Bir Filmin Anatomisi:
Gaflet mi? Delâlet mi? İhanet mi?
Arka Sokaklar( 16 Şubat, KanalD)
Terörist, bilgisayar sisteminden, tehdit ettiği Albay’a bağırıyor:
“Kıs lan sesini!
Anasını ağlattın milletin!
Biraz da sen ağla!”
Sonra büyük ağasına anlatıyor son durumu. Karşılıklı konuşuyorlar:
“Albay hiç şaşırtmadı ha?"
"Öyle korkmuş ki öl desek ölecek!.. Ağam...”
Albay şaşırtmamış. Yani askerlerimiz ihanete meyilli. Aksini yapsa şaşırtacak. Satır aralarındaki vermek istedikleri algıyı bir inceleyin...
Bunlar bir polisiye dizi filmden aldığım konuşmalar.
Konu kısaca şöyle: Bir Albay, kızını rehin aldık diyen teröriste,teröristin tehditiyle istenilen itirafçıların adreslerini veriyor.
Polis olaya el koyunca aralarında şöyle konuşuyorlar Albay hakkında:
“Jandarma Albay Erdoğan Öztürk!"
"Jandarma mı?"
“Kolay lokma değilmiş. Tabii direnmiş.”
Albay’ın adına dikkatinizi çekerim: “Öztürk!”
Öyle sıradan bir Albay portresi çizilmiyor burada unutmayın. Arkadaşlarına ihanet eden, görev başındaki arkadaşlarının bilgisayarından veri kaçırarak ihbarcılık yapan, teröristin tehditine boyun eğen ve de polise yalan söyleyen!
Terörist onu yumruklayıp sokakta yere kanlar içinde düşürünceye kadar dövünce de, polislere ,”Yok bir şey, bir gaspçı saldırdı bana!”diyen bir Albay!
Kurguya bakın kurguya!
Teröriste söylettikleri lâflara bakın!
Polisler karşısındaki durumuna, hâline bakın “bu kurgudaki” emekli subayımızın...
Sonra film sürüyor. Başı bereli, kirli sakallı, deyimimi hoş görün serseri kılıklı bir polis memuru, - polisimiz böyle giyinemez ve böyle olamaz ama burada oluyor, Amerika ile Türkiye karıştırılıyor sanki - başlıyor hüzünle anlatmaya. Albay’ı tanıyor. O komutanıymış bir zamanlar Doğu’da, dağlarda askerlik yaparken:
“Bingöl Genç’te irtikale çıkmıştık sizinle...”
Bunları dinleyen, oraya yeni gelen bir polis şöyle diyor:
“İyi görevler!... Adam bir tuhaf. Doğu’da görev falan... kafayı yiyip gelmesin!”
Bu sözü de başı bereli polis söylüyor cevap olarak:
“Kırın şu ön yargılarınızı kırın!”
Bu sözler de kadın polislerin aralarındaki muhabbetten. Aslında kadın polisler de aşağılanıyor çaktırmadan...
“Bilgi işlemde( bir kadın ismi söylüyorlar) ... acayip fal bakıyormuş. Gidelim... Ha'di bay bay!”
Devrede yine terörist. Telefonda:
“Günaydın asker! Ha bu arada haberleri takip et kaçırma!”
Şimdi de olaya “Terörle mücadele” karışıyor:
“Tarık Güçlü eski bir itirafçı!"
"İtirafçıların adresleri gizli tutulmuyor mu?"
"İçerden gizli bilgi sızdırılmadıysa..."
"Bize sığınanları koruyamazsak kötü... Hem de örgüte karşı...”
Bu sözler de polis çocuklarının aralarındaki konuşmalarından. Dil bozulmasına bakın! Nasıl bir dil ve eğitim anlayışı örnek veriliyor? Yazık değil mi polislerimize? Çocuklarını niye böyle gösteriyorlar?
“Hayvan gibi ders çalışmaya başladım zaten."
"Oha ne güzel çiziyo lan!”
Bu arada teröristler aralarında konuşuyorlar:
“İlki tamam. İkincisi ne zaman? Ne yapaca’z Albay’ı, bir karara bağlayalım.”
Karakoldaki konuşmalar da şöyle:
"İtirafçının, Tarık Güçlü önceki ismi... Sağlam bir sızıntı var. Örgüt yoklamış olsa bakanlık harekete geçerdi...”
İşte tam burada bomba patlatılıyor. Jandarma kurumu hedefte! Adıyla sanıyla bu en önemli kurumumuz dilde. Polisler konuşmaya devam ediyorlar:
“Genel Kurmay'dan ayrıntılı bilgi aldık. Emekli Jandarma Albay, görevli bir arkadaşının ismiyle sisteme girmiş...
Murat, Hüsnü, Melek, Albay’ı almak için birlikte çıkıyoruz.”
Teröristler de ise muhabbete devam... En kral yerler lâfıyla da kıytırık Avrupa ülkeleri övülüyor...
“Sen örgütle konuş. Hoş tutsunlar bizi. Belçika mı olur, ... olur, en kral yerlere gideceğiz şu iş bitsin!”
Yine Albay’a dönüyor konu. Evinde beylik tabancasını başına dayamış Albay:
Ne yaptım ben Allahım! Ne yaptım ben?
Kimlerin eline düştük böyle?”
Polisler çat kapıda, emrediyorlar:
“Bırak silahı Albay!
Ne yaptığını biliyoruz bizle geleceksin!"
Bizimkisi ağlamalı, aciz bir sesle:
“Zorladılar! Böyle olmasını istemedim.”
Bir bina gösteriliyor aynı anda. Üzerindeki yazı açık ve net okunuyor:
“İstanbul Emniyeti”
Polisler konuşuyor içerde:
“Bütün itirafçılar korku içinde."
"Nasıl olmasınlar ki?”
Biri sesleniyor arkadaşlarına:
“İnelim mi aşağı?”
Aşağıda kim mi var? Kim olacak, Albay! Sorguda anlatıyor:
“İnternetten buldular beni.”
Polis açıklıyor:
“Kızınız dahi örgütün içinde...”
İşte buraya dikkat edin şimdi.
Emekli Albay, sadece bir üstüne komutanım diyen bir "Kahraman Türk Subayı" kurgu da olsa, film de olsa nasıl konuşturuluyor? Albay polise cevap veriyor. Hem cevap veriyor, hem de suçunu bilerek isteyerek yaptığını itiraf ediyor. Yaltaklanıyor son cümlesiyle de:
“Lafınızı bilin amirim!
Sen olsan ne yaparsın amirim!
Ne isterlerse yapmaz mısın?”
Amirin sesi sert:
“Sadece sorulara cevap verin!
Kimlerin adını verdin?”
Sorgulanan Albay devam ediyor:
“Cafer Tarık...”
Polis:
“Onları hallettiler! Başka?”
Burada hamile bir kadın ve yanında bir adam.
Kadın hamileliği öne çıkartılarak seyircinin gözünde azizeleştiriliyor. Yanındaki adam da sanırsınız yurtsever bir vatandaş. Terörislikten itirafçılık yaparak ayrılmamışlar sanki. Bir zamanlar kaç can aldıkları, hangi eylemlerde bulundukları belli olmayan, eski suçlu bu kişiler mağdur. Tamam itirafcı olmuş, yasayla sıyırmışlar ceza almaktan da burayı neden kapalı tutuyorsunuz değil mi? Devletin koruması altındalarsa sadece itirafçılar mı devletin koruması altındalar? Şerefli subaylarımızın onurları nerede? Kurgaladığınız konuda onlar şerefsiz. Onlara her türlü muamele yapılıyor. Devletin korumasındaki masumları bile ihbar ediyorlar öyle mi?
Bu konular, tehlikeli konular beyler hanımlar, filmciler!
Bu işler ben yaptım olduyla olmaz!
Böyle itirafçılık gibi özel konular, ülke güvenliğini ilgilendiren konular ulu orta kaşınmaz! Şerefli Türk askeri kurguyla da olsa aşağılanamaz!
Bazı konular malzeme yapılamaz!
Konu kıtlığı çekiyorsanız o başka ama bu ülke bu kadar mı sahipsiz?
Burada ,işin insani yönü tamam da... Türk askerinin insani yönü nerede? Onu neden korumuyorsunuz bu senaryoda? İzleyen ne anlayacak? "Bak Albay’a, bak vatan haini, ihbarcı Albay’a?" demeyecekler mi şimdi bunu izleyenler?
İtirafçı çift aralarında konuşuyor:
“İllâki bulacaklar bizi de... Senin için, çocuğum için... yoksa zerrece korkmazdım bu köpeklerden...”
Sonra Albay’ın düşünemediğini yapıyor ve polisten yardım istiyorlar bunlar...
Yine polislere dönelim:
“Eski hükümlü... Albay’ın bilgi hafızasından aynı anlattığı gibi görüntüler bulduk..."
"E... süper!... "Ebru Öztürk..." "Dalga mı geçiyor Albay bizimle?”
Teröristlerin ağası:
“Zeynel n’aptın? Albay’ı almış polis, bana gelin!”
Gelelim son sahnelerine işin. Yine polisler konuşuyor:
“Terörle Mücadelede sicili var. Galiba bulacağız kime çalıştıklarını...”
Bu arada Albay hapiste.
Demir parmaklıklar ardında. Eşi gelmiş, ağlıyor:
Karısı:
“Erdoğan nereden geldi bunlar başımıza?
N’aparsın sen hapislerde?”
Albay:
“Beni boş ver. Ebru kızımız... Onun için dua et...”
Polisler işi çözmekteler:
“Islak bu havlu, şampuan kokuyor. Bu ne ya! Ebru değil mi bu? Albay’ın kızı!"
"Eziyet etme, kaçırma falan yok! Kız babasını kandırmış! Sadece babasını mı?"
Buralarda hep kilise ayin müzikleri, Aaa... diye yankılanan, alçalıp yükselen bir kadın sesiyle :"Ahhhhıııı.... Ahhh...hı...”
Burada müthiş bir silahlı çatışma. Albay’ın kızı terörist sevgilisiyle kaçmaya çalışıyor bunlar olurken gizlendikleri evden.
Ebru Öztürk:
“N’apacaz Devran! Öldürecekler bizi!”
Terörist:
“Çıkış yok buradan... Umudunu kaybetme...”
Polis:
“Teslim ol!”
Ebru: "Ah ah...”
Polis:
“Yürü!...Yürü!... Hepsi iyi mi?"
Bir diğeri:
“Sorun yok! Topladık hepsini!” "Kız Devran’ın sevgilisi usta! Dikkat edin taraf değiştirmiş olabilir!”
Kız:
“Yaklaşmayın! Uzak durun benden!”
Polis:
Demek babanı sattın ha! Hapse girecek senin yüzünden!"
Kız bir silah kapmış, polise silah çekiyor:
“Umurumda değil! Hepinizi vururum...”
Kızı yakalıyorlar:
“ Kaçımızı öldürecektin ha? Götürün şunu gözümün önünden!”
Gelelim yine hapishaneye:
Albay:
“Kızım Ebru!”
Ebru:
“Allah kahretsin! Kes artık baba kes!”
Polis şaşıran babaya açıklama yapıyor:
“Haberler kötü albayım... Ebru örgütle çalışıyor!
Kız hâlâ babasını azarlıyor:
“Sus artık baba yeter!”
Kıza şu söyleniyor:
“Anlat babana ...Öyle korkuttun ki onu... En azından bunu yap!”
Bereli polis, sonra başka bir sahnede itirafçılara dönüyor:
“Rahat rahat evinize gidebilirsiniz..."
Burası filmin en ilginç yanı. Bereli polisle itirafçı aralarında "Kürtçe" konuşuyorlar ve Türkçe burada altı yazı. Konuşma parola gibi:
“Hatırladım...”
"Ben de unuttum...”
Şimdi sıra son sahnede. O çocukları argo konuşan ve çocuklarının bakkaldan içki satın aldığını duyan polis özel bir takiple çocuklarını buluyor.
Ressamın evi. Ressam sarhoş... Kütük gibi sarhoş bir hâlde kapıyı açıyor.
Çocukları içerde. Meğer babalarının resmini yapsın diye ressama içki taşımışlar. Kendileri kola içiyorlarmış...
Ressam Adem Köse ortalarda yalpalayıp duruyor...
Ha, bir de polisler aralarında bir şaka yapıyorlar. Kadın polisler barda. Polis orayı basıp kimlik istiyor.
Amerika ile bir karıştırma var ama nerede diyenler bu sahneye ne dersiniz?
İçkici kadın polis tanıtımına. Kadın polislerin böyle anlatılmasına...Ve de erkek polislerin, sevgilileri olan kadın polisleri devriye arabasına alıp:
E... Uzattınız ama, dolaşalım mı biraz?..” "Hadi bakalım, bana içki ısmarla...”demelerine... Devletin arabasıyla görev saatinde gönül ilişkileri yaşamalarına... Ve bu kurguyu seyirciye, hiç eleştirmeden vermelerine...
Ha sahi, “Radyo Televizyon Denetleme Kurulu” diye bir denetleme kurulumuz var değil mi bizim?
Tam adıyla: "Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK)"
Ne iş yapar o kurum? Bir bileniniz var mı?
Feza Tiryaki, 17 Şubat 2011