
MİT Müsteşarı Hakan Fidan ile iki eski üst düzey MİT yetkilisinin İstanbul Başsavcılığı'na bağlı bir özel yetkili savcı tarafından "şüpheli" sıfatıyla ifadeye çağrılması, "Ergenekon" denizinde daha kimlerin boğulacağına dair önemli işaretler veriyor.
MİT Müsteşarı'nın ifadeye çağrılmasıyla ortaya çıkan durum, ülkeyi dört yıldır kasıp kavuran "Ergenekon" tsunamisinin kendi içinde geldiği bir dönüm noktasıdır aynı zamanda. Önceki gün start verilen operasyonla birlikte "Ergenekon" sürecinin, "düşman unsurların" tasfiyesi aşamasından, iç hesaplaşma aşamasına gelmiş olduğu anlaşılıyor.
Esasen, eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un tutuklanmasından sonra böyle bir hamle beklenmeliydi.
Kim ne derse desin, "Ergenekon" süreci, bütün hukuksuzluğuna rağmen, semboller üzerinden adım adım gitme konusunda insanlık tarihinin belki de en kurgusu en sağlam komplolarından birisidir.
Kurulan tezgahları ve yapılan tutuklamaları kendi siyasi iktidarlarının güçlenmesi anlamında sevinçle karşılayanlar, "devleti temsil ettikleri" müddetçe, operasyonun içine çekilmememelerinin imkansız olduğunu göremediler.
Devleti ele geçirmek iyi güzel de plan eğer bu topraklar üzerindeki bütün devlet yapısını ve bilincini yerle bir etmekse, kime hizmet etmiş olursanız olun sıranın bir gün size geleceği belli değil miydi?
Ortadoğu ülkelerinde halkı birbirine düşürerek, iç savaş çıkararak uyguladılar planlarını. Bir Türk-Kürt savaşı çıkarmak için bizde de yapmadık provokasyon bırakmadılar ama Kürtlerin ve Türklerin ortak sorumluluk duygusuna, biraz da ahali üzerindeki genel duyarsızlık ve üşengeçliğimize dua edelim ki, sokaklara dökülüp birbirimizi kırmadık. Emperyalizmin iç savaş oyununu bilerek veya bilmeyerek bozduk.
Türkleri ve Kürtleri sokağa dökemediler ama Hakan Fidan olayıyla birtlikte ortaya çıkan depreme baktığımızda, devleti bölüp parçaladıkları, devleti yönetenleri birbirine karşı kanlı bıçaklı hale getirdikleri anlaşılıyor.
Ortaya çıkan durum, devlet içinde bir iç savaştır.
Konunun çok boyutlu olması itibarıyla daha fazla kafa karışıklığına meydan vermeden, gelinen noktada göze ilk çarpan noktaları maddeler halinde toparlamak isterim:
1) Öncelikle işin şekil-şemal boyutuna bakacak olursak; Emniyet içinde MİT'e karşı bir süredir bir "operasyon" hazırlığı yapıldığı anlaşılıyor.
2) Bu operasyon hazırlığı, kaynağını ve malzemelerini KCK soruşturmalarından almaktadır. Yani polis,KCK soruşturmaları sırasında öyle bilgi, belge ve ifadeler elde etti ki, PKK terör örgütünün gerçekleştirdiği büyük kanlı eylemlerde bile "MİT'in bilgisi", hatta "yönlendirmesi ve işbirliği" tespit edildi! Veya, MİT'e bir süredir diş bileyen Emniyet, elindeki KCK operasyonunu fırsat bilip elde edilen bilgi ve belgeleri MİT'in aleyhine kullanılacak şekilde derledi.
3) Soruşturmanın Emniyet içinde büyük bir gizlilikle halledildiğini, soruşturmayı yürütecek savcının titizlikle seçildiğini ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Turan Çolakkadı ile Yardımcısı Fikret Seçen'in bile devre dışı bırakıldığını anlıyoruz. Aykut Cengiz Engin'in görevden alınmasıyla Başsavcılık makamına büyük bir sevinçle oturan Çolakkadı, selefinin akıbetinden kurtulamadı ve kendisine bağlı bir savcının polisle işbirliği halinde ve kendisine haber verilmeden bir soruşturma yürüttüğü ortaya çıkınca kamuoyu önünde zor duruma düştü.
4) Bu ne kadar gizli ve ne kadar önemsenen bir operasyondur ki bırakın İstanbul Başsavcısı'nı, Başbakan'ın dahi haberi yok! "Sayın Başbakan adına buradayım" diyerek PKK'lılarla görüşen MİT Müsteşarı'nın "terör örgütü şüphelisi" olarak ifadeye çağrıldığını Başbakan da Başsavcı ile birlikte basından öğreniyor...
5) Emniyet ile MİT arasında "Ergenekon" sürecini de kapsayan bir çatallaşma olduğu, polisten aldıkları talimatlarla hareket eden Rasim Ozan Kütahyalı, karısı ve Mehmet Baransu gibi tiplerin gündeme getirmeye çalıştıkları konulardan anlaşılıyordu. Örneğin polis bir süredir Rasim Ozan ve karısına televizyon kanallarında "Hırant Dink davası Ergenekon'a bağlansın" dedirtiyordu...
6) Bizce sakıncası yok ama Dink davası şayet Ergenekon'a bağlanırsa, ipin ucunun o dönem Trabzon Emniyet Müdürü olan, şimdi de İçişleri Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığı'na getirilerek taltif edilen Ramazan Akyürek'e uzanması kaçınılmaz olmaz mı? Ve ipin ucunun Ramazan Akyürek'e uzanması, Tayyip Erdoğan'ın da işin içine çekilmesi demek değil midir?
7) AKP hükümetine yalakalık yaparak milyon dolarlık yalı sahibi olmuş bu tipler, "Ergenekon'a bağlansın" diye kanal kanal gezereken Başbakan'ı hedef gösterdiklerini bilmiyorlar mı?
8) Cahilliği her geçen gün biraz daha sırıtan Kütahyalı'nın karısını bilemeyiz ama bu tiplere "Televiyonlara çıkıp şunları söyleyin" diyenler pekâla biliyor...
9) Gelişmelerden anlaşılıyor ki Tayyip Erdoğan önce Hırant Dink cinayetini "Ergenekon"a bağlamakla tehdit edildi, hatta bu konuda bir savcı bile ayarlandı ancak belli ki istenilen sonuca ulaşılamadı...
10) Tayyip Erdoğan, 27 Nisan muhtırasını yazmış olan Yaşar Büyükanıt ile Dolmabahçe'de yaptığı ve "benimle mezara gidecek" dediği görüşme üzerinden de sık sık tehdit edilmiştir ve edilmektedir..
11) Yine de kırılma noktasının Uludere olduğu anlaşılıyor. Emniyet, "Uludere'nin istihbaratı MİT'ten" manşetini Mehmet Baransu'ya attırdığı an, MİT'e karşı savaşı başlatmış oldu.
12) KCK operasyonlarına dayanarak başlatılan soruşturma ise Uludere'de başlatılan savaşın devamı gibi görünüyor. Hazır ortada PKK'lı teröristlerle "Başbakan adına buradayım" diye görüşen bir MİT Müsteşarı varken, KCK operasyonlarında da bu konumu güçlendirecek bilgi ve belgelere ulaşılmışken altın vuruş neden yapılmasın?
****
Gelinen noktada, ortalığın daha çok karışacağı anlaşılıyor. Şu dakikaya kadar küresel güçlerle senkronize gitmiş olan Emnniyet kanadı,sakin ve kendine güven içindeyken, "Terör örgütüne destek vermekle" suçlanan MİT Müsteşarı ile onun amiri konumundaki Tayyip Erdoğan cephesinde bir sinir bozulması ve dağınıklık gözlemlenmektedir..
İktidarın eteğinde ekmek kapısı bulan boy boy ve soy soy kalemşörde de öyle..
Örneğin Yeni Şafak'tan Ali Bayramoğlu, Fidan'a yapılan daveti "Bardağı taşıran son damla" diye niteledikten sonra,
"Bir kurum ve politika yargı ve polis tarafından hesaba çekilmiş durumda... Nasıl açıklamalı, nasıl yorumlamalıı Önce bir tespit: Hakan Fidan MİT'in ve hükümetin çiçeği burnunda müsteşarıdır. AK Parti'nin ürettiği yeni seçkinlerdendir. Kürt meselesi başta olmak üzere güvenlik konularında Başbakan'ın en yakınındaki danışman ve yardımcılarından birisidir. Başbakan açısından tam anlamıyla bir güven adamı, yakın çalışma arkadaşı ve içeriden bir isimdir. Bu vasıflara sahip bir ismin "şüpheli" sıfatıyla ifade vermeye çağrılması, üstelik Başbakan'ın talimatıyla kimi temas ve görüşmelerden dolayı savcılığa celp edilmesi, bir anlamda Başbakan'ın ifadeye çağrılmasıdır. Hükümetin ve politikalarının savcı tarafından sorgulanmasıdır. Özetle bir meydan okumadır..." diyor..
İyi de hani kimse dokunulmaz değildi?
Genelkurmay Başkanı tutuklanınca "bardağı taşıran damla" olmuyor da, Başbakan'ın "prensi" olarak tanımladığınız MİT Müsteşarı'na ifade daveti gidince neden "son damla" oluyor?
Yumurtanın Erdoğan'a dayandığının itirafı değil midir bu?
Daha durun ne inciler okuyacağız bu kapı kullarından...
"Hiç kimse dokunulmaz değildir" şeklinde bağırmaktan kulak zarımızı delmiş olan Başbakan'ın girdiği yol da çelişkili ve içine düşürülmek istendiği çıkmazı derinleştirecek bir yoldur.
An itibarıyla öğrendiğimiz kadarıyla, Hakan Fidan Başbakan'ın "izin vermemesi" üzerine ifadeye gitmeme kararı almış bulunuyor. İyi de bir tabur muvazzaf general tutuklanırken aynıı itiraz gündeme getirildiğinde ne demişlerdi Başbakan ve kafa sallayıcıları:
"CMK'nın 250. maddesinin üçüncü fıkrasına göre; şüpheli, görev ve sıfatı ne olursa olsun özel yetkili cumhuriyet savcısı tarafından ifadeye çağrılabiliyor. 251. maddenin birinci fıkrasına göre de savcıların doğrudan soruşturma yapma yetkisi var. Kimse yargının tasarrufundna bağımsız değildir, kimse konumuna sığınarak savcının sorularından kaçamaz" demişlerdi...
Şimdi ne diyorlar?
"Koskoca MİT Müsteşarı'nı sorguya çağıramazsınız, bu Başbakan'a yapılmış bir meydan okumadır."
Yazıyı bitirmeden önce hiç bir aklın çözemez hale geldiği bu çılgın gidişat hakkında daha "küçük" etkenlere de değinmek isterim.
Küresel kurgu tamam. Devletin bütün birimlerinde bu küresel kurgu ile uyumlu kadroların var olduğu da artık sır değil ancak olayların bu noktaya gelmesinde "küçük adamın" rolünü de bir kenara yazmak gerekir.
Çoğu taşra kökenli ve orta halli ailelerden gelme Emniyetçiler, Ergenekon operasyonları sayesinde öyle bir özgüven kazandılar ki "İstediğimiz herkesi alırız" oyunu giderek bir şehvete, adeta kumar aşkına dönüştü. Artık kendilerini besleyip büyütenlere de diş göstermeye başladılar.
Aynı durum, polisle işbirliği halindeki "gazetecilerde" de mevcut. Hiç birisinin gazetecilik geçmişi ve kültürel alt yapısı yok ama öfke, kibir, böbürlenme, hedef gösterme, tehdit savurma gani gani..
İşte polis devletine böyle gidiliyor..
Önce "küçük adama" aşırı özgüven aşılayarak..
Ve o polis devleti ki Tayyip Erdoğan'ı, bizzat yaratıcısını olayın başından beri boş tutulan "Ergenekon'un 1 numarası" koltuğuna hızla taşıyor.
Son bir yorum:
Abdullah Gül'ün bütün bu gelişmeleri dışında olduğu asla düşünülmemelidir...
Fatma Sibel YÜKSEK (GÜRCİHAN) - 9 Şubat 2012, Açık İstihbarat