Bir Direniş Projesi: GAP -5-

Tartışma Alanı

Bir Direniş Projesi: GAP -5-

İletigönderen tuba » Cmt Tem 26, 2008 21:54

BİR DİRENİŞ PROJESİ: GAP
-5-Yeniçağ
18 Temmuz 2008

Son varlığımız akarsularımızın da satılması
BOP denkleminin ikinci aşaması

Tapu ve Kadastro Eski Genel Müdür Yardımcısı Orhan Özkaya: Devletin son kalan varlığı olan suların da satılması, halkı yanıltmanın ve yapılan tasfiyenin doğruluğuna halk desteği alma girişimi, Türk Devleti’ni bitirmenin suç ortaklığına destek aramanın bir göstergesidir.

Fırat ve Dicle nehirlerimiz, bereketli suları nedeniyle büyük bir öneme sahiptir. Türkiye topraklarını suya doyuracak bu iki nehrin önemi, 21. Yüzyıl başlarında pek çok stratejist tarafından öngörülen “küresel su savaşları” senaryosu nedeniyle daha da arttı.

Özelleştirme adına!..
Fırat ve Dicle’nin kullanımı ve Türk ekonomisine kazandırılması yönünde ortaya atılan projeler, siyasi iktidarlar tarafından ne yazık ki değerlendirilemedi. Bu konuda en fazla eleştiri alan iktidar partisi ise, iş başına geldiği tarihten bu yana özelleştirme adı altında Türkiye’nin tüm milli değerlerini satışa çıkaran AKP hükümeti oldu. Hükümetin, köprüler, otobanlar, SSK binaları, hastaneler, elektrik hizmetleri, santraller ve barajlardan sonra akarsuların satışını da gündeme getirmeye hazırlanması, Türkiye’nin kaderini değiştirecek bu iki kaynağın çokuluslu şirketlere ve dolayısıyla küresel güçlere teslimi anlamına geliyordu.

Emperyalist tuzak…
Tapu ve Kadastro Eski Genel Müdür Yardımcısı Orhan Özkaya, Menderes hükümeti döneminde kurulan DSİ Genel Müdürlüğü’nün özelleştirme kapsamına dahil edilmesinin, bu sürece işaret eden en somut adım olduğunu ileri sürerken, Türkiye’nin yaşadığı bu gelişmeleri “BOP denkleminin ikinci aşaması” olarak nitelendiriyor.

Bu tür konuların öne çıkartılmasının, hazırlanan emperyalist tuzakların boyutunu göstermesi açısından son derece önemli olduğunu dile getiren Özkaya, BOP denkleminin ikinci aşamasında Türkiye’nin rolünü şu şekilde değerlendiriyor:

Suç ortaklığı…
“Aslında özelleştirmelerle girilen bataklıkta, ABD’nin BOP uygulamasına geçişin izleri görülüyor. Devletin son kalan varlığı olan suların da satılması, halkı yanıltmanın ve yapılan tasfiyenin doğruluğuna halk desteği alma girişimi, Türk Devleti’ni bitirmenin suç ortaklığına destek aramanın bir göstergesidir. İşte tam bu dönemde EWRA ile sınır ötesi sularımızın yeniden gündeme gelişi örtüşmekte, yabancı sözde su uzmanları toplantılara, sempozyumlara devam etmektedirler. Dünyayı su sıkıntısından kurtarmanın sorumluluğunu yerel hükümetlere bırakmamanın çözümlerini araştırmakta, bu konuda anlaşmalar yapmaktadırlar. Bu çalışmalara, suların özelleştirilmesi projesiyle kontrolü kendi alanlarına kaydırmayı ve EWRA’yı devreye sokmayı planlamaktadırlar. Dolayısıyla ABD ve AB ortaklığı, BOP projesini uygulamaya sokmuş olacak ve Dicle, Fırat ve Nil ile Ortadoğu su havzasını ele geçirecektir.”

AB’nin masum(!) projesi: EWRA

Birleşmiş Milletler UNESCO destekli ve kısa adı EWRA (European Water Resources Association – Avrupa Su Kaynakları Birliği) olan “AB Su Kaynakları Komisyonu”nun en son sempozyumu 14-16 Haziran 2007 tarihlerinde Yunanistan’ın Chania kentinde yapıldı. Dünyadaki mevcut su kaynaklarının uluslararası konumunun değerlendirildiği sempozyumun içeriğinden çok, toplantıyı organize eden EWRA’nın yapılanması dikkat çekiciydi. Başkanlığını George Tsakiris’in yaptığı EWRA’nın merkezi Atina’dadır.

Dünya su kaynaklarının AB şemsiyesi altında bir merkezden yönetilmesi amacıyla kurulan EWRA 42 Avrupa ülkesi tarafından yasal kabul edilmiştir.

EWRA’yı ve hedeflerini mercek altına alan ve bu organizasyonun Türkiye ayağıyla yakından ilgilenen Orhan Özkaya, kuruluşun düzenlediği tüm toplantı ve sempozyumların ortak amacının, dünyadaki bütün sınır aşan suların yönetimini AB himayesine almak olduğunu kaydediyor.

BOP’un altından Büyük İsrail çıkıyor!

Türkiye’de kamu varlıklarının satışına toplumun alıştırıldığını hatırlatan Orhan Özkaya, bütün bu çabaların, Türk milletini, en değerli su kaynaklarının satılmasına alıştırmak amacıyla sürdürüldüğünü iddia ediyor. EWRA’nın ve dolayısıyla AB’nin, Kızılırmak, Çoruh, Aras, Manavgat, GAP ve barajlarımıza ‘Uluslararası Su Yasaları’ ile müdahale etmeyi amaçladığını, AB Uyum Yasaları çerçevesinde de bunun altyapısının hazırlandığını belirten Özkaya, geleceğin enerji kaynağı olarak petrolün yerini alması beklenen suyun ve dolayısıyla Fırat ile Dicle’nin, bundan böyle AB’den alınacak talimatlarla kullanılmasının gündeme geleceğini vurguluyor ve şöyle devam ediyor:

“Bu sürece göre, kıt su kaynaklarını ülkeler kendi başlarına, bağımsızca kullanamayacaklar. EWRA, işte bu kontrol organizasyonunu yapmak için ortaya çıkmış bir AB kuruluşudur. Yani bir anlamda, suda OPEC oluşturulmuştur. Su fiyatları bundan böyle EWRA tarafından belirlenecektir.”

OPEC-EWRA el ele…
“Bunun muhatabı da yerel yönetimler olacaktır. Bir anlamda yerel yönetimler merkezi yönetimlerden ayrı dış borç batağına sürükleneceklerdir. Yerel Yönetimler Yasası’nın çıkması bu nedenle istenmektedir. Türkiye, BOP ekseninin su yoluna sürülmektedir. Sınır ötesi sularla ilgili düzenlemeler, komşu ülkeler İran, Irak ve Suriye üzerinde uluslararası yaptırımlara açık hale getirilecektir. Bu toplantılar, bu tür organizasyonların temellerinin sessiz sedasız atıldığı toplantılar olarak tarihteki yerini alacaktır. Petrol üreten ülkeler örgütü OPEC, aslında Ortadoğu’daki çokuluslu şirketlerin, petrolde dünya üzerinde kurdukları hegemonyanın bir uzantısı olduğuna göre, EWRA da sudaki OPEC olarak açıklanmaktadır. Gelecek günlerde ülkemizde barajların özelleştirilmesi, su kaynaklarının devlet kontrolünden ulus ötesi şirket kontrolüne geçmesi yakın bir olasılık olarak görülmeli. Bütün bunlar BOP adı altında Büyük İsrail Devleti’nin yaratılması demektir. Diğer emperyalist bileşenler, geleceğin enerji kaynağı olacak suyun, kendi sömürü düzenleri için disipline edilmesine yarayan örgütü gerçekleştirmişlerdir.”

Yoksullara ölüm…
“Böylece gelecekte kapitalist sömürü, su üzerinden sürecek ve ömrünü uzatmanın yollarını arayacaktır. Suyu da yoksul halkların özgür kullanımından alarak, kendi oyun kurallarına bağlayacaklar. Suda çok acımasız bir sömürü düzeni savaşlarla desteklenerek başlamak üzeredir.”

Bu imzanın bedeli arasında Dicle ve Fırat da bulunuyor

Tapu ve Kadastro Eski Genel Müdür Yardımcısı Orhan Özkaya, 2-4 Eylül 2004 tarihlerinde İzmir’de yapılan “Water Resources Management: Risk and Challenges fort he 21st Century (Su Kaynakları Yönetimi: 21. Yüzyıl için risk ve problemler) konulu sempozyuma atıfta bulunarak şu bilgileri veriyor:

Halktan saklananlar…
“Sempozyumda çizilen ana tema, Türkiye’de su kaynaklarına ilişkin her türlü problemi değerlendirmek ve 21. Yüzyıl için temel su hedefleriyle Türkiye’de neler yapılabileceğini ortaya koymaktı. Sempozyum baştan sona kadar İngilizce gerçekleştirilmiş, Türkçe açıklama veya tercüme yapılmamıştı. Sempozyumda konuşan EWRA Prof. Dr. G. Tsakiris, 21. Yüzyıl su kaynaklarının iyi yönetilememesi nedeniyle su krizi yaşandığını söyleyerek, bu nedenle EWRA şemsiyesi altında dünya su kaynaklarının geliştirilmesi gerektiğini vurguladı.

Tsakiris’in 21. Yüzyılda suya ilişkin problemlerin ortak çözümlerle aşılabileceğini açıklayan konuşmasının ardından 11 maddelik bir ilkeler sistemi belirlendi. Sağlıklı yaşam hakkı, temiz sanayi, suyun paylaşımı, akılcı yönetimi, artan nüfusa ilişkin gıda ihtiyaçlarının karşılanması gibi ilkeler sıralandıktan sonra, suyun insanlığın çok yönlü hizmetinde olduğu anlatıldı. Böylece, sempozyumların ne kadar masum bir görüntü taşıdığı ortaya çıkartılmak istendi. Oysa suyun yönetiminin halkların elinden alınacağının ipuçları aynı sempozyumda verilmişti. Suyun artık uluslararası şirketlerin elinde sermaye amaçlı kullanımına geçiş ifadesi, sıralanan ilkelerin arasında saklı duruyordu.

Uymayana ceza…
Halkın, suyu bir belediye hizmeti olarak değil, ABD ve AB kontrolünde çok uluslu şirketlerin kapitalist sermaye ürünü olarak algılaması dönemi başlıyordu. Bu, uluslararası ortak çıkarların, ülkelerin yerel çıkarlarının üstünde olduğunu ortaya koyuyordu. Bu nedenle müdahalenin yasal düzenlemesi “Uluslararası Su Yasaları” ile disiplin altına alındı, buna uymayan ülkeler her türlü ceza yaptırımıyla karşı karşıya kalacaktı.


AB boş durmuyor

Bu sempozyumların Türkiye’de düzenlenmesi aslında bir mutlu rastlantı değildi. Türkiye’nin AB ile sürdürdüğü müzakere kapsamında, sınır aşan sular konusu sürekli gündeme gelmekteydi. Örneğin 2003 tarihli Türkiye Katılım Ortaklığı Belgesi’nde sular konusuna değiniliyor ve Türkiye’nin “suları” AB Çerçeve Su Yönergesi kapsamında ele alınmak üzere kısa bir süre için erteleniyordu. Bu yönergenin, AB’nin su kaynakları ve havzalarının yönetimi ile ilgili maddesinde ise AB sınırları dışına taşan havzalar ile topluluk ülkelerinin toprakları içinde kalan havzalara ayrı ayrı tanımlar yükleniyordu. Buna göre, Türkiye’nin AB üyesi olması halinde Meriç nehri havzası bütünüyle AB sınırı içinde kalacak, Fırat-Dicle, Asi, Çoruh ve Kura havzalarının bir bölümü ise “AB sınırlarını aşan havzalar” olarak tanımlanacaktı.

AB Komisyonu’nun 6 Ekim 2004 tarihli Etki Değerlendirme Raporu’nda da, Ortadoğu’daki suyun, önümüzdeki yıllarda giderek artan biçimde stratejik bir konu haline geleceği belirtilerek şöyle deniyordu: “Türkiye’nin AB’ye katılımı ile beraber su kaynakları ve altyapılarına ilişkin uluslararası yönetimin AB için önemli bir mesele haline gelmesi beklenebilir.”

-devam edecek-

Bölüm 1

Bölüm 2

Bölüm 3

Bölüm 4

Bölüm 6

Bölüm 7 - SON-
Kullanıcı küçük betizi
tuba
Üye
Üye
 
İletiler: 1113
Kayıt: Cmt Ara 29, 2007 21:09
Konum: Güneşin doğduğu yerden...

Şu dizine dön: Devlet ve Siyaset

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 7 konuk

x