Yok Öyle Yağma
Sizin bir şeyler vermeye hazır olduğunuz anlaşılırsa, vereceğinizin ne olduğuna bakmaksızın almaya hazır birilerini bulmak hiç de zor değildir. Vereceğiniz şeye ihtiyaçları var mıdır, yok mudur diye düşünmeden, ganimete saldıran aç kurtlar gibi üşüşürler başınıza.
Hem kişisel ilişkilerde böyledir bu, hem de uluslar arası ortamda.
İlk yurt dışı konserlerine gittiğim yıllarda hayretler içinde kalırdım:
Tabelaya bakıyorum, Grek Doner, (Aslında döneri bizim arkadaşlarımızın hazır döner fabrikalarından alıyorlar,) menüye bakıyorum, Grek Kahve, bizim güzelim Ege mezelerimiz olmuş, Caciki, Haydariki, Borülje Pilaki
Bilader bunlar bizim mezeler değil mi yahu? diyecek oluyorum,
Yok hocam. Biz Yunanlılardan almışız.
Kim demiş?
Kimsenin bir şey demesine gerek yok ki; biz kendimize olan güvenimizi, sevgimizi, saygımızı, inancımızı kaybetmişiz, kaybettirmişler. Biz iyi bir şeyler yapamayız düşüncesini yerleştirmişler kafamıza sistematik bir propaganda ile. İyi bir şeyler yapılıyorsa, mutlaka dışarıyla bir ilişkisi vardır.
Grek tavernaya götürülüyoruz akşam. Çiftetelli önünde göbekler atılıyor. Yanımdaki Hollandalıya, bu aslında bizim geleneksel bir türkümüzdür, köy düğünlerinde çalınır Egede, demeye kalkıyorum, Sen milliyetçisin
diye tersliyor beni.
Yani, Yunanlıların benim türkülerimi, efsanelerimi, masallarımı, oyunlarımı, yemeklerimi, yani kültürümü gasp etmeleri milliyetçilik olmuyor da, benim kendime ait bir kültürel değere sahip çıkmam milliyetçilik oluyor, öyle mi?
Ben de, Aman ha, milliyetçilik olur, dostluğumuz bozulmasın, deyip, buna göz yumacağım, öyle mi?
Yok öyle yağma!
Bu tavır, kendi köklerini eski Yunanda aramayı entelektüellik sayan ve dünyada başka kültürler yokmuş gibi davranan Avrupalı entelektüellerin klasik tavrıdır.
Felsefenin köklerinin de Avrupada olduğunu savunan, İsadan 600 yıl önce İranda Zarathustra, Hindistanda Guatama-Buddha, Çinde Konfiçyüs gibi filozofların varlığı bilindiği halde, ünlü varoluşçu Heideger, felsefe özünde Grektir dememiş midir? (Bakınız: Haluk Erdem, Karl Jaspers Felsefesinde Hakikat, İletişim ve Siyaset, s.20,21,Ebabil Yayınları,2007.)
Bir kesim, insanımızın elinden kültürünü bu şekilde çalmaya ve onu köksüz bırakmaya çalışırken, diğer bir kesim de, Arap-İslam Sentezini üstümüze yıkmaya çalışıyor.
Ben her iki deli gömleğini de giymeyi reddediyorum. Anadoluluyum, Türküm ve bağımsız bir yurtseverim. Üstelik ne döneri, ne kahveyi, ne türkülerimizi, ne güzelim Anadolu masallarını, destanlarımızı, efsanelerimizi, ne çağdaş yaşama biçimini, ne de Anadolunun tüm uygarlıklarını vermeye hiç niyetim yok.
Yani işi, Türklerin de bu ülkede kendi kaderlerini tayin hakkı vardır noktasına mı getirmek istiyorlar, anlamıyorum.
Halka rağmen siyaset olmaz. Olur diyenler, 27 Şubat günü doğumunun 60. yılını kutladığımız Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının, Samsundan 19 Mayısta başlayan yürüyüşlerini, ellerinde Türk bayrakları, dillerinde türkülerimiz, sol göğüslerinin üstünde Mustafa Kemalin sol yumruğu havada rozetiyle yaptıklarını unuttular mı, yoksa hatırlamak işlerine mi gelmiyor.
Bu şekilde düşünmenin bir hastalık olduğunu düşünüyorsanız, tamam; bunun da tedavisine, toz duman dağılıp, kavramlar yerine oturduktan sonra bakarız.
Ama ihanetin ve halk düşmanlığının tedavisi olduğunu hiç sanmıyorum.
Tolga Çandar
Not: Tolga Çandar bir halk müziği sanatçımız,bilenleriniz iyi bilir.Aynı zamanda da >(buradaki solcu tırnak içinde olması sebebiyle güya anlamına geliyor)BİRGÜN gazetesinin köşe yazarlarından biriydi.Ta ki bu yazısı geçen hafta "gazetenin politikasına uymadığı"gerekçesiyle yayınlanmayana kadar.Okuyun yazıyı ve Türkiye'de kendisini vatansever olarak gören pek çok solcunun son zamanlarda hissettiklerini Tolga Çandar'ın da nasıl hissettiğine tanık olun.
Ben yazıyı Aydınlık Dergisi'nden aldım ama kendi web sitesinde de aynen yayınlamış.
http://www.tolgacandar.com web site adresi