10 Ağustos 2010
BİR FİNCAN KAHVENİN 40 YIL HATIRI, KAHVERENGİ OY’UN PEK ÇOK HAYIRI VAR...
İrfan Tuna
12 Eylül faşizminin ülkemizin üzerine bir kâbus gibi çöktüğü günlerde neler olmuştu, kısaca bir anımsayalım.
ABD’nin ’’Bizim oğlanlar’’ dediği faşist cunta; yurtsever aydınlarımızı, gençlerimizi, bilim adamlarımızı, sendikacılarımızı acımasızca işkencelerden geçirmiş, tüm yurtseverlere kan kusturmuştu… Cuntanın hoşuna gitmeyen dergiler yasaklanmış, gazeteler toplatılmış, filmler yakılmıştı… Sol içerikli bilimsel kitaplar ve yayınlar, her akşam televizyon haberlerinde, yapılan operasyonlarda ele geçirildiği ileri sürülen silahlarla, bombalarla, kurşunlarla yan yana dizilip, birer ‘suç aleti’ gibi topluma sunulmuştu… Ele geçirildiği ileri sürülen silahların, bombaların ve kitapların arkasında, işkenceden ve dayaktan geçirilen süklüm püklüm insanlar, daha yargılanmadan suçlu ilan edilmişti…
Siyasal partilerin kapısına 12 Eylül kilidi vurulmuş, yöneticilerine siyaset yasaklanmıştı… Atatürk tarafından kurulan ve kurdurulan Türk Tarih Kurumu, Türk Dil Kurumu, Halkevleri gibi Cumhuriyet’in en temel aydınlanma kurumları hem de ‘Atatürkçülük’ adına kapatılmıştı…
12 Eylül faşizmiyle, bir yandan aydınlanma kurumları kapatılıp, aydınlanma güçlerinin önü kesilirken, diğer yandan ABD emperyalizmine uyumlu dincilerin, tarikatların, cemaatlerin siyasette ve ticarette gelişmelerinin ve güçlenmelerinin yoluna kırmızı halılar serilmişti… Din dersi seçmeli olmaktan çıkarılıp zorunlu ders yapılmıştı… Öyle ki, Fethullah Gülen, 12 Eylül generallerini ’’cennetlik’’ ilan etmiş, Nazlı Ilıcak, darbeden 4 gün sonra 16 Eylül 1980 tarihli Tercüman’daki yazısında, “…12 Eylül’de açıklanan hedeflerle yıllardır bizim yazdıklarımız arasında, geniş bir mutabakat mevcuttur.’’ (1) demişti…
12 Eylül faşist cuntasının şefi Kenan Evren’in, ’’Asmayalım da besleyelim mi’’ ve ’’idamlarda adaleti sağlamak için soldan 2 kişi asmışsak, 2 kişi de sağdan astık’’ sözleri tarihe geçmişti… Bu sözler doğrultusunda, yaşı asılmaya uygun olmayan gencecik fidanların ise yaşları büyütülerek asılmaları sağlanmıştı
***
Bu ülkenin düşünen, sorgulayan, araştıran her insanını potansiyel bir suçlu gibi gören ve toplumu sistemli biçimde örgütsüzleştiren, politikanın dışına iten bu kâbus döneminin bir tek amacı vardı aslında. O amaç da: 24 Ocak Kararları adı verilen ABD patentli neoliberal politikaları ülkemize yerleştirmekti…
Nitekim bu amacı, bu Amerikancı faşizm döneminin şefi Evren de şu sözlerle itiraf etmişti:
’’12 Eylül olmasaydı, 24 Ocak Kararları uygulanamazdı’’
Peki, neydi 24 Ocak Kararları?
24 Ocak Kararları’ndan önce ülkemizde ulusal bir sanayi yaratmaya dönük ’’ithal ikameci’’ bir model uygulanmaktaydı. 24 Ocak Kararları’yla birlikte kısmen de olsa ulusal bir sanayi oluşturmaya dönük bu uygulamaya son verilmiş, ithalatın önündeki tüm sınırlamalar ve engeller kaldırılarak iç pazarlarımız yabancı mallara açılmıştır.
Özelleştirme politikalarıyla, Kamu İktisadi Kuruluşları’nın (KİT) çökertilmesi, haraç mezat elden çıkarılması süreci başlatılmıştır…
Düşük ücret, yüksek faiz politikalarıyla emekçiye yoksulluk dayatılmış, parayla para kazanana, çalışmadan, üretmeden zenginleşmeye kolaylıklar sağlanmıştır… Dahası parayla para kazanan yerli ve yabancı tefecilerin ’’sıcak para’’ sahiplerinin, bu yüksek faiz politikalarının nimetlerinden daha ‘özgürce’ yararlanarak ülkemizin sırtından daha büyük vurgunlar vurmaları için yurtdışından para giriş çıkışları serbest bırakılmış, faiz gelirlerinden vergi alınmamıştır…
Fiyatlar ve döviz kuru serbest bırakılmış, döviz taşımak, alıp satmak özgürleşmiştir. Türk Parasını Koruma Kanunu kaldırılmış, ülkemizde ulusal paramızın egemenliğine son verilmiş, ekonomide Amerikan dolarının egemenliği sağlanmıştır…
Toplam vergiler içinde, kazanandan kazandığı oranda vergi alma politikaları tümüyle terk edilmiş, vergiler içinde dolaysız vergilerin oranı sistemli biçimde azaltılmış, halkın sırtına bindirilen dolaylı vergilerin oranı sistemli biçimde artırılmıştır…
Üstelik bu vergi politikalarıyla devlet, vergi alması gereken kesimlerden vergi almadığı gibi, bu kesimlere hazine bonosu ve tahviller aracılığıyla yüksek faizlerle borçlandırılmış; ülke hem kaynak kaybına uğramış, hem de haksız yere parayla para kazanan yerli ve yabancı tefecilerin ülkemizin ve halkımızın sırtından alabildiğine zenginleşmesi sağlanmıştır…
Kısacası, üretmeyi ve üretime dönük yatırımı öngörmeyen, ulusal bir sanayi oluşturmayı ve planlı bir üretim ekonomisiyle kalkınmayı hedeflemeyen; özelleştirmeci, satıp savmacı, borçlanmacı, dışa bağımlılığa ve yabancı sermayeye tapınan, emek düşmanı, tefeci-vurguncu dostu bir neoliberal modeldir 24 Ocak Kararları. Ve ABD patentli, bu neoliberal politikalar, Amerikancı 12 Eylül zorbalığıyla halkımızın, aydınlarımızın ensesinde boza pişirilerek yerleştirilmiştir ülkemize.
Sevgili İlhan Selçuk, 12 Eylül karanlığının tüm haşmetiyle ülkenin üstüne çöktüğü ve Nazlı Ilıcak’la benzerlerinin, 12 Eylül faşizmine methiyeler dizdikleri o günlerde, 14 Mart 1981 tarihli Cumhuriyet’teki ’’Komplonun Altyapısı’’ başlıklı yazısında şöyle yazmıştı (2) :
’’…Türkiye ‘Küçük Amerika’’ olmaya özendiği günden bu yana ülkemizde çözülmeye, parçalanmaya, bunalıma doğru bir siyasanın ekonomik altyapısını oluşturma çabaları başlamıştır. Sanayi devrimini gerçekleştirememiş bir mazlum ülke kapılarını yabancı ekonomik güçlere açtı mı ve bu yabancı güçlerin paravanası firmaların yumaklaşması hızlandı mı, o toplumda kargaşa kaçınılmazdır.
Az gelişmiş bir ülkenin liberalizme özenme ve dış borçlanmayla kalkınma yöntemleri, temelde öyle bir ekonomi oluşturur ki siyasada faturaları ağırlaşır.
(…)
Ulusal bir ekonomi yaratmadan bayındırlığa ulaşmaya ve bağımsızlığı korumaya olanak yoktur. Dışa bağımlı özel şirketlerle de ulusal ekonomi oluşturulamaz. Bu zayıflıkla birlikte dış borçlanma da büyüdü mü, devlet köşeye sıkışır: o zaman saldırılar kolaylaşır ve yoğunlaşır.’’
İşte onlarca yıldır yaşadığımız ağırlaşan sorunlarımızın kaynağındaki gerçeklerin özeti budur. Aslında çözüm de bu sözlerdedir: Ulusal bir ekonomi yaratmadan, dışa bağımlılıktan kurtulmadan, ülkemizde tefecileri, vurguncuları koruyup kollayan neoliberal politikalara son vermeden, planlı bir üretim ekonomisine geçmeden ülkemizi büyük felaketlere sürüklemekte olan sorunlardan kurtulmamızın olanağı yoktur.
Hiç kuşkusuz, ülkemizi her yönden ABD emperyalizmine daha bağımlı hale getiren neoliberal politikaları, 12 Eylül zorbalığıyla emekçi halkımıza acı reçeteler içirerek, kemer sıktırarak uygulayanlar da, uygulatanlar da, bu politikaların hangi sonuçlara yol açacağını, daha o günden çok iyi bilerek uyguladılar, uygulattılar…
Ama bugün olduğu gibi o gün de, onlar halktan gerçekleri gizlerken; her türlü baskıya ve zorbalığa karşın gerçekleri halka anlatmaya çalışanlar yine yurtsever aydınlar oldu.
***
24 Ocak Kararları, 12 Eylül ve 1982 Anayasası birbirini tamamlayan adımlardı. 24 Ocak Kararları, ülkemizin dışa bağımlılığının ekonomik alt yapısını hazırlarken; 12 Eylül darbesi, 24 Ocak Kararları’nın uygulanmasına uygun politik koşulları, 1982 Anayasası da, 24 Ocak Kararları’nın uygulanabilmesine uygun hukuksal koşulları sağlamıştır.
1982 Anayasa’sının henüz taslak aşamasındayken, 12 Eylül faşizminin ağır baskı koşullarında tartışıldığı günlerde, sevgili Uğur Mumcu, 1 Ağustos 1982 tarihli Cumhuriyet gazetesindeki, ’’24 Ocak Anayasası’’ başlıklı yazısında şunları yazmıştı (3) :
’’24 Ocak Kararları, ekonomik düzeni serbest piyasa ekonomisine dönüştürmek istiyordu. ’’Aldıkaçtı Anayasası’’ ise bu 24 Ocak Kararları’na uygun bir Anayasa düzeni getirmektedir. Bu yüzden Anayasa tasarısını, ’’24 Ocak Anayasası’’ olarak adlandırmak olasıdır.
(…)
Türkçe yanlışları, hukuk yanlışları ve madde yanlışları ile dolu ’’Aldıkaçtı Anayasası’’, siyasal felsefesi ile tam bir ’’İşveren Anayasası’’ görünümündedir. İşveren örgütlerinin önerileri, olduğu gibi Anayasa tasarısına yansımıştır. Tercüman Gazetesi Yönetim Kurulu İkinci Başkanı –yani Kemal Ilıcak vekili- Prof. Dr Orhan Aldıkaçtı ise bu Anayasa kargaşasının en önde gelen simgesidir.
Özal, özel teşebbüsün ekonomik ayağını, Aldıkaçtı ise hukuk ayağını oluşturmaktadır. ’’İktisadi ve hukuki düzen’’ gerek Özal, gerekse Aldıkaçtı’da tam tanımını bulmaktadır.
Basın özgürlüğüne getirilen özgürlükleri yok edici sınırlama, siyasal partiler, dernekler ve sendikalar için öngörülen kısıtlamalar, tam anlamı ile işverenlere açık bir Anayasa’nın oluşturulmak istendiğini ortaya koyuyor.
Toplu uyuşmazlıklarda ‘uyuşmazlığı kesin olarak’ çözeceği belirtilen ‘Yüksek Hakem Kurulu’, altmış günü aşan grevlerde, söz gelişi işverenin başvurusu üzerine uyuşmazlığı çözmüş sayılacaktır. Öngörülen onbeş kişilik ‘Ekonomik ve Sosyal Konsey’de ancak üç kişi ile temsil edilen işçi kuruluşu, üç işveren temsilcisi ile birlikte, Bakanlık temsilcileri ile hükümet doğrultusundaki Merkez Bankası Başkanı ve DPT müsteşarının oluşturacakları çoğunluk karşısında seslerini çıkaramaz duruma düşürüleceklerdir. Sesleri çıksa bile, bu seslerin hiçbir etkisi olmayacaktır.
Bu Anayasa’nın temel doğrultusu ve Anayasa’nın bütününe egemen olan anlayış, grevleri pratikte iyice işlemez hale sokacaktır.
(…)
… ’Aldıkaçtı Anayasa’sının tek eksiği, TÜSİAD ve TİSK’i (Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu) Anayasa’ya yerleştirmeyişidir herhalde.’’
Evet, aydın olmak sorumluluk ister. Aydın insan, çağına tanıklık eden insandır, gerçekleri her durum ve koşulda, baskılardan korkmadan, zorbalıklardan yılmadan halkına anlatmaya çalışan insandır…
Bugün televizyon ekranlarında ‘demokrat’ ve aydın maskesiyle yalan üstüne yalan üretenler, dün de 12 Eylül faşizmine övgüler düzmede birbirleriyle yarıştılar… 24 Ocak Kararları’nın uygulayıcısı Turgut Özal’ın danışmanlığını, yalakalığını, şakşakçılığını yaptılar… Bugün ABD/AKP Anayasası’na ’’Evet’’ denmesi için yırtınan bu medyadaki Coni’ler, dün de emekçi halkın ocağına incir ağacı diken 12 Eylül’ün ve Turgut Özal’ın en yakınındaydılar… Dün de en hızlı Amerikancıydılar, bugün de yine en hızlı Amerikancılar…
12 Eylül darbesini yaptıran, 24 Ocak Kararları’nı ve 1982 Anayasası’nı silah zoruyla ülkemize yerleştiren Amerikan emperyalizmiyle el ele, kol kola, ülkemizi demokratikleştireceklermiş, halkı özgürleştireceklermiş, 12 Eylül’le hesaplaşacaklarmış, hepsi de yalan, hepsi de yalan, hepsi de yalan…
Sakın kanmayın ve inanmayın bunlara…
Ülkemize bencilliği, köşe dönmeciliği, kişisel çıkarlar için her türlü üç kağıtçılığı en büyük erdem olarak yerleştiren, ABD güdümünde ülkemizi parçalanmaya sürükleyen bu talan ve yalan düzenine son vermek için ne uygun bir renktir KAHVErengi...
Çünkü yalansız, dolansız dostça sohbetlerin içeceğidir kahve. Onun için, bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı var denmiştir... Emin olun ki, bir fincan kahvenin nasıl 40 yıl hatırı varsa; ABD ve AKP yalanlarına karşı kullanacağınız her Kahverengi oyun da ülkemiz için çok büyük hayırı olacaktır...
---------------------
1 -Nazlı Ilıcak’ın 12 Eylül’den önce ve sonra yazdığı yazılardan bir bölümünü görmek için aşağıdaki linki tıklayınız.
darbe-tefcisi-ilicak-in-12-eylul-oncesi-yazilarindan-secmele-t24207.html…
2 -İlhan Selçuk-Atatürkçülüğün Alfabesi, Çağdaş Yayınları, İkinci Baskı, Mayıs 1982, s.71, 72, 73
3 -Uğur Mumcu-Terörsüz Özgürlük, Tekin Yayınları, 1. Baskı, Kasım 1982, s. 141, 142 143