BİR DİRENİŞ PROJESİ: GAP
-5-Yeniçağ
18 Temmuz 2008
Son varlığımız akarsularımızın da satılması
BOP denkleminin ikinci aşaması
Tapu ve Kadastro Eski Genel Müdür Yardımcısı Orhan Özkaya: Devletin son kalan varlığı olan suların da satılması, halkı yanıltmanın ve yapılan tasfiyenin doğruluğuna halk desteği alma girişimi, Türk Devletini bitirmenin suç ortaklığına destek aramanın bir göstergesidir.
Fırat ve Dicle nehirlerimiz, bereketli suları nedeniyle büyük bir öneme sahiptir. Türkiye topraklarını suya doyuracak bu iki nehrin önemi, 21. Yüzyıl başlarında pek çok stratejist tarafından öngörülen küresel su savaşları senaryosu nedeniyle daha da arttı.
Özelleştirme adına!..
Fırat ve Diclenin kullanımı ve Türk ekonomisine kazandırılması yönünde ortaya atılan projeler, siyasi iktidarlar tarafından ne yazık ki değerlendirilemedi. Bu konuda en fazla eleştiri alan iktidar partisi ise, iş başına geldiği tarihten bu yana özelleştirme adı altında Türkiyenin tüm milli değerlerini satışa çıkaran AKP hükümeti oldu. Hükümetin, köprüler, otobanlar, SSK binaları, hastaneler, elektrik hizmetleri, santraller ve barajlardan sonra akarsuların satışını da gündeme getirmeye hazırlanması, Türkiyenin kaderini değiştirecek bu iki kaynağın çokuluslu şirketlere ve dolayısıyla küresel güçlere teslimi anlamına geliyordu.
Emperyalist tuzak
Tapu ve Kadastro Eski Genel Müdür Yardımcısı Orhan Özkaya, Menderes hükümeti döneminde kurulan DSİ Genel Müdürlüğünün özelleştirme kapsamına dahil edilmesinin, bu sürece işaret eden en somut adım olduğunu ileri sürerken, Türkiyenin yaşadığı bu gelişmeleri BOP denkleminin ikinci aşaması olarak nitelendiriyor.
Bu tür konuların öne çıkartılmasının, hazırlanan emperyalist tuzakların boyutunu göstermesi açısından son derece önemli olduğunu dile getiren Özkaya, BOP denkleminin ikinci aşamasında Türkiyenin rolünü şu şekilde değerlendiriyor:
Suç ortaklığı
Aslında özelleştirmelerle girilen bataklıkta, ABDnin BOP uygulamasına geçişin izleri görülüyor. Devletin son kalan varlığı olan suların da satılması, halkı yanıltmanın ve yapılan tasfiyenin doğruluğuna halk desteği alma girişimi, Türk Devletini bitirmenin suç ortaklığına destek aramanın bir göstergesidir. İşte tam bu dönemde EWRA ile sınır ötesi sularımızın yeniden gündeme gelişi örtüşmekte, yabancı sözde su uzmanları toplantılara, sempozyumlara devam etmektedirler. Dünyayı su sıkıntısından kurtarmanın sorumluluğunu yerel hükümetlere bırakmamanın çözümlerini araştırmakta, bu konuda anlaşmalar yapmaktadırlar. Bu çalışmalara, suların özelleştirilmesi projesiyle kontrolü kendi alanlarına kaydırmayı ve EWRAyı devreye sokmayı planlamaktadırlar. Dolayısıyla ABD ve AB ortaklığı, BOP projesini uygulamaya sokmuş olacak ve Dicle, Fırat ve Nil ile Ortadoğu su havzasını ele geçirecektir.
ABnin masum(!) projesi: EWRA
Birleşmiş Milletler UNESCO destekli ve kısa adı EWRA (European Water Resources Association Avrupa Su Kaynakları Birliği) olan AB Su Kaynakları Komisyonunun en son sempozyumu 14-16 Haziran 2007 tarihlerinde Yunanistanın Chania kentinde yapıldı. Dünyadaki mevcut su kaynaklarının uluslararası konumunun değerlendirildiği sempozyumun içeriğinden çok, toplantıyı organize eden EWRAnın yapılanması dikkat çekiciydi. Başkanlığını George Tsakirisin yaptığı EWRAnın merkezi Atinadadır.
Dünya su kaynaklarının AB şemsiyesi altında bir merkezden yönetilmesi amacıyla kurulan EWRA 42 Avrupa ülkesi tarafından yasal kabul edilmiştir.
EWRAyı ve hedeflerini mercek altına alan ve bu organizasyonun Türkiye ayağıyla yakından ilgilenen Orhan Özkaya, kuruluşun düzenlediği tüm toplantı ve sempozyumların ortak amacının, dünyadaki bütün sınır aşan suların yönetimini AB himayesine almak olduğunu kaydediyor.
BOPun altından Büyük İsrail çıkıyor!
Türkiyede kamu varlıklarının satışına toplumun alıştırıldığını hatırlatan Orhan Özkaya, bütün bu çabaların, Türk milletini, en değerli su kaynaklarının satılmasına alıştırmak amacıyla sürdürüldüğünü iddia ediyor. EWRAnın ve dolayısıyla ABnin, Kızılırmak, Çoruh, Aras, Manavgat, GAP ve barajlarımıza Uluslararası Su Yasaları ile müdahale etmeyi amaçladığını, AB Uyum Yasaları çerçevesinde de bunun altyapısının hazırlandığını belirten Özkaya, geleceğin enerji kaynağı olarak petrolün yerini alması beklenen suyun ve dolayısıyla Fırat ile Diclenin, bundan böyle ABden alınacak talimatlarla kullanılmasının gündeme geleceğini vurguluyor ve şöyle devam ediyor:
Bu sürece göre, kıt su kaynaklarını ülkeler kendi başlarına, bağımsızca kullanamayacaklar. EWRA, işte bu kontrol organizasyonunu yapmak için ortaya çıkmış bir AB kuruluşudur. Yani bir anlamda, suda OPEC oluşturulmuştur. Su fiyatları bundan böyle EWRA tarafından belirlenecektir.
OPEC-EWRA el ele
Bunun muhatabı da yerel yönetimler olacaktır. Bir anlamda yerel yönetimler merkezi yönetimlerden ayrı dış borç batağına sürükleneceklerdir. Yerel Yönetimler Yasasının çıkması bu nedenle istenmektedir. Türkiye, BOP ekseninin su yoluna sürülmektedir. Sınır ötesi sularla ilgili düzenlemeler, komşu ülkeler İran, Irak ve Suriye üzerinde uluslararası yaptırımlara açık hale getirilecektir. Bu toplantılar, bu tür organizasyonların temellerinin sessiz sedasız atıldığı toplantılar olarak tarihteki yerini alacaktır. Petrol üreten ülkeler örgütü OPEC, aslında Ortadoğudaki çokuluslu şirketlerin, petrolde dünya üzerinde kurdukları hegemonyanın bir uzantısı olduğuna göre, EWRA da sudaki OPEC olarak açıklanmaktadır. Gelecek günlerde ülkemizde barajların özelleştirilmesi, su kaynaklarının devlet kontrolünden ulus ötesi şirket kontrolüne geçmesi yakın bir olasılık olarak görülmeli. Bütün bunlar BOP adı altında Büyük İsrail Devletinin yaratılması demektir. Diğer emperyalist bileşenler, geleceğin enerji kaynağı olacak suyun, kendi sömürü düzenleri için disipline edilmesine yarayan örgütü gerçekleştirmişlerdir.
Yoksullara ölüm
Böylece gelecekte kapitalist sömürü, su üzerinden sürecek ve ömrünü uzatmanın yollarını arayacaktır. Suyu da yoksul halkların özgür kullanımından alarak, kendi oyun kurallarına bağlayacaklar. Suda çok acımasız bir sömürü düzeni savaşlarla desteklenerek başlamak üzeredir.
Bu imzanın bedeli arasında Dicle ve Fırat da bulunuyor
Tapu ve Kadastro Eski Genel Müdür Yardımcısı Orhan Özkaya, 2-4 Eylül 2004 tarihlerinde İzmirde yapılan Water Resources Management: Risk and Challenges fort he 21st Century (Su Kaynakları Yönetimi: 21. Yüzyıl için risk ve problemler) konulu sempozyuma atıfta bulunarak şu bilgileri veriyor:
Halktan saklananlar
Sempozyumda çizilen ana tema, Türkiyede su kaynaklarına ilişkin her türlü problemi değerlendirmek ve 21. Yüzyıl için temel su hedefleriyle Türkiyede neler yapılabileceğini ortaya koymaktı. Sempozyum baştan sona kadar İngilizce gerçekleştirilmiş, Türkçe açıklama veya tercüme yapılmamıştı. Sempozyumda konuşan EWRA Prof. Dr. G. Tsakiris, 21. Yüzyıl su kaynaklarının iyi yönetilememesi nedeniyle su krizi yaşandığını söyleyerek, bu nedenle EWRA şemsiyesi altında dünya su kaynaklarının geliştirilmesi gerektiğini vurguladı.
Tsakirisin 21. Yüzyılda suya ilişkin problemlerin ortak çözümlerle aşılabileceğini açıklayan konuşmasının ardından 11 maddelik bir ilkeler sistemi belirlendi. Sağlıklı yaşam hakkı, temiz sanayi, suyun paylaşımı, akılcı yönetimi, artan nüfusa ilişkin gıda ihtiyaçlarının karşılanması gibi ilkeler sıralandıktan sonra, suyun insanlığın çok yönlü hizmetinde olduğu anlatıldı. Böylece, sempozyumların ne kadar masum bir görüntü taşıdığı ortaya çıkartılmak istendi. Oysa suyun yönetiminin halkların elinden alınacağının ipuçları aynı sempozyumda verilmişti. Suyun artık uluslararası şirketlerin elinde sermaye amaçlı kullanımına geçiş ifadesi, sıralanan ilkelerin arasında saklı duruyordu.
Uymayana ceza
Halkın, suyu bir belediye hizmeti olarak değil, ABD ve AB kontrolünde çok uluslu şirketlerin kapitalist sermaye ürünü olarak algılaması dönemi başlıyordu. Bu, uluslararası ortak çıkarların, ülkelerin yerel çıkarlarının üstünde olduğunu ortaya koyuyordu. Bu nedenle müdahalenin yasal düzenlemesi Uluslararası Su Yasaları ile disiplin altına alındı, buna uymayan ülkeler her türlü ceza yaptırımıyla karşı karşıya kalacaktı.
AB boş durmuyor
Bu sempozyumların Türkiyede düzenlenmesi aslında bir mutlu rastlantı değildi. Türkiyenin AB ile sürdürdüğü müzakere kapsamında, sınır aşan sular konusu sürekli gündeme gelmekteydi. Örneğin 2003 tarihli Türkiye Katılım Ortaklığı Belgesinde sular konusuna değiniliyor ve Türkiyenin suları AB Çerçeve Su Yönergesi kapsamında ele alınmak üzere kısa bir süre için erteleniyordu. Bu yönergenin, ABnin su kaynakları ve havzalarının yönetimi ile ilgili maddesinde ise AB sınırları dışına taşan havzalar ile topluluk ülkelerinin toprakları içinde kalan havzalara ayrı ayrı tanımlar yükleniyordu. Buna göre, Türkiyenin AB üyesi olması halinde Meriç nehri havzası bütünüyle AB sınırı içinde kalacak, Fırat-Dicle, Asi, Çoruh ve Kura havzalarının bir bölümü ise AB sınırlarını aşan havzalar olarak tanımlanacaktı.
AB Komisyonunun 6 Ekim 2004 tarihli Etki Değerlendirme Raporunda da, Ortadoğudaki suyun, önümüzdeki yıllarda giderek artan biçimde stratejik bir konu haline geleceği belirtilerek şöyle deniyordu: Türkiyenin ABye katılımı ile beraber su kaynakları ve altyapılarına ilişkin uluslararası yönetimin AB için önemli bir mesele haline gelmesi beklenebilir.
-devam edecek-
Bölüm 1
Bölüm 2
Bölüm 3
Bölüm 4
Bölüm 6
Bölüm 7 - SON-