"Bir Tas Hayvanlara, Bir Tas Da Silivri Tutukluları İçin Su" Kampanyası
Yılmaz Özdil'e Açık Mektup
Mektubum eline ulaşır-ulaşmaz, önemsenir-önemsenmez… En iyisi böyle açık bir mektup yazayım diye düşündüm. Maruzatım var, sadece Yılmaz Özdil’e değil, tüm meslektaşlarıma… Ama illâ da ona…
27 Temmuz’da Basın Bayramı vesilesiyle bir yazı yazmış. Yazmış diyorum, çünkü Silivri’de Hürriyet almıyorum. Yazıdan, 1 gün sonra, Yeniçağ’dan Selcan Taşçı’nın köşesi sayesinde haberdar oldum. Meslektaşımız Nedim Şener’den bahsetmiş; onun en sevdiği yiyeceğin tost olduğunu, tostu çok özlediğini, mahkemeye gidişlerinde jandarmaların göz yumması sayesinde iki arada bir derede tost hasretini giderdiğini anlatmış.
Evet, Sayın Özdil, her zamanki gibi çok güzel bir anlatım. Ama iyilik yapayım, ne kadar zor durumda olduklarını milletimize duyurayım derken, sadece bizlere değil, kardeşimiz Şener’e de zarar verdiğinizin farkında mısınız acaba?
En iyisi baştan alayım. Siz beni tanımazsınız Sayın Özdil; Şener kadar meşhur değilim, Ankara gazetecisiyim… Belki duymamışsınızdır, “Ergenekon” çuvalına atılan tek kadın gazeteci ve anneyim… Zekeriya Öz’e dava açtığım ve sonrasında davalım tarafından sorgulanarak Silivri’ye tıkıldığımdan da muhtemelen haberiniz olmamıştır. Ve benim de neredeyse tek gıdam ne biliyor musunuz: simit!.. Çok özlüyorum.
İşte ailem ve meslektaşlarım bunu bildiğinden Zekeriya Öz’e karşı açtığım dava için mahkemeye gittikçe, çaktırmadan simit vermeye çalışıyorlar. Sizin de buyurduğunuz gibi, görevli kardeşlerimizin anlayışı ve şansımız yaver giderse bahtımızın kapı aralığında birkaç dakikalık hasret gideriyoruz, sevdiklerimize bakış atıyor ve sevdiğimiz yiyeceklere kavuşuyoruz…
Son duruşmam sizin yazınızdan 1 gün sonraydı, 28 Temmuz’da. Ailem, meslektaşlarım yine simit getirmişti, ama bu defa kavuşma imkânı olamadı. Niyesini koğuşuma dönüp, gazeteleri okurken Selcan Taşçı’nın köşesinde sizin o yazınızı görünce anladım!..
Böylece bana 1 simit borçlandınız Sayın Özdil… İlk fırsatta bu borcunuzu ödeyin olur mu?..
Sayın Özdil ve diğer meslektaşlarım,
Bizlere iyilik yapmak istiyorsanız, mahkemelere gidiş-gelişlerde, “eşiyle-çocuğuyla sarıldı” veya “tost yedi” gibi “kıyakları” yazmayın olur mu?
Aksine, bizlere kötü davranıldığını, çocuğumuzu öpmeye, elini tutmaya dahi izin verilmediğini, tostumuzun, simidimizin çöpe atıldığını filan yazın ki; gerçekte biz “teröristlere” öyle davranılmasını isteyen birileri memnun olsun.
O içleri sızım sızım sızlayan, sizlerin yazdıklarından sonra belki de fırça yiyen güzelim Mehmetlerimiz “aferin” alsın amirlerinden ve vicdan azapları bir nebze yatışsın!..
Bunları yazmaya eliniz gitmez mi?...
O halde Öcalan’a nasıl iyi bakıldığını, güzel güzel demeçlerini verdiğini falan yazın… Yazın ki hem ABD ve AB, hem de ülkemiz yöneticileri memnun olsun… “Bakın biz 40 bin kişinin katilinin, insan haklarına bile ne kadar saygı gösteriyoruz” diye hava atsınlar… AB İlerleme Raporlarından, CPT’den (Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi) “aferinler” gelsin dizi dizi… Ve o gazla da “Sevgili Apo’nun acaba başka neye ihtiyacı var?” diye düşünülsün, ”Durmak yok, yola devam” olsun!..
Bizler için bir şeyler yazmak, bir şeyler yapmak mı istiyorsunuz illâ?.. Söyleyeyim o zaman; Burada en çok duyduğumuz anons şu: “Tüm tutuklu ve hükümlülerin dikkatine; bazı koğuşlara su gitmediğinden, suyu dikkatli kullanalım…”
Nedim Şener’den dolayı Silivri’deki su sıkıntısından haberiniz olmuştur. Sıcak su haftada iki gün (2’şer saat), soğuk su da 3-4 saatte bir (1 - 2 saat) akıyor. İplik gibi… Hele şu sıcaklarda dayanılır şey değil susuzluk. Neyse; ben bu anonsu duydukça şöyle düşünüyorum; Hani “su sesi, para sesi, kadın sesi” derler ya, demek ki bu erkekler “para ve kadın sesi duymuyoruz, bari suyu açıp onun sesini dinleyelim” diyor, o yüzden de bazı koğuşlara su gitmiyor…
Yahu olmayan şeyin neyini dikkatli kullanacaksın?!..
İşte bu gerçekten hareketle diyorum ki; Eğer bizler için bir şeyler yapmak istiyorsanız;
Mesela “Bir tas hayvanlar, bir tas da Silivri tutukluları için su” kampanyası başlatabilirsiniz…
Tas olmaz da Silivri kapısına leğenle su bırakabilirsiniz!..
Olmadı yıkanırken bizleri ve dünyada susuzluk çeken diğer insanları hatırlayıp, 1 tas eksik su dökünürsünüz!..
Sayın Özdil,
Şahsımla ilgili bir şeyler yazmayı düşünürseniz, buyurun size birkaç malzeme:
Evimi basan polisler 77 parça eşyaya el koydular… 30 yıllık mesleki ajandalarım, basılmış kitabımın taslağı, benim, eşimin ve oğlumun bilgisayarlarımızın hard diskleriydi onlar.
Geçenlerde haber geldi, delillerin incelemesi bitmiş. Eşim gitti teslim almaya; 77 parçadan 63’ünü (suç unsuru olmadığından) iade etmişler.
Ellerinde kala kala bilgisayarlar, iki ajanda, bir de bir ara herkesin elinde dolaşan, o zamanlar bakıp, nereye koyduğumu bile unuttuğum Bülent Arınç’ın nüfus bilgilerine ait fotokopiler!..
Bunları incelemek için benim 5 aydır Silivri’de tutulmama gerek var mıydı? Ben evimde otururken (delilleri karartamam, çünkü hepsini almışlardı… Kaçmam; aksini iddia edenlerin, bu iddialarını şimdiye kadar ispatlamalı gerekmez miydi?) inceleyemezler miydi?
Asıl matrak kısma geliyorum; üzerinde Türk Ocakları yazan bir ajandamı tutmuşlar… Bendeniz 1-2 sene kadar Türk Ocakları’nın internet sitesine yazı yazdım, ayrıca onların her hafta Cumartesi günleri düzenlediği sohbet toplantılarını haberleştirdim, yine Türk Ocağı’nın internet sitesine konmak üzere.. Diğer ajandalarımla karışmasın diye de onların faaliyetlerini not aldığım ajandanın üzerine “Türk Ocakları” notunu koydum. Kimler veriyordu haftalık sohbet veya konferansları; bürokratlar, üniversite hocaları vs.
Malum Türk Ocakları Mustafa Kemal’in, Ziya Gökalp’in üye olduğu, milli mücadeleyi yapan kadroları yetiştiren ocak… Seneye 100. Kuruluş yıldönümünü kutlayacak… Ankara’nın ortasında Genel Merkezi, tüm illerde şubesi olan legal bir kuruluş yani… Hatta “Kürt açılımı” sırasında dönemin İçişleri Bakanı Beşir Atalay orayı da ziyaret edip “destek” istemişti.
Umarım yanılıyorumdur, ama endişem şu; İster misiniz bizim çağdaş hatta “rejimin bekçisi” olan görevlilerimiz, Türk Ocakları’nı illegal bir örgüt veya “Ergenekon”un bir “hücre”si zannetsin!...
Eğer öyleyse; gülelim mi, ağlayalım mı?
Silivri’den kucak dolusu sevgiler…
Müyesser YILDIZ
30 Temmuz 2011
Silivri