispeten hafif olduğu hakkında hükûmetçe yapılan telkin ve göz boyama faaliyetleri de memlekette bir ferahlık yaratmıştı. MİLLETİN O SIRADA MUHTAÇ OLDUĞU TEK ŞEYİN ASAYİŞ VE BARIŞ OLDUĞU, BUNUN DA EL BİRLİĞİYLE GERÇEKLEŞTİRİLEBİLECEĞİ HÜKÜMETE YAKIN BASIN TARAFINDAN AÇIKLANIYOR VE HALKTA OLUMLU YANKILAR BIRAKIYORDU.
Elbette bu iyimser hava uzun sürmedi, İtilaf donanmaları 13 Kasım 1918’de İstanbul’a gelmesiyle Türk halkı da mütarekenin gerçek ve acı yüzüyle karşılaşmıştı.
İstanbul, tek bir kurşun atmadan işte böyle işgal edilmişti.