Birinci Görev Sınıfında Ahlak Üzerine Bir Sohbet
-Günaydın arkadaşlar, bugün Atatürk İlkeleri’nin mihenk taşına vuracağımız önerme, AKP seçmeninin sloganı haline gelen “Çalıyorlar ama çalışıyorlar” sözüdür. Ben bu önermeye Atatürk ilkeleri ışığında baktığımda, aklıma şu fikirler geldi: Çalan kişi, aslında çalışmaz; “çalışıyor algısı” yaratır. Çalışması bile çalmak içindir. Halk, bilgisizliğinden, rutin işleri çalışma sanıyor. Çalışmak zaten yöneticinin işidir, bunun için fazladan bedel talep edemez. Halk devlet yönetimi hakkında bilgisiz, cahil... Kamudan çalmayı hırsızlık saymıyor, kamusal bakıştan yoksun.
Sorum şu: Atatürkçü öğretinin ilkeleri, savları ışığında bu düşünüş ve tavır hakkında neler söylersiniz? Her zaman yaptığımız gibi, Atatürkçe düşünecek, Atatürkçe yorum yapacağız. Buyurun, sizinle başlayalım, Hikmet Bey.
Hikmet: Ben insan nasıl para kazanır, bir hak nasıl elde edilir, bu açıdan bakmak istiyorum konuya. Her hakkın temelinde çalışma olmalıdır. Atatürk’ün dediği gibi, bir hak ancak çalışmak sayesinde kazanılır. Yoksa sırt üstü yatıp çalışmadan yaşamak isteyenin, bir hakkı yoktur; onun Atatürkçü bir toplumda yeri de yoktur. Çalışmadan yaşayanlar, çıkar sağlayıp zenginleşenler milletin de, insanlığın da düşmanıdır.
İkinci olarak, kim olursak olalım, milletten çok şey talep etmeye hakkımız yoktur. Millete hizmet etmeye mecburuz. Hizmet eden, ancak görevini yapmıştır, namus görevini yapmıştır.
Ayşe: Ben, Türkiye’nin başta gelen sorunlarından birinin ahlak sorunu olduğuna inanıyor, yorumumu bu açıdan yapmak istiyorum. Atatürk şöyle der: Namuslu olun. Biliyoruz ki, şimdiye kadar işlenen hataların en büyüğü; kimi insanımızın, özellikle aydınlarımızın, girişimcilerimizin ve bilim adamlarımızın en büyük günahı, namuslu olmamaktır. Milletin karşısında namuslu hareket etmeli, milleti aldatmamalıdır.
Devlet hizmetlerine güvenilir, namuslu, yurtsever yöneticiler getirilmelidir. Devlet işleri çocuk oyuncağı değildir. Bir devlet adamı; kendi insanî duygularının tutsağı olarak devlet sorunlarını halledemez. Çünkü ülke kimsenin malı, mülkü değildir. Ülke ve millet işlerinde duygu olmaz, hatıra, dostluğa bakılmaz. Yiyici, rüşvetçi, ahlaksız insanlar yüce ve kutsal gayeler için, millî hizmetler için bir lekedir. Sonra, gizli iş gizli kalmaz, er geç ortaya çıkar.
Burada ilk görev halka düşüyor; Atatürk’ün dediği gibi, millet; bağrında yetiştirerek başının üstüne kadar çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki esas cevheri çok iyi tahlil etmek dikkatinden vazgeçmemelidir.
Banu: “Herkes kendi için” mi diyeceğiz, yoksa “herkes herkes için” mi diyeceğiz? Ben “ikincisi” diyorum. Hayatta takip ettiğimiz hedef hiçbir zaman kişisel olmamalı. Her ne düşünürsek, her ne işe girişirsek, daima ülkenin, milletin adına, çıkarına olmalıdır. Asla kendi şahsımızın sivrilmesi ve yükselmesi olmamalı önceliğimiz! Mensubu olduğumuz kurumu, ülkeyi, halkımızı iyiye götürmek, sorunların çözümüne katkıda bulunmak için çok ve fedakârca çalışmalıyız. Hatta bulunduğumuz çevre kirli, yozlaşmış olsa bile, herkes kendi çıkarından başka bir şey düşünmese bile.
Atatürk bu ahlak yüceliğini şöyle ifade ediyor: “Benim bütün hayatımda, takip ettiğim gaye hiç bir zaman kişisel olmamıştır. Her ne düşünmüş ve her neye girişmiş isem, daima ülkemin, milletimin adına ve menfaatine olmuştur. … Benim ülke ve milletin kurtuluşu ve mutluluğu için çalışmaktan başka bir amacım olmadı. Bu bir insan için yeterli sevinç ve hazzı temin eder. Kişisel, ailevi huzur ve mutluluk da ancak milletin huzur ve mutluluğuyla, ülkenin güvenlik ve dokunulmazlığıyla mümkündür.
Aksi halde durum kötüdür, bir ulusal felaket yakındır, kaçınılmazdır; şu bakımdan ki, bir ulusun yöneticilerinde kişisel ihtirasların, ulusal ve vatanî görevlerin gerektirdiği yüce duyguların üzerine çıktığı ülkelerde dağılma ve batma kaçınılmazdır.
Öyleyse, millete her yol denenerek anlatılmalı ki, kendi kişisel çıkarlarından başka bir şey düşünmeyen kimselere politikada, devlet yönetiminde yer vermesin.
Ebru: Başta Ayşe olmak üzere arkadaşlarımın yorumlarına katılıyorum. Açıkça görülüyor ki, bu bir millî ahlak sorunu… Bugünkü Türkiye’nin gerçekten başta gelen bir sorunu sosyal ahlak... Yorumumu ben de bu yönden yapacak, hep zihnimde olan Atatürkçü düşünce ışığında millî ahlakın, başka bir deyişle sosyal ahlakın niteliği ve gereklerine vurgu yapacağım.
Şuna inanıyorum ki, insanlar daima yüksek, soylu ve kutsal hedeflere doğru yürümelidir. Bu şekilde yürüyenler, ne kadar büyük fedakârlık yaparlarsa, o kadar yükselirler. En iyi birey kendinden ziyade mensup olduğu toplumu düşünen, onun varlığının ve mutluluğunun sağlanmasına kendini adayan insandır. Hele gelecek kuşakların varlığı, şerefi, mutluluğu için çalışanlar ki, hayatta tam zevk ve mutluluğa ulaşırlar. Yalnız kendinden sonrakileri düşünenler ki, milletlerini yaşama ve ilerleme imkânlarına kavuşturabilir.
Atatürk, işte böyle düşünen ve iş yapan bir insandı, onu her alanda olduğu gibi bu yönüyle de kendimize örnek almalıyız. Kendisinden dinleyelim: Ben hep yüksek fikirlerin tutkunu oldum. Çok büyüktü tutkularım. Fakat bu tutkular yüksek mevkiler elde etmek veya büyük paralara sahip olmak gibi maddî emellerin tatminiyle ilgili değildi. Ben bu tutkularımın gerçekleşmesini vatanıma büyük faydaları dokunacak, bana da liyakatle ifa edilmiş bir görevin canlı iç rahatlığını verecek büyük bir fikrin başarısında arıyordum. Benim hayatımın prensibi hep bu olmuştur. Ona çok genç yaşımda sahip oldum ve son nefesime kadar da onu muhafaza etmekten geri durmadım.
Peki, karşılık bekledim mi? Bekledim; o karşılık, benim için dünyada en büyük ödül, en büyük kazanç olmuştur: O karşılık sevgili milletimin en ufak bir takdiridir, en ufak bir iltifatıdır!
* * *
-Teşekkür ederim, değerli arkadaşlar. Atatürk ilke ve önermelerini çok iyi öğrenmiş, sistemli şekilde belleğinize yerleştirmişsiniz. Onları kullanabiliyor, ülke sorunlarına o esasların ışığında bakabiliyor, bağlantıları görebiliyor, gerekli yorumları yapabiliyorsunuz. Kendi bulduğunuz yeni fikirlere ulaşıyorsunuz.
Ne mutlu sizlere… Çünkü siz gerçek birer Atatürkçü olma yolundasınız. Unutmayın, milletimiz sizlerin yolunu bekliyor.
Prof. Dr. Cihan DURA, 7 Mayıs 2016