BİYOLOJİK SAVAŞ (2)
Bu sıralı yazının başlığından anlaşılacağı üzere, özellikle Korona Virüs’le ilgili kimi ‘yanlı’ yayınları irdelemek ve varsa eğer ‘karşıt görüş’lere yer vermek amacı taşıyoruz.
Ancak tamamen ‘biyolojik’, ‘genetik’ ve laboratuvar araştırmaları ile yetinmemek gerektiği konusunda bir ‘parantez’ açmak zorunluluğu doğmuş bulunyor.
Onu da, bugünkü video yayınında, tüm ‘ideolojik takıntı’sını ‘küfür’leriyle bezediği konuşmasında, Memduh Bayraktaroğlu’nun beynindeki ‘virüs’e dikkat çekerek yapmak istiyoruz.
İrdelemeye, bu beyefendinin, ‘emperyalizm’ kavramını bir türlü kavrayamadığıyla başlayalım.
Ve tek tümceyle, ‘emperyalizm’in bir ‘finans egemenliği’ olduğunu anımsatalım.
Daha önceki sekiz yazıyla ‘Dolar egemenliği’nden sözetmiştik.
Çünkü, ‘Dolar egemenliği’, emperyalizmin, son yüzyıldaki ‘sömürü’nün, azgelişmiş ülkelerdeki ‘siyasî kadro’larının yetiştirilip ‘Devlet’leri ele geçirmesinin, ‘bölgesel savaş’ların, geniş kitleleri ‘yoksullaştırma’sının ve ‘doğal denge’yi her düzeyde altüst etmesinin biricik ve ‘tek’ nedeni olduğunun altını bir kez daha çizmek gerekiyordu.
Ancak Memduh Bayratoğlu bu tür ve benzeri ‘somut gerçeklik’leri ‘yalan’ diye nitelendirmektedir.
Öyleyse, onun ‘biyolojik’ yapısına, yani ‘beyni’ ya da ‘düşünme mekanizması’na, ‘emperyalizm’in yerleştirmiş olduğu bir ‘virüs’ün bulunup bulunmadığına bakmamız gerekmektedir.
Buna Althusser ‘ideolojik aygıt’ diyordu.
Ki, bu çok önemli ve temel ‘konu’ üzerinde biraz durmamız gerekmektedir.
Türkiye’de ve belki de tüm entellektüel dünyada, Althusser’in ‘aygıt’ derken, başta aile olmak üzere, dini kurumlar, diğer tüm eğitim kurumları ve giderek ‘Devlet’in ‘somut gerçekliği’nden sözettiği sanılmaktadır.
Oysa bu sayılanlar, ‘aygıt’ın oluşmasını sağlayan ‘somut araçlar’dırlar.
Oysa, ‘Aygıt’ bir kez oluşturulduktan sonra, onun ‘ideolojik meyveleri’, yani ‘takıntı’ları güya ‘kendine özgü düşüncesi’ imiş gibi yeniden üretilmektedir.
Bu son tümceyi çözümleyebilmek için bir ‘ton’ kitap okumak ama ‘okumayı bilerek okumak’ gerektiğini de belirtmemiz gerekiyor.
Nitekim Althusser Kapitali Okumak (Lire le Capital) derken, bu ‘okuma’nın nasıl yapılacağını anlatmaya çalışmıştı.
Ne ki, günümüzde, bu ‘okumak’ eylemi, ileri geri ‘ben bunu şöyle okuyorum’, ‘sen nasıl okuyorsun’ türü gevezeliklere dönüştürülerek bayağılaştırılmış bulunmaktadır.
Örneğin, üç ciltlik Kapital’in yazarı, ‘Sermaye’nin öyküsünü anlatırken, sadece ve yalnızca ‘meta-para’nın (monnaie marchandise) ‘Tarih’ini özetlemiş bulunmakta idi.
Oysa Memduh Bayraktaroğlu ve ortalıkta ‘ekonomist’ olarak dolanan tüm akademisyenler, sadece ve yalnızca bu ‘meta-para’nın dolanımındaki ‘kaba muhasebesi’ni ‘okumak’tan başka bir iş yapmamaktadırlar.
O arada, yine ‘ideolojik’ olarak kendilerine dayatılan ‘muhasebe teknikleri’nin dışına çıkmalarına olanak bırakılmadığının ayırdında olmadıklarını da belirtmek gerekmektedir.
Sözgelimi ‘IMF direktifleri’ bu teknikler arasında sayılabilir.
Geriye bu ‘muhasebe teknikleri’ ile, ülkelerin borcu, alacağı, faizi, döviz kuru, ihratacat ve ithalat olasılıkları üzerine, hava tahmini verir gibi ‘kestirim’leri yapmak kalmaktadır.
‘Meta-para’nın sadece ‘Para’sı üzerine ise, örneğin onun ‘Genel Kuram’ını yapan J.M.Keynes ve onun müritleri ve o arada Galbraith’ın ‘Para’ başlıklı tuğla kalınlığındaki kitapları sayılabilir.
İşte bütün bu tuğla ya da briket kalınlığındaki kitaplar, ‘Sermaye Sistemi’nin hem ‘efendi’si ve hem de ‘bekçi köpekliği’ni ABD Doları gibi ‘rezerv para’ya bırakılması gerektiğine inandırmak üzerine yazılmışlardır ve yazılmaktadırlar.
Şimdi, bu ‘Dolar egemenliği’ şöyle ya da böyle sarsılmaktadır, ki önceki sekiz yazıda bu konuya değinmiştik.
Gördük ki, bu ‘Sermaye Sistemi’ çatlamış bulunmaktadır.
Ancak bu ‘çatlak’ın aynı zamanda ‘ideolojik aygıt’a yansıyabileceğini de beklemek durumundayız.
O nedenle, sistemin tutsağı olan ‘beyin’ler, o arada Memduh Bayraktaroğlu gibi ‘muhasebeci ekonomist’ler, ‘sistem’in dışına yönelik her türlü çıkarım ve öneriyi ‘yalan’ diye nitelemektedirler.
Üstelik buna samimi olarak ‘inanmış’ oldukları için söylemektedirler.
Bu ‘inanç’ ise, insanın kendine ‘yabancılaşmış’ olması sonucunda doğmaktadır.
Yabancılaştıran ise ‘Para’nın bizzat kendisi olup, onun ‘fetişleştirilmesi’ ve giderek onun insanı ‘görme ve düşünme’ egemenliğine, boyunduruğuna veya kulluğuna almasıdır.
Kısacası, o bilir bilmez kullanılan ‘ideolojik aygıt’ terimi işte bu durumu dillendirmek için ‘keşfedilmiş’tir.
Ve giderek bir ‘biyolojik virüs’ konumuna dönüşmüş bulunmaktadır.
Dolayısıyla, ‘laboratuvarlarda üretilen ‘virüs’lerin gerçekte bu tür biyolojik ‘virüs’ler üzerine temellendirildiğine dikkat çekmek gerekmektedir.
Ki, ‘savaş’ların çok yönlü olması tam da bu demektir.
Bu ‘tip’lere, ellerinde taşıdıkları ‘barış’ bayraklarına karşın, gerçekte birer ‘savaş kışkırtıcısı’ olduklarını anlatmanın doğrusu pek kolay olmadığı söylenebilir.
(Sürecek)