Bir Yanı Yalan, Bir Yanı Dolan
Forforadan, sürsüreden…
Manisa’dan, Tire’den,
Yenice geçtik buradan.
Konaraktan, göçerekten,
Lâle sümbül biçerekten,
Kahve tütün içerekten.
Sulu yerde peynir ekmek, susuz yerde kavun karpuz yiyerekten…
Derelerden sel gibi, tepelerden yel gibi geçerekten…
Az gittim, uz gittim, dere tepe düz gittim.
Altı ay bir güz gittim…
Bir de arkama dönüp baktım ki, bir arpa boyu yol gitmişim…
Be yârenler, gider iken bir kahveye uğradım.
“Arkadaşlar gözleriniz neden öyle parlıyor?” dedim.
“Selâm ver de, eşek herif, ondan sonra sor !”dediler.
“Selâmün aleyküm!” dedim.
“Aleyküm selâm!” dediler.
“Arkadaşlar gözleriniz neden öyle parlıyor?”
“Akıllandık da ondan parlıyor!” dediler.
"Beni de akıllandırın!” dedim.
"Var varanın, sür sürenin
Çok baykuşu olur viranenin
Destursuz bağa girenin,
Hâli yaman,"dediler…
Memleketin başına gelenleri tek tek dillendirdiler…
"Aynı yanlışı yapmayacağız, birleşeceğiz, gücümüzü bileceğiz," dediler.
Bir köy, iki yüz elli hane. Yerleri yurtları tehlikede. Gâvurun gözü sahilinde, yaylasında, belinde…
Kaç kez söylediler, buralarda el oğlunun gözü var. Her tarafı alacak, sizleri kapı dışarı atacak. İsteyen, gönüllü maraba olarak kalacak, gâvurun hizmetini yapacak, el etek tutacak…
Herkes bunu hem biliyor, hem bilmiyor. Radyoları yandaş, televizyonları karındaş. Köyün imamı olmuş köye baş, öğretmeni ha yok, ha var…
Hepsine anlatıyorum tehlikeyi. Gösteriyorum başlarına gelecekleri…Köye gelen gelene, bizi seç, bize oy ver, diyen diyene…
Albay Atillâ Uğur, terörist başına dokundu diye zindanda. Hayatını terörle mücadeleye adamış, canını vatanına adamış…Terörün yandaşları, adamları, eli kanlının yoldaşları baskıyla, korkuyla, yönlendirmeyle, cahillikle, bilmem neyle seçiliyor, yüce meclise gidiyor da benim Albayım zindanlarda çürüyor.
Albayımın karısı Hanımefendi tek tek dolaşıyor evleri. Kırk kapının ipini çekiyor, kırk zilin ucuna dokunuyor. Kırk kara perdeyi aralıyor, aydınlığı gösteriyor.
Söz veriyor nice kişi, "tamam, uzun etme anladık!"
“Elimde asâ, başımda külâh,
Beni bu belâdan kurtar Hazret-i Allah!”
Atıştım, tutuştum, sandıklar açıldığında ordaydım, gördüm:
Albayıma tek ben oy atmışım. Sandıktan, hileli sistem mi, seçsis mi, seçilmemiş mi, enteş mi, menteş mi, ne olmuşsa olmuş,
aynı kişi çıkmış. Soran sorana: "Acaba bu bir dümen mi?"
Bak şu feleğin işine dediler, duyanlar duymayanlara söylediler…
Ordaki pınarbaşına indim. Pınardan ağzımınan içtim, gözüm istedi.
Gözümünen içtim, kulağım istedi.
Edemedim, kafamı kestim, pınarın içine attım. Ordan değirmene vardım. Değirmenci:
“Hani kafan ulan!” dedi.
Pınara attım, dedim. Herif:
“Şimdi onu orda çakallar yer, “dedi. Ordan koptum geldiydim. Baktım ki çakal kulağımın ucundan tutmuş.
Çakala bir yumruk attım, yumruğum çakalın karnına girdi. İçini karıştırdım, karıştırdım, karnı, kusur kusur ediyor. Çektim çıkardım, bir kağıt, üstü yazılı bir kara kâğıt! Okudum:
“Bir yanı yalan,
Bir yanı dolan!”
Koca ninem seslendi başucumdan:
"Duman çökmüş bu dağların başına,
Herkes düşmüş bir geyiğin peşine..."
Atıştım, tutuştum, tepelerden, ovalara, denizlerden, göllerin içine düştüm. Mücadeleye kaldığım yerden, daha büyük bir güçle giriştim...
Feza Tiryaki, 13 Haziran 2011