Bir Milletin Siyasal Varlığına Yönelik Büyük Tehdit: Dış Borçlanma
Tarih 21 Temmuz 2018… Basında okuduğum bir haber nerelere götürdü beni... Haber şöyle: İzmir'de FETÖ ve casusluk iddiasıyla yargılanan Rahip Andrew Craig Brunson'un tutukluluk haline devam kararı verilmesinin ardından, ABD'de Cumhuriyetçi ve Demokrat Partili 6 senatör, misilleme niteliğinde bir yasa tasarısı sundu. Tasarıyla, "Türk hükümeti ABD vatandaşlarının haksız yere tutuklamaya son verene dek, Türkiye'nin uluslararası mali kuruluşlardan borç almasının kısıtlanması" öneriliyor.
Peki, bu haberin anlamı nedir? Anlamı şu ki, ABD dış borçlanma zafiyetini kullanarak, Türkiye’den siyasal bir ödün koparmaya çalışıyor… Ve kim bilir bu kaçıncıdır!
Dış borçlanma böyledir: Bütün ulusal ekonomi üzerinde, kaynaklar, fiyatlar, ödemeler dengesi, gelir dağılımı, borç yükü, ekonomik gelişme üzerinde çok olumsuz etkileri vardır. Bir önemli etkisi de siyasal niteliktedir. Ekonominiz güçlü değilse, dış kaynağa aşırı ölçüde bağımlı ise, borç veren ülke bu zafiyetinizi kullanarak, sizden birtakım ödünler ister, bu arada siyasi ödünler koparır. Verilen ödünler birikerek zamanla devletin varlığını bile tehdit edebilir.
Çünkü, dış borçlanma karşı tarafın eline verilen bir ekonomik silahtır. Emperyalizm’in, sömürmek istediği ülkelere karşı kullandığı serbest ticaret, özelleştirme, yabancı sermaye, toprak sattırma, ... gibi ekonomik silahlardan biridir. Borç veren ülke; bu yoldan, bir yandan faiz geliri elde ederek finans kapitalini nemalandırırken, bir yandan da borçlu ülkeden türlü ekonomik ve politik ödünler koparır. Bu sonunculara “politik borçlar” denir.
Bakın, Amerikalı eski tetikçi John Perkins ne diyor ünlü kitabında:
Ekonomik tetikçiler hedeflerine ulaşmak için çeşitli araçlar kullanır. Bunların başında, kurban ülkelerin borçlandırılması gelir. Verilen borçlar bir yardım, bir iyilik gibi gösterilir. Kurban ülkeyi olabildiği kadar borca sokmak, sağlanacak başarının temel koşuludur. Ülke o kadar borca batırılmalıdır ki, birkaç yıl içinde, geri ödemeleri yapamaz bir hale gelsin. Eğer bu sağlanabilmişse küresel imparatorluğa bir ülke daha eklenmiş demektir. İşte o gün, “tetikçi ülke”nin günüdür, artık diyetini isteyebilir. İşte birkaç örnek: Ülkenin Birleşmiş Milletler’de vereceği oy, ülkede askerî üs kurulması, petrol imtiyazları ya da stratejik bölgelere ulaşım olanağı, Derin Merkez’in (dolayısıyla ulus ötesi şirketlerin) planlarına destek.
* * *
Bu hain mekanizmanın tarihi eskidir. XIX. Yüzyıl Osmanlı devletinde de bütün tahrip gücüyle işletilmiştir. Gerçekten dış borçlanma, Avrupa hükümetlerinin şeytanca kullandığı diplomatik bir silah niteliğindeydi. Hızlı bir gelişme süreci içinde bulunan Avrupa kapitalizmi; bir yandan da, borçlandırma yoluyla Osmanlı’dan sürekli ekonomik ve siyasal ödünler kopardı. Borçlanmayı, sağladığı faiz gelirinin dışında sözde “reformlar” dayatarak, İmparatorluğun yapısını, kendi planlarına uygun yönde biçimlendirdi. Devlet her borçlandığında Avrupalı emperyalistlere yeni imtiyazlar verdi, sonra daha fazla borçlandı, daha fazla ve yeni ödünler verdi.
Osmanlı Devleti, 1800’lü yılların ilk yarısında mâli bakımdan zor durumdaydı. Batılı güçlerin zorlamasıyla girdiği Kırım Savaşı hazineyi büsbütün sarsmıştı. Bu arada İngiltere ve Fransa Osmanlı’ya dış borç alması konusunda sürekli baskı yapmaktaydı. Baskılar karşısında direnemeyen Osmanlı hükümeti, Kırım Savaşı’yla birlikte ilk kez 1854’te dış borç aldı. Böylece devlet; Batı’nın İngiltere Büyükelçisi Lord Stratford Canning’in eliyle-kurduğu borçlandırma tuzağına düşmüş oldu. Tabii arkasından yeni bir hukuk reformu dayatmasıyla karşı karşıya kaldı. Dış borçlanma artık Avrupa hükümetlerinin elinde bir diplomatik silahtı. Osmanlı’dan birçok ödünü ve imtiyazı borç verme karşılığında kopardılar.
Tarih 1860 sonbaharı… Osmanlı Hükümeti’nin ivedi geri ödemesi gereken dış borç miktarı 900 000 Osmanlı lirasıdır. Başlıca alacaklılar İngiliz ve Fransız bankalarıdır. Hükümet yeniden borçlanma talebinde bulundu. Avrupalı fırsatı kaçırmadı, değişmez oyunu yine sahneye koydu: Osmanlı, kendisine gönderilecek resmî bir misyonu kabul etmeliydi. Eskisinden daha fazla reformlar yapmalıydı.
Mali tutsaklığın, zamanla, İstanbul Borsası, Osmanlı Bankası gibi kurumları da oluşturuldu. Bu kurumlar Avrupa finans sermayesinin, Türkiye’deki kaleleriydi. Bütçe açıklarının yüksek tuttuğu faizler ve borçların anaparaları bunlar sayesinde, güven içinde Avrupa finans kapitaline akıtıldı. Osmanlı Devleti, borç vermeme tehdidinde bulunan Avrupa’nın baskısıyla, emisyon yetkisini de Osmanlı Bankası’na devretti.
Dış borçlanmanın üzerinden yalnızca 21 yıl geçmişti; bu süre içinde tam 16 kez yeni borç alındı. Osmanlı’yı borç ödeyemez duruma getiren olaylar dizisinde, içine zorla itildiği o zamanki “küreselleşme” süreci çok büyük bir rol oynamıştır
Ve 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı... Devlet’in borç yükü dayanılmaz boyutlarda... Üstelik Rusya’ya ağır bir savaş tazminatı ödenecek. Devletin pazarlık gücü kalmamış. Mali durum tam bir keşmekeş içinde. İmparatorluk yine Avrupa finans piyasalarına başvuruyor. Sonuç : Gelsin yeni siyasal ödünler... İngiltere Ayastefanos Antlaşması’nın koşullarını hafifletmeyi taahhüt ediyor ama, karşılığında Kıbrıs adasını istiyor!
Ekim 1879... İngiliz donanması İstanbul önlerinde... Amaçları Osmanlı devletine reformlara devam etmesi için gözdağı vermek!... İngiltere Dış İşleri Bakanı Lord Derby kendinden emin, şöyle konuşabiliyor: “Osmanlı İmparatorluğu’nu o denli yakından denetliyoruz ki, bu devletin, toprakları üzerindeki egemenliği pratik olarak sıfıra inmiştir.”
Aralık 1881’de Muharrem Kararnamesi ilan edildi. Berlin Antlaşması’nın ardından, Düyun-u Umumiye İdaresi kuruldu. Osmanlı, Muharrem Kararnamesi ile Avrupa’nın (bugünkü Avrupa Birliği’nin zengin ülkelerinin) ekonomik vesayeti altına girdi. Öbür taraftan, Amerika da boş durmuyor: İmparatorlukta 17 Amerikan dinî misyonu bulunuyor, 200 misyon şubesi ve 600 Amerikan okuluyla 27 konsolosluk açılmış. Osmanlı azınlıkları içinde milliyetçi duyguları harekete geçirerek, onları eğiterek ayrılıkçılığın bir ideoloji olarak benimsenmesinde bu kurumlar ön planda rol almıştır.
İttihatçılar Birinci Dünya Harbine girmeye karar verdiklerinde, Devlet hazinesi tamtakırdır. Memur ve askere maaş ödenemiyor. Kredi almak için Avrupa’da çalmadık kapı bırakmazlar; yalnız Almanya’dan olumlu yanıt alırlar, acaba Almanya’nın koşulu nedir? Borç parayla maaşlar ödenir. Cemal Paşa yıllar sonra kendisine yöneltilen, “I. Dünya Savaşı’na neden girdik” sorusunu şöyle yanıtlar: “maaş ödeyebilmek için!”
Ya Parvus Efendi… o ne yazıyordu [Türk Yurdu, 18 Ekim 1912]: “Avrupa Türkiye ile bir yandan orduları aracılığıyla mücadele ederek, topraklarını ele geçirirken, bir yandan da sahip olduğu mâlî güç sayesinde Osmanlı Devleti’ni ekonomik ve siyasal açıdan kıskıvrak bağıyor. Avrupa dışardan indirdiği darbelerle Osmanlıların bağımsızlığını mahvederken, içerde oynadığı mâlî oyunlarla da Türkiye’yi kapitalizmin sömürgesi hâline getiriyor. Avrupa ülkeleri Türkiye’den reform yapmasını istiyor. … Bir ülkede reform yapılması için her şeyden önce para gerekir. Bu para da ancak Avrupa’dan alınabilir. Ne var ki Avrupa en gerekli olduğu zaman, para vermiyor. … Emeli nedir, apaçık ortadadır: Osmanlı Devleti’ni güçsüz düşürerek çıkmaza sokmak… Borç almak istendiğinde çok ağır koşullar ileri sürmek…, teminat, kontrol, ayrıcalık gibi pek çok ödün isteyerek, bütün gelir kaynaklarına el koyarak, Türk devletini tutsak etmek!”
* * *
Borçlandırma eksenli “Büyük Plan”ın arkası çorap söküğü gibi geldi: Atatürk tam bağımsızlığı “siyaset, maliye, iktisat, adalet, askerlik, kültür gibi her alanda... tam özgürlük” olarak tanımlar. Batı emperyalizmi, Osmanlı Devleti’ne karşı 100 yıl süreyle sürdürdüğü saldırıda bütün bu bağımsızlık ögelerini bir bir yok etti.
Sıra siyasal bağımsızlıktaydı:
1918 Sonbaharı… Birinci Dünya Savaşı’nın sonu… Emperyalizm (bugünkü Avrupa Birliği ve ABD), Osmanlı Devleti’nin paylaşımını gizli antlaşmalara bağlamış. Ekim 1918… Mondros Mütarekesi… Osmanlı kayıtsız şartsız teslim oluyor. Ağustos 1920 Sevr Antlaşması… Osmanlı Devleti üzerinde “Uluslararası Mali Denetim Komisyonu” kuruluyor. Devlet-i Aliye egemenlik hakkını, bir devlet olarak var olma hakkını, kısacası siyasal varlığını tümden yitiriyor.
Çok geçmeden ülke fiilen işgal ediliyor.
_______________
Ayrıntılar için şu iki makaleme bakabilirsiniz:
“Osmanlı Devleti Batı'nın Bir Sömürgesi Haline Nasıl Geldi?” http://www.cihandura.com/tr/makale/osmanli-devlet-batinin-br-soemuerges-halne-nasil-geld
“Dış Borç Demek Ölüm Demek” http://www.cihandura.com/tr/makale/di-borc-demek-oeluem-demek
Prof. Dr. Cihan DURA, 26 Temmuz 2018