![](http://img514.imageshack.us/img514/550/alieralp.jpg)
: Kurtuluş Savaşı ortamından daha kötü ve tehlikeli günler yaşıyoruz.
O yıllarda düşman, yurdumuzu askeri, topu tüfeği ile işgal etmişti. Ve kolları, ayakları, bacakları, kafası yani tüm gövdesiyle ortadaydı. Karşımızdaydı. Görüyorduk onu. Bize nereden, hangi yönden saldıracağı belliydi. Ona göre önlem alıyor, ne yapacağımızı biliyorduk.
Düşman şimdi gizleniyor. Tanınmamak için çeşitli maskeler takıyor yüzüne. Gerçek yüzünü saklıyor. Bazen insan hakları savunuculuğu maskesi ile ortaya çıkıyor. Bazen özgürlükçü oluyor, etnik grupların haklarını savunuyor gibi gözüküyor. Ama saman altından su yürütüyor. Dinler, mezhepler, ırklar aracılığı ile insanları, ülkeleri bölmeye çalışıyor.
Planlar, tertipler hazırlıyor. Dönekler, hainler satın alıyor. İsterse bir partiyi, bir siyasal kuruluşu, sendikaları içten yıkma yoluna gidiyor. Sinsi bir kurt gibi kemiriyor.
Emperyalizm, 1980’lerden sonra yayılmacı, sömürgeci politikasını tüm dünyaya kabul ettirebilmek için, yeni bir politik çizgi izlemeye başladı. Dış görünüşünü cilaladı, parlattı, göz alıcı bir şekle soktu. Bu yeni emperyalizmin adı “küreselleşme” (globalizm) idi. BOP onun bir uzantısı, uygulama alanıydı.
Bu küresel plana göre sınırlar kalkacak, dünya “global bir köy” haline gelecek ve neoliberalizm ile birlikte özgürlük, demokrasi, insan hakları da yeryüzüne dağılacaktı.
Dağılacaktı dağılmasına da bu ilerlemeye set çeken bazı engeller(!) vardı, bunların kaldırılması gerekiyordu. Neydi bu engeller? Başta ulus-devletler, ulusal ekonomiler, sonra, bağımsızlık bilinci, antiemperyalist duruş… Bu ulusal yapılanmalar, örgütlenmeler, düşünceler yok edilmedikçe küreselleşme gerçekleşemeyecek, ülkeler bütünleşemeyecekti. Bu nedenle tüm ulusal sanayi kuruluşları, bankalar, haberleşme ağı, enerji üretim ve dağıtım sistemleri devlet tekelinden alınıp, özel ellere teslim edilmeliydi. Zamanla ulusal gümrükler de kaldırılmalı, ticaret uluslararası olmalıydı.
Bu küresel sisteme göre her şey özelleştirilecek, devlet küçülecek; sağlıktan, eğitimden, ekonomiden elini eteğini çekecekti. Böylece kırtasiyecilik, bakkallık(!) görevini bırakacaktı. Yani daha açık bir anlatımla sosyal devlet yok edilecek, Türkiye Cumhuriyeti, küresel emperyalizmin ve yerli ortaklarının çıkarlarına göre yeniden şekillenecekti.
Ulus-devlet, ulusalcılık küreselleşmenin baş düşmanıydı. Ama antiemperyalist düşünceye karşı çıkarak ümmetçiliği savunan siyasal İslam onun dostuydu. Bu nedenle emperyalizme karşı ilk kurtuluş savaşı vererek; ezilen, sömürülen mazlum ülkelere örnek olan Mustafa Kemal Atatürk ve 1923 Devrimi, küresel emperyalizm ve işbirlikçilerine göre bulaşıcı bir hastalık kadar tehlikeliydi. Atatürk’ü ve Atatürkçü düşünceleri kendilerine en büyük engel olarak görüyorlardı.
Bu küresel oluşuma 1980’lerden sonra Türkiye de omuz verdi. Özellikle Özal zamanında serbest rekabet ve liberal demokrasi dillerden hiç düşmedi. İlk kez bu dönemde dönek solcular da satın alınarak 1923 Devrimine, Cumhuriyet değerlerine bir saldırı kampanyası başlatıldı. Devletçilik, ulusalcılık çağdışı ilan edildi. Küresel emperyalizmin azgelişmiş ülkelere dayattığı yeni liberalizm ve onun felsefesi postmodernizm, yerli işbirlikçilerin temel ideolojisi oldu.
1980’lerden günümüze değin her şey bu plan çerçevesinde yürütüldü. İş başına gelen hükümetler şu ya da bu şekilde bu plana hizmet ettiler. Tansu Çiller “Özelleştirme Yasası”nı çıkardığı gün kadehini “son sosyalist devletin yıkılması”na kaldırmıştı.
Elbette emperyalizme çözülmez bir bağlılıkla ve onun emrinde bir kurşun asker gibi çalışan AKP, bu planı pervasızca uygulayan tek iktidar oldu. Onun sayesinde ülkemiz, Osmanlı’nın kapitülasyonlarına yeniden döndü. A’dan Z’ye tüm kamu kuruluşları, Cumhuriyetin birikimleri “babalar gibi” satıldı. Her şey özelleştirildi. Devlet, fakir fukaranın sosyal devleti olmaktan çıkarıldı. Çünkü uluslararası kapitalizm, cumhuriyet hükümetlerinin kurduğu kamu ekonomisini “yeni liberalizm” örtüsü arkasında yıkma görevini AKP’ye vermişti.
Cumhuriyet hükümetlerinin kurduğu “kamu ekonomisi”nin yanında, Cumhuriyet ideolojisine, yani Atatürkçü düşünceye de neoliberal bir kimlik kazandırılmalıydı.
Bu oluşuma, bu gelişime kim karşı çıkıyorsa, hakkından gelinmeli, hedef tahtasına yatırılmalıydı. CHP, Kemalist yapısıyla bu kuruluşların başında geliyordu. Çünkü üniversite, yargı, asker AKP tarafından ele geçirilmişti. Geriye CHP kalıyordu. Artık Kemalizm, “Yeni Kemalizm”, Neo Kemalizm olmalıydı. Atatürk’ün “En doğru tarikat uygarlık tarikatıdır…” “Din, devlet ve dünya işlerinden ayrılmalıdır…” “Türkiye meczuplar, dervişler, şeyhler ülkesi olamaz…” sözlerini yok sayan, şeriatçı cemaatlere saygılı, AKP ile birlikte “türban özgürlüğü”nü gerçekleştirmeye çalışan bir lider, partinin başına geçirilmeliydi. Bu başkan arada bir de etnik gruplara hafifçe göz kırpmalıydı.
CHP, “altı ok” ilkesini bir yana bırakmalı, AB ve ABD ile daha yakınlaşmalıydı. AB Genişleme Komiseri Stephan Fule, 23 Ekim’de görüştüğü Kılıçdaroğlu’na “AB sürecinde rol oynamak istiyorsanız AB ile daha çok temas kurmanız gerekir” mesajını veriyordu.
Plan uygulandı ve CHP üç parçaya bölündü.
Bu oluşumda Kemal Derviş yine sahnedeydi. O, oyunun değişmez baş aktörüydü. AKP’nin iktidara gelmesine ortam hazırlayan, DSP’yi parçalayan bu ABD işbirlikçisi adamla Kılıçdaroğlu’nun buluşmasından sonra bir şeyler değişmeye başladı. Oyunun öteki oyuncuları ABD ve AB yanlısı neoliberal CHP’liler, Gürsel Tekin, Enver Aysever, Sencer Ayata, Hurşit Güneş, Umut Oran, vb. bu oyunda rol aldılar.
Amaç, CHP’nin de AKP’lileşmesi, egemen güçlerle ve emperyalizmle diyalog ortamına girmesiydi. İşte bu nedenle Kemal Kılıçdaroğlu Referandumdan sonra kendi halkının bağrına koşacağı yerde AB’ye, CFR’ ye Bilderberg’e, Davos’a, koşmuştu.
Bu gerçeği bir AB yetkilisi şöyle ifade ediyordu:
“Bundan 5 yıl öncesiyle kıyaslarsak Ordu’nun rolü çok daha geriye çekilmiştir. Bütün aktörlerin birlikte çalışması gerekiyor. Burada Türkiye açısından bir arada yaşama meselesi karşımıza çıkıyor. Türk toplumunun bir arada yaşamanın yollarını geliştirmesi gerekiyor.”
Biz CHP’nin ABD, AB, AKP, PKK ve Fethullah Gülenle “uzlaşı ve diyalog” içerisinde bir arada yaşamasını istemiyoruz. Tam bağımsızlığı, altı oku savunmasını, yeniden Atatürk’ün partisi olmasını istiyoruz.
Biz, neoliberal, işbirlikçi bir CHP istemiyoruz.
ALİ ERALP, 6 Kasım 2010
ali-eralp@hotmail.com