Osmanlı güçlü iken sorun yoktur, doğrudur, sorun zaten Osmanlı güç kaybetmeye başladığında çıkar.
Önce Avrupa’daki devletler kutsal ittifak yaparak Osmanlı’dan parça parça toprak aldılar, hem de yüzyıllar boyu, deyin ki 1683 Viyana’dan 1922 Büyük Taarruz’a kadar. İki buçuk asır süren bu toprak kayıpları esnasında Osmanlı, bir de iç isyanlarla uğraştı, zayıfladı ve zayıflatıldı. 1820’de Rus kışkırtmalarıyla başlayan Yunan isyanları önce Eflak’a, ardından Mora’ya ve derken Orta Yunan ve Girit’e sıçradı. Osmanlı bu isyanlarla uğraşırken, Yanya Valisi Tepedelenli Ali Paşa bölgede bağımsız bir güç olmak için, 1821’de, Osmanlı’ya karşı isyan başlattı…
Bu isyanlar bastırılmış olmakla birlikte, Osmanlı’yı çok uğraştırdı, güç kaybettirdi. Bu durumu fırsat bilen İngiliz, Rus ve Fransızlardan oluşan düşman donanması, 1827’de, ani bir saldırı ile Navarin’de bulunan Osmanlı- Mısır donanmasına saldırdı ve Türk donanmasını tamamen yok etti. Bu saldırı üzerine 1827-1828 Osmanlı-Rus Harbi çıktı, peş peşe gelen savaş ve isyanlardan nefes alamayan Osmanlı, yenildi. Bu yenilgi, ardından gelen toprak kayıpları ve tüm bunların sonuçları sonrasında Yunanistan bağımsızlığını kazandı, 1829-1832, Osmanlı’dan koptu. Tüm bunlar yetmezmiş gibi, aynı anda Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa Osmanlı’ya saldırıya geçerek bir başka isyan başlattı. İsyan çok geçmeden Suriye ve Anadolu’da da yayıldı. Ardında Doğu ve Güneydoğu’ya sıçradı. Tepedelenli Ali Paşa isyanı ile Trakya ve Balkanlarda vurulan Osmanlı, bu kez Mehmet Ali Paşa isyanı ile güneyden ve de içinden vuruldu;
- “Bu memleket aldığı bu kadar çok yarayı henüz iyileştiremeden, Mısır Paşası Suriye’den ilerledi ve Sultan Osman’ın son torunu(II. Mahmut) memleketin batması tehdidi altında kaldı. Yeni kurulmuş olan ordu asilere karşı gönderildi fakat haremden yetişme generaller bu orduyu kısa zamanda harcadılar…”
- “Mısır isyanı iki aşamalı gelmiştir. Birinci aşama 1831-1833 yıllarını, ikinci aşama da 1839 ve sonrasını kapsar. 1805 yılından veri, Padişah adına Mısır’ı yönetmekte olan Vali Kavalalı Mehmet Ali Paşa, Fransızların yardımıyla, Avrupa usüllerine göre yetiştirilmiş modern bir ordu kurmuştu. Süleyman Paşa takma adında bir Fransız generali de Mısır ordusunu yönlendiriyor, yönetiyordu. Mehmet Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa komutasındaki Mısır ordusu, Aralık 1831’de isyan bayrağını açtıktan sonra hızla Suriye’yi aştı ve Anadolu içlerine daldı. Şaşılacak hızla ilerleyen, önüne çıkan Osmanlı Ordusu’nu ezip geçen Mısır ordusu, 22 Aralık 1832’de Konya’yı zaptetti. 30 bin kişi öldü ve Osmanlı Komutanı Mustafa Reşit Paşa esir düştü. Artık İbrahim Paşa’ya İstanbul yolu açılmıştı…”
- “Sultan II. Mahmud’un başlattığı yenilikler Anadolu’da kolay sindirilemiyordu. Yeni bir ordu kurulması, askere Avrupa usulü eğitim verilmesi, yeni kıyafetler giydirilmesi, yeniçeri ocağının kaldırılması, ardından Bektaşi tarikatının da yasak edilmesi, Anadolu’da yer yer tepkiler ve direnmelerle karşılanmıştı. Yenilikler birçok çıkarı zedelemişti. Nüfuzunun azaldığını gören ulema tepkiliydi. Reformlar ağalara ve beylere ters düşüyordu. Doğu’daki derebeyler tedirgindi; yenilikler ve yeni düzen onları silip süpürebilirdi…”
Bu savaşlarda Osmanlı ordusu yanında yer alan Cizre Derebeyi Bedirhan Bey, Osmanlı’ya verdiği destekle bölgenin en güçlü derebeyi oldu, tıpkı İdris-i Bitlis-i’nin Yavuz Selim’e destek verip güç olması gibi. Güç ve otoriteyi eline alan Bedirhan Bey, kendi güç ve otoritesine karşı çıkan ve vergi vermek istemeyen, Hakkâri yöresindeki Nesturilere karşı bir sindirme harekâtı başlattı. İlk silahlı çatışma 1 Temmuz 1843’te çıktı. Bedirhan Bey ile Nesturiler arasındaki savaşın ardında yatan nedenler şunlardır; Çatışma hem vergi işinden, hem de misyonerlerin Nesturileri kışkırtmasından kaynaklanmıştır. Bedirhan Bey Cizre mütesellimidir. Nesturilerden hükümet adına vergi toplamaktadır. Nesturiler daha önce itirazsız ödedikleri vergileri, bu defa ödememek için bahaneler ileri sürmeye başlarlar. Bunun üzerine başlayan gerginlik, çok geçmeden, silahlı çatışmaya dönüşür. Muzaffer İlhan Erdost’un Şemdinli Röportajı adlı kitabında, bu konuyu ağırlıklı olarak bölgedeki Misyoner faaliyetlerine bağlamıştır;
- “Batılı kimi yazarlar, Nesturiler ile Kürtlerin arasındaki dostluğun düşmanlığa dönüşmüş olmasının nedenini, bölgedeki Amerikan ve İngiliz misyonerlerinin tutumuna bağlarlar. Özellikle Amerikalı misyoner Dr. Grant’ın (1839) Aşita’da yaptırdığı misyoner merkezi ya da yatılı okulunun, okuldan çok kaleyi andırır özellikte olması, Hıristiyanlığı yerleştirme ve Nesturileri tam kavuşturmaya yönelik yapılan yardımlar, bölgedeki Kürtlerin kaygılarını arttırmıştı. Mar Şimon(Patrik) konağında, İngiliz misyoneri Becer bulunduğu bir sırada, Mar Şimon konağa İngiliz bayrağı çekecektir. Bundan bir ay sonra da Bedirhan Bey ile Nurullah Bey kuvvetleriyle Nesturi köylerine saldıracak…”
- “…1846 yılında Cizreli Bedirhan Bey(1802-1870), Tanzimat reformlarına karşı ayaklandı. Tıpkı Atatürk reformlarına, özellikle Halifeliğin kaldırılmasına katlanamayıp ayaklanan Şeyh Sait gibi, Bedirhan Bey de Tanzimat reformlarını içine sindirmeyerek devlete baş kaldırmıştı. Tanzimat reformları ve bu arada 1840’larda Şemdinli yöresindeki Nesturi ayaklanması Cizreli Bedirhan Bey’i bitirdi. Tanzimat döneminde, Batı’dan örnek alınarak yapılmaya başlayan yeni idari düzenlemelerde ortaçağ kalıntısı şarklı derebeyliklere artık yer yoktu. Rumeli’de olsun, Anadolu’da olsun, irili ufaklı bütün derebeyi kalıntıları, ayanlıkları ortadan kaldırılacaktı. Devletin yasaları ülkenin her köşesinde geçerli olacak ve uygulanacaktı…
Vücudunun değilse bile nüfuzunun kırılıp ortadan kaldırılması gereken beylerden biri de Cizreli Bedirhan Bey idi. Bedirhan bey bir bakıma bir Osmanlı kamu görevlisiydi. Devlet adına o bölgede vergi topluyordu. Halktan, devletin istediğinden iki katı vergi topluyor, yarısını kendine alıyordu. Bey idi. Varlıklıydı. Geniş bir ailesi vardı. Çevresinde nüfuzu vardı. Ama kıyaslamak gerekirse Tepedelenli Ali Paşa kadar nüfuzlu olmamıştı. Devlete bağlı ve sadıktı. Tanzimat Fermanı’na gelinceye kadar devlete hizmette pek kusur etmemişti. Osmanlı savaşlarına katılıyordu. Nizip Meydan Muharebesi’nde de görev almıştı. Kendisine Miralay(albay) rütbesi verilmişti. Beyliğinin sonuna doğru Paşa da yapılmıştı. Ne var ki Bedirhan Bey veya Bedirhan Paşa, Tanzimat’a ayak uyduramamıştı, uyduramazdı. Çünkü Tanzimat, o döneme göre bir çağdaşlaşma hareketiydi, Bedirhan Bey ise orta çağ kalıntısı bir derebeyi idi; çağdaşlaşan bir devlette derebeyliğe yer yoktu, olamazdı. Her derebeyi kalıntısı er geç tasfiye edilecekti, ediliyordu ve edildi…”
Erdal SARIZEYBEK, 10 Mart 2011